28 Eylül 2008 Pazar

MİTOLOJİK HİKAYELER

MİTOLOJİK HİKAYELER



Telemahos’un isyanı

Gök gözlü tanrıça Atena; Kral Mentes kılığına bürünüp, Troya Savaşlarının bitiminde gemisiye dönüş yolculuğuna başlayan ama yıllardır aile ocağına dönememiş olan kral Odisseus’un sarayına gelmişti. Olup bitenleri bir de kendi gözleriyle görmek istiyordu. Gerçekten de saraydaki durum yürekler acısıydı! Hemen hemen herkes, Odisseus’un artık öldüğünü düşünüp ona göre bir davranış içine girmişti. Sözde dul kalan güzel Penelopeya (Penelopeia) ’yla evlenebilmek için Akdeniz bölgesindeki bütün ülkelerden soylular, prensler, komutanlar talip olarak gelmişler, Odisseus’un sarayını yurt edinmişlerdi. Bu talipler, yıllardır Odisseus’un birikimlerini ve İtake halkının zaten kıt kanaat olan üretimini arsızca yiyip içiyorlardı...Onlara sorarsanız, Penelopeya’nın evlenme kararını bekliyorlardı... Penelopeya da, birşeler düşünüyor, bu yüzden bir türlü “hayır” yada “evet” diyemiyordu! Bu arada talipler de; sazlı sözlü şölenlerle günlerini gün ediyorlardı...İşte tanrıça Atena’nın kılık değiştirerek gelmesinin nedeni, Odisseus’un oğlu yeniyetme Telemahos (Telemakhos) ’un yüreğinde ve beyninde isyan ve eylem duyguları uyandırıp bu asalak sürüsünü evden kovdurmaktı..! Tanrıça Atena; Telemahos’a bu talipleri bir an önce kovmasını ve sağlam bir gemiyle denizlere açılıp babasından haber toplamaya gitmesini öğütledikten sonra kalkıp gitti... Kral Mentes kılığındaki gök gözlü tanrıça Atena gittikten sonra Telamahos; hem babasını daha çok düşünmeye, hem de leş kargaları gibi evlerine çöreklenmiş bu beleşçi ve yüzsüz taliplerden daha fazla iğrenmeye başladı...Ne var ki aniden içine doğan bir duyguyla sarsılır gibi oldu! Çünkü az önce baba dostu sandığı kralın bir tanrı olduğunu seziverdi birden! ..Birden ışıklanıp herşeyi görür gibi oldu... Hemen ellenip ayaklanıp doğruca taliplerin yanına gitti. Onlar da yemiş içmişler, ellerinde şarap bardaklarıyla, yarı karanlık ayışığı altında, sarayın ünlü ozanı Femyos (Phemios) ’un anlattıklarına dalıp gitmişlerdi... Ozan; nice yiğit Troyalı direnişçilerin işgalci ve yağmacı ordulara yıllar yılı nasıl direndiklerini; her iki cepheden nice masum yiğitlerin, talancı bir kralın çıkarları uğruna nasıl düşüp düşüp öldüklerini, yana yakıla dillendiriyordu sazıyla. Troya’yı yakıp yıkanların savaş sonrası dönüş serüvenlerinden, tanrıların sağ kalanlara biçtiği ve dayattığı acıyazgılardan sözediyordu. Odisseus’un karısı Penelopeya da bütün bunları odasında tek başına dinliyordu. Ozanın yanık yanık söyledikleri içine işliyor; gözleri dolu dolu oluyordu. Sonra kendini tutamayıp aşağıya, taliplerin ve oğlu Telemahos’un bir arada dinledikleri ozanın yanına indi. Allı yeşilli yaşmağıyla ıslak gözlerini ve yüzünü örtüp ağlaya ağlaya ozan Femyos’a seslendi: “Nice türküler bilirsin, Femyos, açar insanın içini,/ Anlatıver şimdi bunlardan birini! / Şunlar da içsinler şaraplarını ses çıkarmadan, / Yürek yakan bu acıklı türküyü bırak,/ Odisseus’un o güzel yüzünü getiririm gözümün önüne durmadan! ” Bu sözlerden sonra oğlu Telemahos biraz diklenerek; “ Sadık ozanımıza ne kızarsın anacığım? / Ozana darılmamalı dile getirdi diye savaşçıların kaderini. / Sen de zorla yüreğini, onu dinle. / Bir babam Odisseus değil ki dönemeyen, / Daha nice yiğitler öldü Troya’da! ...” diye yanıt verdi anasına. Gidip ozanı odasında dinlemesini öğütledi ona. Artık bundan böyle evin efendisinin kendi olduğunu ve yiğitçe konuşmanın da erkeklere özgü olduğunu söyledi...Penelopeya, oğlunun böyle delikanlıca ve isyancı bir havayla konuşmasına ilkin şaşırdı; sonra da öyle olmasına sevindi. Gidip odasındaki yalnız yatağı üstüne kendini atıp Troya’dan dönmeyen kocası için doya doya ağlamaya başladı; tanrıça Atena göz kapaklarına uyku dökünceye dek sürdürdü gözyaşlarını... Sarayın avlusundaki talipler bağırıp çağırıyor; hepsi de varıp güzel dul Penelopeya’nın yanına yatmaya can atıyordu... Telemahos bu azgın taliplere haliyle çok öfkelendi: “İleri gidersiniz, ey anamın talipleri, bağıracak ne var böyle? Sabahleyin alanda toplanalım hepimiz. Birşey diyeceğim size orda açıkça; Burdan gidin diyeceğim, başka yerde kurun sofranızı, Yiyin kendi paranızı, çağırın birbirinizi şölene! Ama derseniz daha kolay bizce, daha çıkarlı, Yiyip tüketmek tek adamın varını yoğunu, Yolun o zaman onu, istediğiniz gibi yolun, Birgün Zeus elbet ödetir size bunu, Topunuz zıbarır gidersiniz bu sarayın içinde! ” Telemahos böyle konuşunca bütün talipler şaşkınlıktan dudak ısırdılar! Onun böyle diklenerek, yiğitçe ve herkese meydan okuyarak konuşmasına pek bir anlam veremediler. Bir süre sonra taliplerden biri; “ Ne o, Telemahos, amma da savurdun ha, Tanrılar öğretmiş bunu sana besbelli. Kral oğlusun, ama dilerim Zeus gene de, Denizle çevrili İtake’de kral yapmasın seni! ” diye karşılık verdi. Tanrıça Atena; yeniyetme Telemahos’un isyanını gülümseyerekten izliyordu Olimpos’taki sarayından...

Baştanrı Zeus’un saltanatı...

Babası Baştanrı Kronos’u, Olimpos’tan kovup onun tahtına kurulan Zeus; bir süre sonra patlak veren tanrılar arası o ünlü koltuk kapma savaşlarından da yengiyle çıktı. Kendisine bu savaş sırasında yardımcı olan Tanrı ve tanrıçalara, “suspayı” kabilinden bazı ayrıcalıklar ve göstermelik birer koltuk bağışladı. Artık evreni ve özellikle dünyamızı Olimpos’taki altın sarayından diğer on iki Tanrıyla birlikte yönetmeye başladı. Ne var ki hiçbir Tanrı yada Tanrıça, Baştanrı Zeus’un olur vermediği bir eyleme girişemezdi; girişirse de onu anında cezalandırırdı. Örneğin insanların kul ve köle olarak yaşamlarını sürdürmeleri amacıyla Olimpos’ta köşe bucak sakladığı ateşi çalıp dünyamıza ulaştıran Tanrı Prometeus’un başına gelenleri bilmeyen yoktur. Zeus onu ebediyyen kayalıklara mıhlatmıştı! ... Baştanrı Zeus’un buyruğundaki tanrılar arasında oğulları, kızları ve karısı Hera da vardı. Evrenin yönetimi sırasında Zeus’un verdiği buyruğu, öteki tanrılar hemen yerine getirmek zorundaydı. O, ölümsüz Homeros’un betimlediği gibi, bir konuşmaya başladı mı, hemen mavi kaşlarını çatardı. Sonra da gür saçları tanrısal başında dalgalanır ve haşmetinden bütün Olimpos ülkesi sarsılıp sallanırdı…Onun elinde şimşekler çaktıran silahlar vardı. Gerektiğinde on-onbeş kişiyi bir anda öldürebilirdi! Üstelik kendisini yeryüzünde temsil eden krallara, dünya egemenliğinin simgesi olan altın asayı da o bağışlardı! Örneğin Troya’ya savaş açan krallar kralı Agamemnon’un altın asası da onun armağanıydı! .Bulutlar, sular da onun buyruğundaydı. Bu yüzden Yunanlılar; bizim “yağmur yağıyor” söylemimizi, “Zeus yağıyor” şeklinde dillendirirler. Bu arada Zeus’un her türlü ölçüyü aşan zamparalığı da tanrılar ve insanlar arasında dillere destandı! . Yalnızca Tanrıçalarla değil, yeryüzündeki ölümlü, ama güzelliğiyle ünlü kadın ve kızlarla da ilişkilere girerdi. Çoğunlukla dünyalı güzellerin ona gerçek kişiliği ve bedeniyle pek yüz vermemeleri yüzünden Zeus da onları tuzağına düşürmek için her yola başvururdu. Örneğin bir boğaya, bir kuğu kuşuna ya da bir kartala dönüşüverirdi hemen! Onun bu tür ilişkileri sonunda doğan çocukların ve doğadışı yaratıkların haddi hesabı yoktu! Karısı Tanrıça Hera, ne kadar izini sürse de çoğu zaman onu suçüstü yakalamakta hep geç kalırdı. Ne var ki kocasından çocuk doğuran o dünyalı güzellerin ve de doğurdukları çocukların başlarına gelmedik kalmazdı! Tanrıça Hera, öcünü yaman alırdı… Söylediğimiz gibi Zeus’un en çok ilgilendiği gezegen dünyamızdı. Tabii dünyanın kendisinden çok oradaki insan denen o zayıf, çelimsiz yaratıklardı onun gözünde önemli olan. Zaten onların yaratım işini çok güvendiği Tanrı Prometeus’a vermişti. Prometeus da kendi gözyaşlarıyla ve aşkla yoğurup şekillendirdiği çamurdan yaratmıştı insanı. Çok akıllı olan bu Tanrı; yarattığı insanın kafasının içine kendi beyninden de bir parça koymuştu! Artık Prometeus; severek yarattığı ve kendi aklıyla da donattığı insanlar aracılığıyla atalarının soyunu kurutan Baştanrı Zeus’tan da öcünü almış olacaktı! ..Ne var ki onun bu niyetini zamanla sezinleyen Zeus da ateşi insanlardan hep uzak tutmaya başladı. Çünkü insan denen bu çelimsiz, ama akıldan yana gücü sınırsız yaratıklar; bir de ateşi ellerine geçirirlerse, Olimpos’a gelip kendi tahtına kurulmaları işten bile değildi! ..Onun için insanlardan hep ürktü Zeus…Bu yüzden de dünya denen o küçücük gezegendeki insanları gözaltında, köle olarak tutmak gereğini duydu hep. Bu amaçla Zeus, kendi temsilcileri olarak seçtiği bazı kulları, onların başına zorba egemenler olarak dikti. Kendisi de, Olimpos’a yakın Anadolu coğrafyasından beğendiği yirmi kadar yüksek dağı yurt edindi; üs edindi. Oralara konuşlanarak insanları silahlarının gölgesi altına aldı! Örneğin Anadolu ve Yunanistan halklarını kendi çıkarı doğrultusunda yönlendirip karşılıklı vuruşturdu. Buyruğundaki tanrıların bazıları Troyalıların, bazıları da Akhalar denen Yunanistanlıların saflarında yer aldı. Destekledikleri kahramanlarla karşıt kahramanları birbirleriyle çatıştırıp vuruşturdular. Kendilerinin de sevimsiz ve aşağılık olarak niteledikleri Savaş Tanrısı Ares’i aracı olarak kullandılar. Bu da yetmedi. Bu savaşın içine et-kemik olarak kendileri de katıldı zaman zaman. Örneğin Afrodit bileğinden yaralandı. Ares de çok ağır darbeler yedi. Bu yüzden yara bere içinde gidip babası Zeus’un ayaklarına kapandı; ağlayıp sızlandı. Zeus da onu; “Böyle ağlaşıp durma dizimin dibinde, dönek! Olimpos’ta oturan tanrılar arasında Benim iğrendiğim Tanrısın sen, Hep hırgür, kavga, savaş senin işin gücün! “ diye azarlayıp kovaladı! Üstelik Zeus da bu savaşlar sırasında kendi öz çocuklarını, örneğin çok sevdiği Frikya Kralı Sarpedon’u kurtaramadı. Öteki tanrılar ve tanrıçalar da, kendi çocuklarını ve de dünyalı sevgililerini gözleri önünde bir bir yitirdiler. Çok geç de olsa sonunda, el ele verip körükledikleri savaşın kurbanı olduklarını anlamak zorunda kaldılar. Ölümlerini önleyemedikleri oğulları için gözyaşları döktüler. Sırf kişisel egemenliği uğruna körüklediği bu savaşların sonunda Zeus, tanrıları aşan bir gücün varlığını sezinleyip gördü. Çünkü “Zorunluluk” ya da “Adalet” denen ve evrenin zembereği olan bu güç; bumerang örneği dönüp dolaşıp savaşın yenilmez sanılan galiplerini de kesinlikle yok ediyordu…

Osiris ve Isis

Osiris’in tahta geçtikten sonra ilk yaptığı işlerden biri, ilkel bir hayat süren Mısır’lıları uygarlaştırmak olmuştur. Osiris onlara ilk tarım araçlarını yapmayı, toprağı işlemeyi, buğdayı ve üzümü yetiştirmeyi, ekmek, şarap ve bira yapmayı öğretmiştir. Ayrıca ilkel Mısır’lılara ilk defa tapınak inşa etmeyi ve tanrılara tapmayı öğreten ve dini törenleri düzenleyen de Osiris’tir. Hatta ikili flütü de ilk Osiris yapmıştır.Osiris, şu an Louvre Müzesi’nde bulunan Amenmos Steli’ne göre, bolluk, bereket getiren bir doğa tanrısı özellikleri de taşımaktadır. Osiris, doğal kaynaklara hükmetmekte, onunla birlikte rüzgarlar esmekte, ekinler yeşermekte ve hayvanlar yetişmektedir. Osiris Mısır’ın uygarlaştırılmasını tamamladıktan sonra, bütün dünyanın uygarlaştırılması işine girişir. Tahtı kardeşi ve aynı zamanda da karısı olan İsis’e bırakır ve yanında veziri Thoth, Anubis ve Ofois ile birlikte sefere çıkar. Uzun süre dünyanın uygarlaşması için çalışır. Burada Anubis için de bir parantez açmak gerekmektedir. Eski Mısır’da Anpu diye adlandırılan Anubis, mitolojiye göre, ölülere Öteki Dünya’nın yolunu gösteren çakal başlı varlıktır. Piramit metinlerinde, Anubis Ra’nın oğlu olarak yer alır. Başka metinlerde ise Osiris ya da Seth ile ilişkilendirilir. Osiris ile ilgili efsanelerde, adı çok sık geçmese de, Anubis’in önemli bir yeri vardır. İlk olarak Anubis daha önce de gördüğümüz gibi dünyanın fethine Osiris ile birlikte çıkmıştır. Ancak bu fetih savaşla yapılan istila anlamına değil, insanların uygarlaştırılması anlamına gelmektedir. Aslında bu efsaneden yola çıkarak, Anubis, tanrıların insanları eğitmesinde önemli rol oynayan varlıklardan bir olarak karşımıza çıkar. İkinci olarak da Anubis Osiris’in ölümünden sonra onun “vücudunun” korunması işini üstlenir. İlk olarak bu görevi olan Anubis zamanla Osiris’in cenazesi ile olan ilgisinden dolayı ölü kültleri ile ilgili bir özellik kazanmış ve mumyalama ve ölünün yargılanması ile ilgili yol gösterme görevleri gibi görevler üstlenmiştir.Osiris döndüğünde ülkesini, İsis’in başarılı yönetimi sayesinde çok iyi durumda bulur. Ancak bu dönem uzun sürmez. Tahta geçmeyi arzulayan, fakat Osiris’in yokluğunda dahi hüküm süremeyen Seth, Osiris’i yok etmek için bir plan hazırlamıştır. Bu plana göre Seth, Osiris’in ölçülerine göre bir sandık hazırlatır ve sandığı en değerli taşlarla süsletir. Seth, bundan sonra kendisine yardım eden yetmiş iki kişiyle birlikte planını uygulamaya koyulur. Seth büyük bir yemek verir ve Osiris’i de çağırır. Osiris hiç bir şeyden şüphelenmeyerek yemeğe gider. Yemek sonunda Seth, sandık kimin ölçülerine uyarsa, sandığın sahibinin o olduğunu söyler. Denemek için herkes sırayla sandığın içine yatar. Sıra Osiris’e gelmiştir. Osiris yatar yatmaz Seth sandığı çiviler, eritilmiş kurşunla lehimler ve Nil nehrine atar. Böylece Seth planını uygulamıştır. Bu olay “ Osiris’in krallığının yirmi sekizinci yılında, Athyr ayının on yedisinde olmuştur. İsis bunu duyunca, üzüntüsünden saçlarını keser, elbiselerini parçalar ve Osiris’in kapatıldığı sandığı aramaya çıkar. Osiris’in kapatıldığı sandık, Fenike’ye, Byblos kentine kadar sürüklenmiş ve burada karaya vurmuştur. Karaya çıktığı yerde ise süratle büyüyen bir ağaç sandığı gövdesinin içine almıştır. Byblos Kralı Malkandros bu ağacı gördüğünde hayran kalır ve ağacı kestirerek sarayına sütun olarak diktirmeye karar verir. Ağaç kesildiğinde çok güzel bir koku çıkarmıştır. Bu olay Isis’in kulağına kadar gelmiştir. İsis durumu anlar ve Malkandros’un sarayına gider. Burada önce Astarte’nin çocuğunun dadısı olur. İsis bir gün çocuğu ölümsüz yapmak ister ve bu amaçla çocuğu ölümsüzlük ateşine batırır. Bunu gören kraliçe çığlıklar atarak İsis’i engeller. İsis artık kendini tanıtmak zorunda kalır. Daha sonra Kral Malkandros’dan izin alarak ağacın gövdesini açar ve içinden sandığı alır. İsis sandığı vatanına geri getirdikten sonra, Buto şehrine, oğlu Horus’un ziyaretine giderken sandığı, güvenli zannettiği bir yere saklayarak bırakır. Gece dolunayda avlanan Seth sandığı bulur ve Osiris’in bedenini tanır. Bunun üzerine, Seth Osiris’in bedenini 14 parçaya ayırır ve bu parçaları Mısır toprakları üzerine dağıtır. Bunu duyan İsis papirüs ağacından yapılma bir tekneye biner ve bütün Mısır’ı dolaşarak Osiris’in bedeninin parçalarını toplar ve parçaları her bulduğu yere bir tapınak diker. Bu yüzden Mısır’ın bir çok yerinde, içinde Osiris’in cesedinin bulunduğu söylenen bir çok tapınak vardır. Efsanenin sonunda ise Osiris’in oğlu Horus Seth’i yener. Yeniden canlanan Osiris artık bu dünyada yaşamak istemez ve hükmetmek için ölüler ülkesine gitmeyi tercih eder. Burada yine Anubis ile birlikte olacaktır. Anubis ölüleri yargılanması için Osiris’e getirecektir. Klasik Mitoloji Klasik mitoloji, batılı yazarlarca yazılmış kitapların hemen tümünde Grek (Yunan) Mitolojisi olarak anılır. Oysa, bir zamanlar Yunanistan'da da tapkı gören bu mitoloji, önceki çağların birikimi ile Anadolu'da özümlenmiş; buradan Yunanistan'a geçmiştir. Aslında, dilimizdeki Yunanistan sözcüğü bile İonistan'dan bozmadır ve Ionya, çoğunluğu İzmir-Söke arasında bulunan 12 kente verilen bir coğrafi addır. Bugün klasik mitoloji diye bilinen efsaneleri anlatan en eski yazılı kaynak, şiirin babası sayılan İzmirli Homeros'un ölümsüz yapıtı İlyada'dır. Tarihin babası sayılan Halikarnassos'lu (Bodrum'lu) Herodotos şöyle der: 'Peki nereden geliyorlardı bu tanrılar? Taa baştan beri mi vardılar? Biçimleri nasıldı? Daha düne kadar hiçbirşey bilinmiyordu. Zira Homeros ve Hesiodos benden, herhalde dörtyüz yıldan daha eski değildirler; Grekler için tanrıların soy zincirini düzenleyen, tanrıların sıfatlarını, görevlerini, kendilerine özgü niteliklerini belirten, görüşlerini anlatan onlardır. Onlardan önce geldikleri söylenen ozanlar, bence onlardan sonradırlar. Bu konuda başta söylediklerim için Dodona rahibesine dayanıyorum, ama Hesiodos ve Homeros ile ilgili olan sondaki gözlemler benimdir.' Evrenin yaratılışı ve tanrıların doğuşu konusunda Hesiodos'un 'Theogonia' da anlattıkları özetle şöyledir: Yaratılış: Önce Khaos vardı Karmaşa, düzensizlik, esneyen boşluk. Düzenin, aydınlığın, Cosmos'un tam tersi. Sonra geniş göğüslü Gaia var oldu. Ana Toprak; sürekli, sağlam dayanağı tüm ölümsüzlerin. Onlar ki, tepelerinde oturur karlı, beline bulut kuşanmış Olympos'un ve yol yol toprağın dibindeki karanlık Tartaros'ta. Sonra herşeyi birleştiren, yaşamı kuran Eros (sevgi) , en güzeli ölümsüz tanrıların. O Eros ki elini ayağını çözer canlıların ve insanların da, tanrıların da ellerinde alıe yüreklerini, akıl ve istem güçlerini, Khaos'tan yeraltı karanlığı erebos doğdu; İkisinin birleşmesinden Nyka, yani yer üstü karanlığı, yani Gece doğdu. Gaia(Yerana) bir varlık yarattı kendine eşit; yıldızlarla bezeli mutlu tanrıların sağlam yurdu Uranos ki biz ona güzel Türkçemizde Gökyüzü diyoruz. Yüce cüce bir nice dağ yarattı Yerana sonra, konaklarında tanrılar, tanrıçalar oturan dağları. Sonra Pontos'u yarattı Toprakana, denizi, yani ekin vermez denizi, azgın dalgalarla şişen denizi. Kimseyle sevişip birleşmeden yaptı bunu, öz başına. Sonra sarmalaşıp kucaklaştı Uranos'la, doğurdu derin ve bol anaforlu Okeanos (okyanus) 'u ve Koios'u, Hyperion'u, Iapetos'u, Theia, Rheia, Themis ve Mnemosyne'yi, altın taçlı Phoibe'yi, sevimli Tethys'i. Bunlardan sonra Kronos, acımasız, verdiğini verir vermez kemirmeye başlayan 'Zaman' geldi evrene.Ve gelir gelmez de diş biledi yıldızlı babasına. Örmeye durdu melanet kozasını. Ve sonra yerana, Cyclop'ları (Tepegözleri) doğurdu azgın yürekli; Brontes'i, Steropes'i ve belalı Arges'i -ki bunlar verecektir Zeus'a yıldırımı şimşekleri- Her bakımdan tanrıya benzerdi bunlar. Ama tek gözleri vardı alınlarında. Yuvarlak tek gözlerinden geliyordu adları. Güçlü, çalışkan ve her işlerinde başarılıydılar. Uranos, garip bir duygunun etkisi ile çocuklarından korkuyor, doğan çocuklarını yerin derinliklerine hapsediyordu. Gaia bu gidişe bir son vermek için, oğlu Kronos(zaman) ile anlaştı. Kronos uyumakta olan babasının başını kesti. Kronos egemenliği eline alınca, kardeşleri olan Titan'ları yeraltından çıkardı. Yaradılış, onu saltanatı sırasında da sürdü. Kronos, kızkardeşi Rhea ile evlendi. Bu evlilikten Hestia, Demeter ve Hera adında üç kız doğdu. Kronos, babasına yaptığını, oğullarının kendisine yapmasından çekindiği için, doğan erkek çocuklarını yutuyordu. Bir gün Rhea, kocasına, doğan oğlu diye kundaklannmış taş yutturdu. Oğlu Zeus'u da İda (Kaz dağı) Dağı'ndaki Dikte mağarasında (bazı batılı yazarlara göre Girit adasında) doğurdu. Zeus olgunluk çağınna gelince, Babası Kronos'a yuttuğu tanrıları kusturdu, ve Kronos'u da gökten kovup, dünyanın taa dibine, yerin ve denizin alt tabakasının daha da altına attı. Zeus, düşmanları ile yaptığı uzun savaşlardan sonra, tanrılar ve insanlar dünyasının başkanı oldu. Çok daha sonraları, Titan Iopetos'un oğlu Prometheus, balçığı suyla ya da gözyaşı ile karıştırarak insanı yarattı ve güneşten narthex sopası ile getirdiği ateşi insanlığa armağan etti...' (Prometheus bu davranışından ötürü Zeus tarafından, akıl almaz ve dayanılmaz bir işkence cezasına çarptırılır: Zeus onu Kaf dağına çiviletir; bir kartalı da Prometheus'a musallat eder; kartal Prometheus'un ciğerini yer; dünya durdukça Prometheus'un ciğeri büyümesini sürdürecek, kartal da ciğerini yiyecektir.) Zeus bunlarla da yetinmeyerek: Hephaistos'u, ilk kadını yaratmakla görevlendirdi. Hephaistos, karısı Aphrodite'i model alarak ilk kadını yarattı. Tüm tanrılar kadına birer armağan verip, kutuya kapattılar. Kadına tüm armağanlar anlamına gelen 'Pandora' adını verdiler ve kutuyu asla açmamasını söylediler. Ama kadın bu! Meraka kapılmaz olur mu? Dayanamayıp kutuyu açtı. Kutu açılır açılmaz da, içindeki tüm kötülükler; hastalıklar, dertler, müsibetler yeryüzüne yayıldı. Pandora hatasını anlayıp kutuyu kapattı ama, içinde kala kala tek şey kalmıştı: Roma Mitolojisi Eski Roma mitolojisi Yunan mitolojisinden belirgin çizgilerle ayrılıyordu. Romalılar çeşitli anlayışları - dürüstlük, doğruluk, cesurluk vb. özellikleri tanrılarla özdeşleştirirlerdi. Roma mitolojisi Yunanların İtalya'ya yerleşmesinden sonra eski Yunan mitolojisinin etkisi altında kalarak bazı değişikliklere uğradı. Önceleri Mars onlar için bitkilerin köklerini besleyen bir tanrı, Venüs ise bahçelerin tanrıçasıydı. Sonradan Yunan mitolojisinin etkisi altında kalarak bu tanrılar savaş ve aşk tanrısı adlarını almışlardı. Roma mitolojisinin en ilginç tarafı ise Eski Romalıların olaylara bakış açılarıydı. Roma mitolojisi sadece tanrılar ve doğaüstü canlıların öykülerinden oluşmamaktaydı, aynı zamanda halkın ve Roma devletinin ideolojisine yerleşmiş olan bir bakış açısıydı. Gerçek Roma şehrinin kuruluşunun ve halkları idaresi altına almasının çok çok önceden tanrılar tarafından belirlenmiş olmasındaydı. Bu mit Romalıların bir çok savaşı kazanması sonucunda da ortaya çıkmıştı. Romalılar eski devirlerden başlayarak önce kendi çevrelerindeki kabileleri, daha sonra Avrupa, Asya ve nihayet Afrika'da yaşayan bir çok ulusu egemenlikleri altına almışlardı. Eski Romalılar bunu çok doğal olarak karşılamışlardı. Onlara göre Roma tanrılar tarafından seçilmiş bir devletti. Roma mitolojisi edebiyata yansımış ve ünlü Romalı şair Vergillius 'Aeneas' adlı eserini yazmıştı. 'Aeneas' eserinde şair Troya kahramanlarından biri olan Aeneas'ın halkı ile birlikte İtalya'ya nasıl yerleştiğini anlatmış. Aeneas, Troya'lı prens Ankhises ile tanrıça Aphrodite'nin oğludur. Tanrılar, kral Priamos soyunun sona ermesine Dardanos soyunun ise devam etmesine karar vermiştir. Bu nedenle Aeneas, annesi tanrıça Aphrodite'nin yol göstermesi ile yakınları ve halkıyla İtalya'ya varabilecektir. Uzun ve bol serüvenli bir yolculuktan sonra Aeneas, İtalya'nın Tiber nehri kıyılarına kolonisini kurar. Burada yörenin kralı Latinus ile dost olur ancak, Yunan kolonisinin komutanı Turnus ile döğüşür ve onu yenerek öldürür. Latinus'un kızı Lavinia ile evlenerek Lavinium kentini kurar. Bu kent sonraları Albalonga adını alacaktır. Nihayet kent Roma adını alarak çok ünlenecek ve tarihte önemli roller üstlenecektir. Aeneas soyu, oğlu Iulus ile devam eder ve bu soydan gelen Ilia ünlü ikizler Remus ve Romulus'u (Remo ve Romolo) doğurur Mısır Mitolojisi ATUM:İmparatorluk Tanrısı ANUBİS:Ölüler Tanrısı SEKMET:Savaş Tanrısı HATOR:Neşe ve Aşk Tanrıçası HORUS ök ve Işık Tanrısı THOTH:İlim Tanrısı PTAH:Sanatçıların Tanrısı OSİRİS:Yeraltı ve Ölüler Tanrısı İSİS:Bereket Tanrıçası MAAT:Adalet Tanrıçası RA üneş Tanrısı SETH:Çöl Tanrısı AMON ök Tanrısı AMEN (Amon,Amun,Ammon,Amoun) : 'Amen' 'saklı olan' demektir.Teb'in baş tanrısıdır.Eşi Ame -net'le birlikte ilk tanrılardan biridir.Kutsal hayvanları kaz ve koçtur.Orta Krallık döneminde sadece yerel bir tanrıydı ama Tebliler Mısır'a hakim olunca Amen önemli bir tanrı oldu.18.Hanedan'dan itibaren Tanrıların Kralı oldu.Ünlü Amen tapınagı Karnak,dünyanın en büyük dinî yapısıdır.Yeni Krallık boyunca Amen'in eşi Mut olarak kabul edildi.Bu ikilinin çocuğu Ay tanrısı olarak bilinen Khons(Chons) 'tur. AMEN-RA(Amon-Re) : Amen rahipleri tarafından Yeni Krallık'a geçisi saglaması için tasarlanmıs karma bir tanrıdır.Bu Amen'in gücünü Ra'ya yansıtır (veya tam tersi) ANUBIS(Anpu,Ano-Oobist) : Anubis,Nephthys ve Seth'in(bazı efsanelere göre Osiris ve Isis'in) ogludur.Çakalların mezarlar etrafında dolaşması nedeniyle çakal başlı Anubis ölümle birlikte anılmıştır.Ölen Osiris'i mumyaladığı için mumyalama tanrısı olmustur.Görevi tüm ölüleri korumak ve yüceltmektir.Bu yüzden mumyalamayla görevli kişiler Anubis maskesi takarlar.Ölen kişi diğer dünyada yargılanırken ona yardım eder. ANUKET: Yukarı Mısır'da,Elephantin yöresinde Khnum ve Sati'nin kızı olarak bilinir.Kutsal hayvanı ceylandır.Kuş tüyleriyle kaplı bir taç giyer ve soguk su tanrıçasıdır. APIS: Sadece hayvan olarak çizilen ender tanrılardan biridir.Egemenlik alanı Memphis'ti.Verimliliği temsil ederdi.Başında güneş diski ve uraeus yılanı bulunan bir boğa olarak çizilmistir. ATEN: 18.Hanedan zamanında IV.Amenhotep tek tanrı olan Aten'i yaymaya çalıştı.Hatta adını da Akhenaten(Aten'in sevgilisi) olarak degiştirdi.Aten her işinin ucunda bir el olan bir Güneş olarak çizilirdi ve hayatı temsil ederdi.Daha sonra Tutankhamon Mısır'da Aten inanışına son verdi. BAST(Bastet) : Bir Delta sehri olan Bubastis'te ortaya çıkan kedi tanrıça.Kediler evde beslenmeye başlandığında önemli bir tanrı oldu.Aslan tanrıça Sekhmet'in olumlu yansımasıdır. EDJO: Yukarı Mısır'da Nekhbet'in eşi olarak bilinen,Asagı Mısır'ın sembolü ve koruyucusu olan Delta'daki yılan tanrı.Firavunun tacının bir parçasıdır. GEB(Seb) : Shu ve Tefnut'un oglu,Nut'un eşi olan Dünya Tanrısı.Kutsal hayvanı ve sembolü kazdı.Yeşil ve siyah derili bir adam olarak çizildi(Bitkilerin ve verimli Nil çamurunun renkleri) HATHOR(Het-Heru,Het-Hert) : Eski zamanlardan beri tapılan inek tanrı.Ismi 'uzaktaki ev' veya 'Horus'un evi' anlamına gelir.Gökyüzüyle baglantılıdır. Edfu'da Horus'un eşi olarak bilinir.Teb'de ölüm tanrısıdır.Ama genel olarak aşk, neşe, dans, alkol tanrısı olarak kabul edilir. HERU-RA-HA: Ra-Hoor-Khuit ve Hoor-Par-Kraat'tan oluşan karma tanrı.Ismi 'Horus ve Ra'ya şükür' demektir. HORUS(Hor) : Mısır'ın en önemli tanrılarından biri,Osiris ve Isis'in ogludur. Çocukluğu boyunca Harpocrates(Hoor-Par-Kraat) ismini taşıdı. Hain amcası Seth'den babasının intikamini aldı ve tüm firavunların koruyucusu haline geldi.Yukarı Mısır'ın patron tanrısıdır.Seth'in Asagı Mısır'ın patron tanrısı olması nedeniyle Horus ve Seth'in savaşı,Aşagı ve Yukarı Mısır'ın savası haline gelmiştir.Behdet'te 'Behdet Horus'u' olarak bilinir ve kanatlı bir güneş diski olarak temsil edilir. ISIS(Auset) : En önemli tanrıca; anneliği,tedaviyi ve büyüyü simgeler. Evrendeki en güçlü büyücüdür.Ra'nin kendisinden Ra'nin gizli adını ögrenmiştir.Osiris'in karısı Nephthys'in ikiz kardeşidir. Horus'un annesi,Horus'un oglu Amset'in koruyucusudur. Isis Horus'u çocukluğu boyunca Seth'ten korumustur.Egemenlik bölgesi Abidos'tur. KHNUM: Antinoe ve Elephantin'de koç baslı bir adam olarak bilinir. Eşi çesitli hikayelere göre Sati,Heqet veya Neith'dir. KHONS(Chons) : Muhteşem Teb üçlüsünün üçüncü üyesidir(ebeveynleri Amen ve Mut'la birlikte.) Ay tanrısı olarak bilinir.Karnak'ta ona adanmış bir tapınak vardır. MAAT: Adalet tanrıçası.Ismi 'Adalet','Evrensel Düzen' anlamına gelir. Kafasında bir devekuşu tüyü taşır.Bu tüy diğer dünyada, Osiris'in mahkemesinde, ölünün kalbi karşısında bir terazide tartılır.Bu tartılmaya göre ölünün ruhu cezalandırılır veya ödüllendirilir. MONTH(Mentu,Men Thu) : Amen yaygınlaşmadan önce Teb'deki ana tanrı.Şahin başlş bir insan olarak betimlenmiştir.Savaş tanrısıdır. MUT(Auramooth) : Amen'in karısı,Khons'un annesi.Ismi anne demektir. NEFERTUM: Ptah ve Sekhmet'in genç oğludur.Taç giymis veya bir nilüferin üzerine oturmus bir genç olarak çizilir. NEITH(Net,Neit,Thoum-aesh-neith) : Çok eski bir savaş tanrıçasıdır.Deltada zekilik tanrıçası olarak bilinir.Yunan mitolojisindeki Athena'yla eşleşir. Duamutef'in koruyucusudur.Timsah tanrı Sobek'in annesidir. NEKHBET: Yukarı Mısır patron tanrıçasıdır.Ikonografide bir akbaba olarak betimlenir.Kral ve kraliçenin tacının bir parçası,Edjo'nun eşidir. NEPHTHYS(Nebt-het) : Geb ve Nut'un en küçük çocuğu,Seth'in karısı,Anubis'in annesidir.Seth Osiris'i öldürdüğünde onu terketmis,Osiris'in canlanması için Isis'e yardım etmistir.Hapi'nin koruyucusudur. NUT(Nuit) : Geb'in eşi,Shu ve Tefnut'un kızıdır.Gökyüzü tanrıcasıdır.Yeşil derili ve vücudu yıldızlarla kaplı bir kadın olarak resmedilmistir. OSIRIS(Ausar) : Ölülerin koruyucusu ve yargılayıcısıdır.Abidos'da hüküm sürdü.Nut ve Geb'in ilk çocuğudur.Ra dünyayı terk ettiğinde dünyayı yönetmeye başladı ama Set onu öldürdüğünde Isis onu tekrar canlandırdı. Böylece Osiris yeraltı dünyasının hükümdarı oldu.Oglu Horus onun intikamını Seth'le savaşarak ve onu yenerek aldı.Başındaki şapka Yukarı ve Aşağı Mısır'ın birliğini simgeler. PTAH: Memphis'te Dünya'yı yarattıgına inanılır.Bazı efsanelere göre Thoth'un emirleri altında çalıştıgına ve cenneti ve dünyayı yarattıgına inanılır. RA: Günes tanrısı ve 'Yaratıcı' olarak bilinir.Şahin başı nedeniyle bazen Horus'la eşleştirilir.Hakimiyet merkezi bugünkü Kahire olan Annu'ydu.5. Hanedan'dan dan itibaren firavunlara 'Sa-Ra' (Ra'nin oglu) ünvanı verildi.Shu ve Tefnut'un babasıdır. RA-HORAKHTY(Ra-Hoor-Khuit) : Karma tanrı.Ismi'Ufukların Horus'u olan Ra' demektir. SATI: Elephantin'de hüküm süren tanrıça,Khnum'un eşi ve Anuket'in annesidir. SEKER: Işık Tanrısı.Ruhların Yardımcısıdır.Memphis'te Ptah'la eşleştirilir. Şahin başlı mumyalanmış bir adam olarak çizilir. SEKHMET: Aslan tanruça.Memphis'te Ptah'in eşi olarak bilinir.Ra'nin yarattığı Sekhmet,dogruluk tanrıçası olarak da bilinir. SELKET(Serket,Serqet) : Kafasında zehirli bir akrep bulunan güzel bir kadın olarak çizilmistir.Kadınlara dogumda yardımcı olur,akrep tarafından sokulan insanların hayatını kurtarır.Isis'i Seth'ten korumak için Seth'e yedi akrep göndermistir.Qebhsenuef 'in koruyucusudur.Tutankhamon' un mezarındaki heykeli çok ünlüdür. SET(Seth) : Eskiden Aşagı Mısır'ın patron tanrısı olan Seth fırtına ve çöl tanrısı olarak bilinirdi.Kardesi Osiris'i öldürerek Osiris'in oğlu Horus'un,Isis'in ve Nephthys'in düsmanlığını kazandı.Horus'la yaptığı savaslar,aynı zamanda Asagı ve Yukarı Mısır'ın savaşı oldu.Bu savaşın sonunda Horus'a yenilerek çölde yaşamaya mahkum oldu.Mısır'ı çöllerden gelen yabancılardan koruduguna inanılır. SHU: Rüzgarın ve atmosferin tanrısı.Ra'nin oglu ve Tefnut'un kocası. SOBEK: Arsinoe(Crocodilopolis) 'de yasayan timsah tanrı.Sobek 4 elementi de temsil ederdi(Ra'nin ateşi,Shu'nun havası,Geb'in toprağı,Osiris'in suyu) .Ölüler Kitabı'nda Sobek'in Horus'un doğumuna yardım ettiği,dolayısıyla Seth'in yenilmesine yardımcı oldugu yazar. TEFNUT: Bulutların tanrıçası,Ra'nın kızı ve Shu'nun eşidir.Kutsal hayvanı olan aslan başlı bir kadın olarak çizilir. THOTH: Ay'ın,zamanın ve yazının tanrısı.Eşi Maat'tir.Thoth'un sekiz çocuğundan en önemlisi Amen'dir.Hieroglifleri icat ettigine inanılır. THOUERIS: Hippopotam tanrıça.Verimlilik sembolü.Çocukların dogumuna yardim eder.Eşi Bes'tir. Medusa Efsanesi Medusa, yaşamına çok güzel bir genç kız olarak başlamıştır. O kadar güzeldir ki tanrıçaların kıskançlığını üzerinde toplamış, tanrıları da peşinde koşturmuştur. Tanrıça Athena (Zeus'un en çok sevdiği kızı) onu çok kıskanmaktadır özellikle. Denizlerin tanrısı Poseidon ise Medusa'ya hayrandır. Başı öylesine dönmüştür ki bir gün Athena'nın tapınağında Medusa'ya zorla sahip olur. Bu durumu kendisi için aşağılayıcı bulan Athena, Medusa'yı gorgon yaparak cezalandırır. Çok çirkinleşmiş, saçları yılana dönüşmüştür, yüzüne bakanlar taş kesilmektedir. Medusa insan olduğu için ölümlüdür. Gorgon yapma cezasını az bulur Athena ve Perseus'la iş birliği yaparak Medusa'nın başını kestirir. Başı kesildiği anda Medusa'nın Poseidon'dan olma çocukları Pegasus ve Chrysar gövdesinden dışarı fırlarlar. Medusa'dan sıçrayan kan damlaları Libya çöllerine düşer ve birer yılana dönüşürler. Perseus, Medusa'nın kesik kafasını alır gider. Athena ise Medusa'nın derisini yüzüp Aegis'in markası yapar. İki damla kanını kral Erichthonius'a hediye eder. Bu iki damla kandan biri öldürücü zehirdir,diğeri ise panzehirdir, tüm hastalıklara deva olmaktadır. KÜRT MİTOLOJİSİ ATEŞ KÜLTÜRÜ Kürt kültürünün temelinde, güneş ve su var. Güneş, kürtlerin kollektif bilincinde ve kollektif sosyal pisikolojisinde çok önemli yer tutar. Bununda nedeni yaşadıkları coğrafyadır. Kürtlerin, yaşadığı toprakların iklimine ve uğraşlarına bakıldığında güneşin ve suyun belirleyici rolü hemen anlaşılır. Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın, soğuk olmasından dolayı, halk bol yiyeceğe, sıcak barınaklara ve hayvanları için verimli otlaklara ihtiyacı vardı. Bütün bu gereksinimlerinin karşılanması için, güneş ve su gereklidir. Bereketin bu iki unsuru olmadan, zengin bir yaşamın olmıyacağını günlük yaşamlarındaki deneyimlerinden çıkaran Kürtler, hem güneşi hemde suyu yararlılıklarından dolayı kutsamışlar, tanrılaştırmışlar ve güneş ve suya bütün yaşamın ve canlılığın kaynağı olarak bakmışlar. Güneşin doğuşu, yeni bir günün başladığını müjdelerken, sevinçin ve umutların kaynağı olmuş. İnsanlar, güneş enerjisinin yaratıcı özelliklerini, belki bilimsel verilerle açıklama bilgilerinden yoksundular ama, deneyimleri onlara güneşin yaratıcılığını öğretmişti. Kürt Mitolojisinde, güneş tanrısı MİTRA su tanrısı ise güzelliği ile ünlü ANAHİTA dır. Güneş, Zerdüşt dininde de önemli bir yer tutar. Ahura Mazda’nın özelliklerinde sayılan yaratıcı güç Vohumanah (Ameşa Spenta-Ölmez Azizler) dünyaya mutluluk veren güneşin ışığıdır. ATEŞ KÜLTÜRÜ, Kürtlerin, ateşi kutsal bir varlık olarak görmelerinin tarihi temeli, Medleri oluşturan kabilelerden biri olan magaların, eski dini olan Magilikten kaynaklanmaktadır. Magalar, diğer dinlerde olduğu gibi, tanrıya kayıtsız şartsız teslim olma sözkonusu değildi. Magalar, yaptıkları sihirlerle (MAGİ) tanrıları etkiliyeceklerini düşünüyorlardı. Bundan dolayı yaşam için gerekli olan aydınlığa ve ısıya kavuşmaları için, ateşler yakarak güneşi taklit ederlerdi. Böylece, tanrıları etkiliyerek, güneşin sürekli doğmasını sağlıyacaklarını ve arzuladıkları sonuca ulaşacaklarını sanıyorlardı. Bundan dolayı ateş, sürekli yanardı. Zerdüşt, ekonomik ve sosyal koşulların zorlamsı sonucu ari dinlerini, yeniden günün ihtiyaclarına göre düzenlemeye başladığında, eski dinleri tamimiyla dışlamamış, zamanın koşullarına göre yararlı olan bazı özelliklerini yeni dine aktarmıştır. Ateşin güzelliklerini Mazdaizme entegre etmiş ve Ahura Mazdayı, ışık ve ateşin tanrısı olarak nitelemiştir. Ateş kulelerinde, sürekli ateşler yanar. Ateş kulelerinde yanan ateşe dokunulmaz ve kirletilmezdi. Ateşin sürekli yanmasını sağlıyan kişi, ateşi nefesi ile kirletmemek için ellerinde eldiven, ağzını kapattığı bir peçe bulunurdu. Kürtlerin ateşi kutsamaları iki ana nedenden kaynaklanır. 1- Güneşin, yeryüzündeki simgesi oluşu 2- Günlük yaşamdan kaynaklanan kullanım değeri (ısınma-ışığından faydalanma) ve temizliğin, bilgeliğin sembolü ve kötülükleri ortadan kaldıran niteliklere sahip olmasından dolayı. İnsanlar, ateşi çeşitli sebeplerden dolayı yakarlardı. A- Dönemsel ateşler. Her yıl, aynı günde yakılan ateşler (Newroz) . Hayvancılık ve tarım, yaşamın temelini oluşturduğu için, mevsimler, Kürt yaşamında önemli bir yer tutar. Bahar mevsimi, diğer mevsimlere göre bir ayrıcalığa sahip. Doğa yeniden canlanıyor. İnsanlar karanlıktan kurtuluyor. Kışın, yokluklarına karşın toprağa bereket düşüyor. İnsanlar baharı kutlamak ve ona hoşgeldin demek için büyük ateşler yakarlarladı. B- Kurban olarak. Zerdüşt dininden kaynaklanan bir düşünce. Zerdüşte göre, kurban kesmek müsrüflük sayıldığından, dini ayinlerde, hayvanlar kurban edilmez, onun yerine ateşler yakılırdı. Bu davranış, hayvancılığın başlıca geçim kaynağı olduğu dönemde İçanadolu kürtleri tarafında uygulanırdı. İçanadolu kürtleri, büyük sürülere sahip olmalarına rağmen, islam dinin öngördüğü kuralların dışında, kendi özel zevkleri için hayvan kesmezlerdi. C- Özel günlerde yakılan ateşler. Özel günlerde yakılan ateş, bereket getirmesi ve kötülükleri savması için yakılır ve insanlar alevlerin üzerinde atlarlardı. İnsanlar, yakılan ateşlerin alevlerinin üzerinde fenalıklardan korunmak, mutlu, sağlıklı bir hayat ve günahlarından arınmak için atlarlardı. İçanadolu kürtleri arasında düğünlerde sin sin ateşi yakmak ve üzerinde atlamak, çok sıkça rastlanılırdı. Ama son yıllarda bu gelenek tam değilsede, terkedilmiş görülüyor. Günümüzde hemen hemen kitlesel olarak ateş, sadece Newrozlarda (21 Mart) yakılıyor. Halbuki, düğünlerde yakılan ateş, düğünlere ayrı bir heyacan ve güzellik katardı. Üç etek giymiş kızlar, kadınlar ve gelinler sin sin ateşinin etrafında halay çekerlerdi. Gecenin karanlığını, ateşin alevleri ve renga renk elbiseler süslerdi. İnsanlar topluca ateşin üzerinden atlar, türkü söylerlerdi. Yakın zamanlara kadar, İç Anadolu kürtleri Ateşi su ile söndürmek güneşten ferekat etme anlamına geleceğinden, ateşi kendi kendine sönmeye terkedilirdi. Kultürümüzü ve kimliğimizi anlamak, tarihimize süreklilik kazandırmak, kültürel birliğimizi oluşturmak ve kültürümüzü diğer kültürlerden farklılıklarını anlamak için, kültür değerlerimize sahip çıkmak, tarihi bir görevdir. Özelliklede, asimilasyonun canavarlaştığı günümüzde, kültür mırasımıza sahip çıkmak, bizi yabancılaşmaktan, köksüzlükten, dengesiz davranışlardan kurtarır ve asimilasyona karşı güçlü kılar. Anadolu ve Mezopotamya Mitoloji ve Uygarlıklarında Kadın lnsanlar, herşeyden önce ortaya çıktıkları toplumsal ve kültürel ortamın ürünüdürler. Bu nedenle, insanlığın uygarlığa geçmesiyle birlikte ortaya çıkan mitolojilerde, kadın-erkek ilişkisi, bir başka deyişle karşı cins ilişkileri ve kadının toplum içindeki yeri ve konumu, o dönemin üretim ilişkileri ve gelenek, görenek, inanç gibi kültürel yapılanmasıyla ilgilidir. O dönemlerde ortaya çıkan mitolojilerde, tanrıların kadın ve erkek olması, bize kadının toplum içindeki statüsü konusunda önemli bir ipucu vermektedir. O dönem Demeter, Afrodit, Pyske, Atena, İsis, Hera, Arura, İştar, Nut gibi birçok kadın tanrıça bu uygarlıklarda yer alırlar. Bu mitolojilerde kadın, doğurganlığından ve insan soyunu devam ettirmesinden dolayı bereket tanrıçası olarak kutsanmıştır. Mezopotamya’da bereketin simgesi olan kadın tanrıça İştar iken, Mısır’da İsis, Yunan’da Demeter, Roma’da Venüs’tür. Görüldüğü gibi dört uygarlıkta da kadın, adları değişse de bereket tanrıçası olarak kutsanmaktadır. Kuşkusuz kadının kutsandığı alan yalnızca bereketle de sınırlı değildir ve bilgelikte de kadına önemli bir statü verilmiştir. Mezopotamya’da bilgelik tanrıçası Nebu iken, Mısır’da Thof, Yunan’da Atena, Roma’da bu tanrıça Minerva’dır. 'Kadın, hem üretim hem de yaratma özelliğinden dolayı o dönemin sosyal ve siyasal yaşamında farklı biçimlerde ve değişik özellikleriyle etkinlik kazanmıştır. ' (1) Bu nedenle, bu uygarlık ve mitolojilerde bereket ve bilgelik sıfatlarından başka kadına yaratıcılık tanrısı işlevi de verilmiştir. Mezopotamya’da bu Anu iken, Mısır’da Ptah, Yunan’da Demeter’dir. Ay ile özdeşleştirme sonucu kadına verilen sıfatlardan biri de ay tanrılığıdır. Yine ev içindeki işlevi ve çocukların yetiştirilmesindeki hüneri dolayısıyla kendisine çeşitli tanrılıklar izafe edilen kadın, fiziki güzelliği dolayısıyla da mitolojilerde tanrıçalık mertebesine ulaşır. Aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit bunun bilinen yaygın örneğidir. Çok tanrılı dinlerin egemen olduğu bu uygarlıklarda hemen her misyonun tanrıları ve tanrıçaları vardır. Konumuzu öncelikle ilgilendiren Mezopotamya’ya baktığımızda, üsttekilere ek olarak su tanrıçası Anahita, Suriye tanrıçası Atargadis, yeraltı tanrıçası Ninmah, Mari’de tapınılan tanrıça Ninni-Zaza, ekin ve yazı tanrıçası Nisaba, Elam tanrıçası Şimut bunlardan bazılarıdır. (2) Anaerkil toplum yapılarının egemen olduğu bu dönemden ataerkil topluma geçişle birlikte, kadınların önceki konumunu kaybettiklerini görüyoruz. Mülkiyet ilişkilerinde erkeğin başat güç haline gelmesiyle, kadın eski konumunu kaybederek tanrılıktan giderek mülk durumuna dönüşüyor. Bu aşamada, kadınların iyiliğin ve güzelliğin sembollüğünden çıkarılıp kötülüğün sembolüne dönüştürülmesi ilginçtir. Bizzat erkek tanrılar eliyle kadın, kötülüğün gelişiminin kaynağı olarak sunulur. Batı mitolojilerinde Pandora, Doğu mitolojilerinde Havva efsaneleri, kadının konumunun sarsılmasının ilginç örnekleridir. İşte kadının aleyhine gelişen bu yeni anlayış, tek tanrılı dinlerde kadının günahkâr olarak görülmesine vesile olur. Bu bir bakıma, egemen sınıfların, ezilenlere karşı yürüttükleri mücadelede kadını bir araç olarak kullanmalarıdır. Yukardaki iki örnekte de görüldüğü gibi kadın, kötülüklerin temsilcisi ve yayıcısı olarak insanlığa benimsetilmiştir. 'Kadının bu derece düşürülmesi ve aşağılanması, erkek otoritesinin egemen olmasının bir sonucudur. İlk başlarda ’ana tanrıça’ mertebesinde olan kadın, çelişkilerin birliğini ve her an birbirine dönüşebilme potansiyellerini temsil ederken, daha sonraki süreçte, kötülüklerin kaynağı ve yayıcısı konumuna getirilmiştir. ' (3) Uygarlığın gelişmesi ve ilk devletlerin ortaya çıkmasıyla, kadının 'ana tanrıça' rolü önemini yitiriyor ve erkeğin egemenliği ön plana çıkıyor. Kuşkusuz bunda, sınıflı topluma geçişin de rolü büyüktür. Kadın, sınıflı topluma geçişle birlikle eski konumunu yitirerek, emek ve cins sömürüsüne maruz kalıyor. Eski Anadolu ve Mezopotamya kadını üstüne yapılan araştırmalar, bundan 4000 yıl önce kadının statüsünün birçok açıdan bugünkünden daha ileri düzeyde olduğunu gösteriyor. Konuya ilişkin araştırmalar, 'MÖ 2000’li yıllarda kadınların dini, ticari, devlet yönetimi gibi birçok etkinlikte yer aldığını, evlilik ve boşanmada erkeklerle eşit haklara sahip olduğunu, zinada ise koşullara göre kadına ceza verilmediğini ortaya koyuyor'. (4) 'Hititler’de aile anaerkildir. Aile, ’iki başlı’ aile aşamasından ’tek eşli’ aile aşamasına geçmiştir. ' Anadolu’nun ilk imparatorluğu Hititler’deki sosyal yapı, kadını, kendi anlayışına uygun bir düzeyde yaşatmıştır. Ülkedeki kadın nüfusunun tamamına yakın çoğunluğu çalışan ve çalıştırılan kadın durumundadır. Çanak-çömlek yapımı, dokumacılık, tarım, ev içi uğraşılar genellikle kadının iş sahası ve yükümlülükleri kapsamındadır. Saray ve çevresinde ise bir tavannah (valde sultan) saltanatı vardır. Kraldan sonra en yetkili ve güçlü kimse kralın annesidir. Tavannahlar, saraydaki en güçlü kadınlardır'. (5) Gerçekten, tarihsel kalıntılar, Anadolu’da Asur ticaret kolonileri çağında hür kadınların yalnız ev kadını olmayıp, hayatın başka alanlarında ve özellikle ticaret işlerinde erkek gibi rol üstlendiklerini gösteriyor. Bu dönemde Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan kadınlar, kendi başlarına iş hayatına atılıyor ve her çeşit umumi işlemlerde yer alıyordu. Bu dönemde kadın, erkekten aşağı ikinci sınıf vatandaş olarak görülmüyordu. Evlilik kurumunda da, eşler tamamıyla aynı haklara sahipti ve ayrılma durumunda kazanılan mallar eşit bölüşülüyordu. Boşanma yetkisi, her ikisine de tanınıyor ve çocuğun verasetini de anne alabiliyordu. Hitit kanunlarında zina suçu, şartlara göre kadına verilebildiği gibi erkeğe de verilebiliyordu. Kadın, ilkin Sümer’de toplumsal anlamda erkekten geri kalmaya başlamış ve giderek de toplumu denetleme ve yönetme egemenliğini erkeğe kaptırmıştır. Ancak, bu egemenliği bırakma, hiç bir zaman Hıristiyanlık ve İslamiyetteki gibi göksel emre dayalı kayıtsız-şartsız bir teslimiyet şeklinde olmamıştır. M. S. 3. Yüzyılda ortaya çıkıp, Mezopotamya’nın ve Asya’nın birçok bölgelerine yayılarak evrensel bir din halini alan Manicilik, daha sonra Kürtlerin eski dini Zerdüştlüğü reforme ederek sistemli bir devlet dini haline gelir. Mani felsefesinde kadın -erkek ilişkisi ve kadının konumu tektanrılı dinlerden farklılık gösterir. 'Üretim ve mülkiyetin ortaklığını savunan Mani inanc, kadının mülkiyet aracı olarak görülmesine, cariyelik sistemine ve çok kadınla evlenmeye karşı çıkmıştır.'(6) Kaynağını Zerdüşt inancından alan ve kendinden önceki tek tanrılı dinlerin kadın-erkek ilişkilerine bir tepki olarak ortaya çıkan Manicilerin bu anlayışı; her zaman olduğu gibi bu çağda da egemen tektanrılı dinlerin ve egemen sınıfların tepkisini çekmiş ve bu inancın mensuplan, 'kadınlı-erkekli topluca cinsel ilişkide bulunmak, misafirlere kadın sunmak'gibi suçlamalara maruz kalmışlardır. Bu suçlamalar, sonraki yüzyıllarda da aynı topraklarda özellikle heterodoks din ve inanç mensuplarına karşı devam edecektir.. Mani dininden 300 yıl sonra çıkan İslamiyet ise, bir yandan kadını tümüyle erkeğe mahkum ederken, bir yandan da üstteki suçlamaları doruk noktasına vardırp, heterodoks dinleri ortadan kaldırmanın gerekçesi yapar. Anadolu, Mezopotamya ve İran’da kurulan Selçuklu Devleti, Arap, Acem, Kürt, Ermeni ve Asuri gibi yerli halkların yanısıra, bu topraklara yeni akan Türklerin de izlerini taşıyan karmaşık bir kültürel yapılanma içindeydi. Yalnız yerli halkların egemen sınıfları değil, bu topraklara yeni akan Türk unsurun egemenleri de kadın konusunda İslamiyetin katı kurallarını taşıyordu. Türk Sultanı Alpaslan’ın Veziriazamı Nizamülmülk Siyasetname’sinde kadınlar ve diğer dinsel öğretiler konusunda dile getirdiği olumsuz düşünceler, bu anlayışın ilginç örnekleridir ve bu düşünceler daha sonraki Osmanlı yönetiminin kadınlar ve heterodoks dinler konusundaki olumsuz tutumunun da adeta temelini oluşturur. Tanrılar da ağlar Saldığı aşk oklarıyla gerek insanların, gerek tanrıların gönüllerini yakıp tutuşturan tanrı Eros, aralarında geçen bir tatsızlık yüzünden bir gün tanrı Apollon’a çok kızdı…Eros yayını gerdi ve en yakıcı o ünlü aşk okunu tanrı Apollon’a gönderdi. Ayrıca onun gelecekte yanıp tutuşacağı sevgilisinin gönlüne de aşktan uzaklaştıracak bir ok saldı… Anadolu’nun çapkın tanrısı müzisyen Apollon, bir gün kavalını çala çala dolaşırken, güzeller güzeli su perisi Defne’yi, çevresinde geyiklerin, tavşanların dolandığı bir ırmakta yıkanırken gördü. Gerçekten de şimdiye dek böylesine bir güzel görmemişti müzisyen tanrı! Bu yüzden de ona deli divane tutuldu. Ne var ki ırmak tanrısı Pene’nin kızı Defne; yaşamının amacı olarak tek başına ormanlarda gezip tozmayı, sonsuz bir özgürlüğün tadını sonuna dek yaşamayı seçmişti. Ama babası tanrı Pene; onu bir an önce başgöz etmek, bir torun görmek istiyordu. O yüzden kapıda bekleyen sayısız damat adaylarından birini seçmesini istiyordu çok sevdiği kızı Defne’den.. Ne var ki Defne; tanrı Eros’un gönlünü her türlü aşka kapatan oklarıyla yaralı olduğundan, her damat adayına olmaz da olmaz diye tutturuyordu. İnatçı, hırçın ve gururlu Defne; ormanlarda hep o kuzu senin, bu geyik benim, gezip tozuyordu tek başına… Bu arada Defne’ye deliler gibi abayı yakan tanrı Apollon da; onu büyüleyebilmek için gece gündüz demeden, en yakıcı aşk ezgileri döktürüyordu kavalından. Bir gün yakışıklı, güzel bir avcı delikanlı kılığına bürünen tanrı Apollon, Defne’nin yanına gidip konuşmak istedi…Ne var ki onun niyetini anlayan perikızı Defne hemen kalkıp oralardan koşar adım uzaklaştı…Gene de umudunu yitirmeyen tanrı Apollon, böyle böyle pek çok kez avcı yada çoban kılığına bürünüp onunla arkadaş olmanın yollarını aradı hep. Ne var ki Defne de her seferinde kaçtı ondan…Çünkü güzeller güzeli bu bakir kız, Eros’un aşktan kaçırıcı oklarıyla yaralıydı..Özgürlük diyordu, bakir kalmak diyordu durmadan kendi kendine… Artık Apollon, bu inatçı kız yüzünden uykularını bile unutmuştu…En kötüsü, Olimpos’taki tanrılar ülkesine de uğramaz olmuştu! Babası Baştanrı Zeus da çok üzülüyor, oğlunun bu karşılıksız aşkına derman olamıyordu…Gene de tanrı Apollon, Defne’nin aşkını kazanabilmek için yapılabilecek belki de tek şey kaldığını düşünüyordu… Bu inatçı kızı yola getirmek için kendini tanıtmayı, tanrısal kimliğini ona açıklamayı düşündü. Ama bunu da kendi tanrısal gururuna pek yediremiyordu! …Kala kala yakıcı mı yakıcı şiirler yazıp bunları yedi delikli kavalından ezgilerine dönüştürmek kalıyordu..Evet bu inatçı kızı aşk şarkılarıyla büyüleyip kendisine yakınlaştırmak tek çıkar yoldu. Bu amaçla dağ çobanlarının geceleri yıldızların denizlerde yıkandığı saatlerde kavallarından döktürdükleri gibi yoksul ezgiler çalıp söyleyebilirdi. Hatta bunları kendi tanrısal ezgileriyle harmanlayıp bütünleştirebilirdi…Bunun üzerine tanrı Apollon, Defne’nin yüreğini yumuşatabileceğini sandığı en güzel çoban ezgilerini öğrendi. Bunlara kendi yazıp bestelediklerini de ekledi. Bir eylül sonu akşamüstünde Defne avdan dönmüş, gene babası ırmak tanrısının pırıl pırıl sularında yıkanıyordu her zaman olduğu gibi…Ama çevrede koşup sıçrayan geyiklerin birdenbire oldukları yerde pusup kaldıklarını, ağaçlarda kuşların sustuğunu, Akdeniz göklerindeki kıpkızıl yorgun güneşin bile döngüsünü durdurup kulak kesildiğini gördü…Kendine yüz vermeyen bir sevgiliye yakılmış, yalnız ve çaresiz mahzun Anadolulu bir çobanın kavalından dökülen ezgilerdi bunlar. Gerçekten de Defne; bir ara bu yoksul çoban ezgisine, dağ başlarındaki ayılar ve kartallarla birlikte kendini kaptırıverdi! …Ne var ki az ötesinde, kendine doğru gelen aynı avcı delikanlıyı fark etti… Hemen koşmaya başladı..Avcı ve çoban kılığındaki tanrı Apollon da onun ardı sıra koşmaya başladı. Bir tavşanı kovalayan tazı örneğindeki gibi bir koşu başladı ormanda. Defne koşuyor, çoban koşuyordu! Ensesinde bir tazının sıcak nefesini duyar gibi oldu bir ara…İşte o anda avcı kılığındaki tanrı Apollon, soluk soluğa diller dökmeye başladı yanıp tutuştuğu sevgilisi Defne’ye: “Ben ne bir avcı, ne bir çobanım, diyordu yana yakıla…Ben Zeus’un oğlu tanrı Apollon’um! Kavallara, sazın tellerine en güzel esinleri ben verdim. Ben doğanın bitkilerinden her derde deva ilaçlar yaptım. Ama hiçbiri derdime derman değil. Ben avcı değilim, ama asıl sen vurdun beni ta canevimden! ” Önde Defne, arkasından sevginin kızgın alevleriyle tutuşmuş Apollon; her ikisi de koşuyor da koşuyordu! Sevginin ışıklarıyla sarılmış kanatlarıyla uçuyor gibiydi tanrı Apollon…Artık neredeyse soluğu kesilen Defne, babası ırmak tanrısına ulaşabildi sonunda. Apollon’un elinden kurtarmasını diledi ondan. Ver olduğu yere yığılıverdi..Tanrı Apollon, onu sevinçle kucağına aldı…Ama o da ne? Bir gevşeklik sarmaya başladı bedenini Defne’nin... Göğsü, kolları başı yapraklanıp bir ağaca dönüşüverdi... Artık yüreği hop hop atan bir ağaç vardı avcı Apollon’un kollarında! Ve tanrı ilk kez çaresiz, sessizce ağlamaya başladı…Artık bundan böyle, dedi ağaca, benim ağacım ol! .. Senin dalların kahramanlara çelenk olsun. Ezgilerde türkülerde yan yana adlarımız anılsın… Ve tanrının bu dileği yerine geldi. İşte o yüzden binyıllardan beri defne ağacına dönüşen güzeller güzeli bu peri kızının serüveni; sayısız ozanların şiirlerine esin kaynağı oldu; nice müzisyenlerin çalgılarında en yanık aşk ezgilerine dönüştü… EUROPA Europa Suriyeli çok güzel bir kızdı. Öyleki parlak teni göz alıcı bakışı ile dillere destan olmuştu. Eğlenceyi ve gezmeyi çok severdi. Sabahtan akşama kadar tüm vaktini kırlarda deniz kıyısında arkadaşları ile birlikte gezerek geçirirdi. Gene böyle bir gün, deniz kenarındaki bahçelerden birinde arkadaşları ile çiçek toplarken Zeus Europa'yı gördü. Onun güzelliği baş tanrının aklını başından almıştı. Karısı Hera'nın haberi olmadan güzel Suriyeliye yaklaşabilmek için altın rengi bir boğa şekline girdi ve kızların çiçek topladıkları bahçenin etrafında gezinmeye başladı. Kızlar boğadan korkmak bir yana onu çok sevimli bulmuşlardı, ona yaklaşarak sevmeye başladılar. Güzel Europa ona yaklaştığı anda boğa yere yatarak kızın ayaklarına kapandı. Europa boğanın sırtını okşayarak yavaşça üzerine oturdu.Tam arkadaşlarıda ona katılacakken boğa birden ayaklandı ve ve sırtında Europa ile denize doğru koşmaya başladı. Deniz kenarına vardığında azgın dalgaların hepsi sakinleşmiş durulmuştu. Boğa dalgaları yararak, denizde kumlu bir ovada koşuyormuş gibi hızla oradan uzaklaştı. Bir süre sonra kıyıya vardıklarında Zeus genç kızı bir çınarın gölgesine bıraktı ve boğa şeklinden sıyrılarak tekrar tanrı şekline döndü ve ona kendisini tanıttı. Horalar aceleyle Zeus ve Europa için bir yatak hazırladılar. Bu birleşmenin yapıldığı yere gölge saldığı için o günden beri çınar ağacı yapraklarını hiç dökmez. Kirid kralı Minos bu birlikteliğin sonucunda doğmuştur. HEPHAISTOS (VULCAN) Hephaistos ateş tanrısı idi. Zeus ile Hera'nın oğlu olan bu tanrı topal olarak doğdu, üstelik çokda çirkindi. Hera onu doğurduğunda çirkinliğinden utandı, ve diğer tanrıların kendisiyle alay etmesinden korkarak onu Olympos'tan aşağı fırlattı. Hephaistos'un Olympos'tan aşağı Lemnos adasına düşüşü tam bir gün sürdü. Bir hocanın yardımıyla burada demir, bronz ve değerli madenler üzerinde çalışma sanatını öğrendi ve ve bir yanardağın içine demir atölyesini kurdu. Bu demirhane de insanı hayrete düşürecek sanat şaheserleri yarattı. Nadide yüzükler, bilezikler kalkanlar yaptı. Fakat annesini ve onun kendisine yaptıklarını hiç unutmadı. Annesinin yanına çağırılması için bir şeyler yapması gerekiyordu. Ve bir gün oturup annesi Hera için altından muhteşem bir that yaptı. Bu öyle bir tahttı ki insanın gözlerini kamaştırıyordu, diğer yandan hiç te göründüğü gibi değildi. Görünmez bağlardan yapılmış kıskaçları vardı ve üzerine biri oturduğunda bir daha açılmamak üzere kilitleniyor oturan kişiyi hapsediyordu. Tahtı Olympos'a yolladığında Hera tahtın ihtişamına hayran kaldı, fakat üzerine oturur oturmaz kıskaçlar kapandı ve Hera tahta bağlanıp kaldı. Bütün tanrılar el birliği ile onu tahtan kurtarmaya çalıştılar ama başaramadılar. Son çare Hephaistos'u çağırdılar fakat Hephaistos kulak asmadı. Tüm çağrıları duymuyormuş gibi davrandı. Kendisine yaptıklarından dolayı Hera'nın cezasını çekmesini istiyordu.Zeus Hermes'I yolladı ancak Hermes onu Olympos'a çıkmaya razı edemedi. Ardından Ares geldi, onu Olympos'a çıkarmak için zor kullanmaya çalıştı ama, Hephaistos onu kavgada yendi ve gerisin geri geldiği yere yolladı. Bunun üzerine şarap tanrısı Dionysos onu getrimeye talip oldu ama o çok farklı bir yol denedi. İçirdiği şaraplarla Hephaistos'u sarhoş ederek ondan Hera'yı that'tan kurtaracağına dair söz aldı.Fakat Hephaistos bunu tek bir şartla yapmayı kabul edecekti. Bunun için Tanrılar katına kabul edilmesi ve güzeller güzeli Aphrodite'in kendisiyle evlenmesi. Karısının daha fazla acı çekmesine dayanamayan Zeus oğlunun şartlarını kabul etti. Bunun üzerine Dionysos onu alıp Olympos'a götürdü. Hephaistos Hera'yı kurtardıktan sonra ilk iş olarark kendisine baştan başa tunçtan bir saray yaptı. Saray güneş doğunca parıl parıl parlıyordu, dör tarafına yıldızlar serpiştirilmişti. Görenleri hayran bırakan sarayın bir tarafına da muhteşem demirhanesini yerleştirdi. Hephaisto her sabah güneş doğduktan sonra atolyesine gidiyor, akşama kadar hiç durmadan çalışıyor, tanrıları ve insanları hayrete düşüren ve hayran bırakan şaheserler yaratıyordu. Zeus için muhteşem bir asa ve altından that imal etti. Demeter içinse parlak bir orak. Apollon ve Artemis içinse sağlam ve hızlı oklarla, ok kılıfları yaptı. Tüm bunların yanında Olympos'u süslemek için elinden geleni yaptı; Apollon için güzel bir saray inşa etti, Zeus'un sarayını güçlendirip süsledi. Ve tanrılar için onların arzularına gör hareket edecek koltuklar imal etti. Hephaistos sadece tanrılar için değil insanlar içinde bir çok iyilik yaptı. Çirkin ve topal olmasına rağmen iyi kalpli oluşu ile gerek tanrılar gerekse insanlar tarafından sevildi ve sayıldı. Ama arzu ettiği ve hak ettiği mutluluğa hiç bir zaman tam olarak ulaşamadı. Onu sevmeyen ve sürekli aldatan Aphrodite ile olan evliliği ona mutluluktan çok acı ve utanç getirdi. Üç Güzeller Masalı Peleus'la Thetis'in Olympos'ta kutlanan bir düğününe Fesatlık Tanrıçası Eris davet edilmemiş... fesatlık bu ya boş durur mu, düğüne davetsiz gelip masanın ortasına altın bir elma atıvermiş, elmanın üzerinde 'en güzele' yazıyormuş. Bütün kadınlar elma benim, bana yakışır diyerek elmayı sahiplenmeye kalkmışlar, bunun üzerine en güzeli Tanrılar Tanrısı Zeus seçsin denmiş, ama Zeus elmayı karısı Tanrıça Hera'ya verse diğer Tanrıçalar kıyameti koparacaklar, başka Tanrıçalara verse bu sefer de karısı ortalığı kaldıracak, Zeus bu işi başından savmak için Kaz Dağlarının yakışıklı çobanı Paris'i elmayı en güzele vermesi için görevlendirmiş. Bu karmaşadan sonra ortada en güzelim diye üç Tanrıça kalmış. Zeus'un karısı Hera, Akıl Tanrıçası Atena, Güzellik ve Sevgi Tanrıçası Venüs. Bu üç Tanrıça, yakışıklı çobanın karşısına çıkmışlar. Çobanın elinde 'en güzele' diye yazan altın elma, karşısında yürekleri heyecandan çarpan üç Tanrıça... Tanrıçalar başlamışlar akıllarına gelen vaatlerle çobanı etki altına almaya. Atena; ün, şan vaat etmiş, Hera; zenginlik ve kuvvet. Venüs ise, dünyanın en güzel kızını vaat etmiş. Atena ve Hera en güzel elbiselerini giyip, en süslü mücevherlerini takmışlar, oysa güzellik örtü istemez, güzellik onun örtüsü diyen Venüs bunların hiçbirini yapmamış. Paris'in altın elmayı tutan eli kımıldamış... herkes heyecan içinde ve el geniş bir kavis çizerek Venüs'e doğru uzanmış. Paris üzerinde 'en güzele' yazan altın elmayı Venüs'e vermiş... PARİS DEDİKLERİ Paris, öbür adıyla Aleksandros, Troya kralı Priamos'la karısı Hekabe'nin en küçük oğlu. Kraliçe onu doğurmadan birkaç gün önce uykusunda bir düş görmüş: karnından çıkan bir alev Troya surlarını sarıyor, bütün şehri yangına veriyormuş. Falcılar bu düşü kötüye yorumlamışlar, doğacak olan çocuk şehri yıkıma götürecek demişler. Bebek doğunca da Priamos onu İda dağına bırakmak üzere bir uşağına vermiş. Uşak Paris'i dağa bırakmış, vahşi hayvanlar hakkından gelir diye düşünmüş. Ama öyle olmamış, bir dişi ayı gelip bebeği emzirmiş. Bir süre bu böyle gitmiş, sonra çocuğu Agelaos adındaki bir çoban bulmuş, evine götürmüş ve kendi çocuklarıyla bir arada büyütmüş. Paris çobanlar arasıdan güzelliği yardımseverliğiyle dikkati çekermiş, sürülerine çok iyi baktığı için, ona koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını takmışlar, dağda önce Oinone adlı bir nympha ile sevişmiş. Evlenmişler, ama mutlulukları uzun sürmemiş. OİNONE Oinone İda dağının nymphalarından biridir. Paris ile evlenir. Paris güzellik yarışmasında yargıç olarak çağrıldığında onu vazgeçirmeye çalışır ama başaramaz; ancak bir gün yaralanırsa onu gelip bulmasını söyler. Apollon'un kendisine verdiği şifalı otlar vardır. Paris Troya savaşının sonlarında Philoktetes'in attığı bir okla yaralanınca Oinone'nin bu sözünü hatırlar, ona haber gönderir, ama nympha yardıma gelmez. Paris ölünce Oinone pişman olup canına kıyar. (Nympha: Aslında başı örtülü, yani gelin anlamına gelen nympha kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan doğal ve tanrısal varlıkların dişi olanlarına verilen addır. Homeros'a göre nympha'lar Zeus'un kızlarıdır.) ANKHİSES Troya kral soyundan olan Asarakos'un oğlu Ankhises Tanrıça Aphrodite ile sevişmiş ve Aineias'ın babası olmuştur. Homerik denilen övgülerden Aphrodite'e ayrılmış olanı, bu sevişmeyi en ince ayrıntılarına dek anlatır: Tanrıça Ankhises'i İda yamaçlarında sığırlarını otlatırken görür, delikanlının güzelliğine vurulur ve dağa iner. Övgüde 'canavarların anası, bin pınarlı İda' diye tanımlanan İda dağına Aphrodite'in inişi, peşinde vahşi hayvanlar sürükleyen ana tanrıçanın gelişine benzetilmiş, tanrıçanın büyüsüne kapılan hayvanların ormanlarda, fundalıklarda sevişmesi gösterilmiştir. Tanrıça Phrygia'lı bir genç kız kılığına girer de öyle görünür Ankhises'e. Troyalı prens arzu ile yanıp tutuşarak tanrıçaya yaklaşır. sevişmelerinin sonunda gülümser tanrıça, sevgilisine şöyle seslenir: Senin bir oğlun doğacak, Troya'lılara kral olacaktır o ve çocuklarına çocuklar doğacaktır sonsuzluğa dek! Tanrıça doğuracağı oğlanı büyütmek için nympha'lara vereceğini, onu beş yaşında babasına tanıtacağını ve çocuğun kimin olduğu sorulursa sakın Aphrodite'in oğlu olduğunu bildirmemesini, yoksa Zeus'un yıldırımına çarpılacağını söyler ve Ankhises'i bırakıp gider. Bir efsaneye göre Ankhises tanrıçanın sözünü tutmaz, fazlaca içtiği bir gün Aphrodite ile sevişmiş olmakla övünür ve çarpılır. Bunun sonucunda topal kaldığı, Troya'dan kaçarken Aineias'ın onu sırtına almasının nedeninin bu olduğu anlatılır. PARİS’İN YARGISI ZEUS, HERMES, HERA, ATHENA, APHRODİTE, PARİS ZEUS – Şu elmayı al da, Hermes, Phrygia’ya git, Priamos’un oğlu sığırtmacı bul; İda dağlarının Gargaros tepesinde sürüsünü otlatır. Ona dersin ki: “Sen güzel olduğun, sevda işinden de anladığın için, Paris[3], Zeus sana emrediyor, bu tanrıçalara bakıp hangisinin daha güzel olduğunu söyleyeceksin; kazanana da ödül olarak bu elma verilecektir.” Ona böyle dersin. Siz de, tanrıçalar, hakemin önüne çıkmak sırası geldi artık. Hanginizin daha güzel olduğunu ben kendim kesip atamam, çünkü ben üçünüzü de bir severim, üçünüz birden kazansanız ben daha memnun olurum. Hem güzellik ödülünü içinizden birine veren, öbür ikinizin mutlaka kinine uğrar. Bunun için hakemlik etmek bana gelmez; ama şimdi sizi gönderdiğim o genç Phrygia’lı krallar soyundandır, bizim Ganymedes ile de akrabalığı var. Zaten gönlü saf bir delikanlıdır, size bakmaya lâyık değildi, diyemezler. APHRODİTE – Sen beni, Zeus, Momos’un[4] karşısına çıkarsan, ben gene kendime güvenir, giderim. Bende ne bulur da alay eder? Ama bakalım o dediğin adam bu hanımların da hoşuna gider mi? HERA – Bizim bir şeyden çekindiğimiz yok, Aphrodite, hakem diye senin Ares’i getirsinler, ondan da korkmayız. O Paris kim olursa olsun, kabul ediyoruz biz. ZEUS – Ya sen, kızım, sen ne dersin? Başını çeviriyor, kızarıyorsun, değil mi? Siz kızlar öylesinizdir, böyle işlerde utanıp kızarırsınız. Ama, belli, sen de kabul ediyorsun. Haydi gidin artık; kazanamayanlar ad kızıp o delikanlıya bir kötülük etmeyin sakın; üçünüz de bir derecede güzel olamazsınız! HERMES – Biz şimdi doğru Phrygia’ya: ben öne düşeyim, siz peşim sıra gelirsiniz; hiç tasanız olmasın. Ben o Paris’i tanırım, güzel delikanlıdır, sevda nedir, iyi bilir, bu gibi işlerde de iyi hakem olur. Haksızlık edeyim demez o. APHRODİTE – Bu senin dediğin benim işime pek gelir; hakemin hak bilir bir adam olması bizim için daha büyük mutluluk! Ama o delikanlı bekâr mı, yoksa bir kadın var mı yanında? HERMES – Büsbütün bekâr değil, Aphrodite. APHRODİTE – O da ne demek? HERMES – Öyle sanıyorum ki İda’lı bir kadınla oturuyor[5]; güzelce bir şey ama pek köylü, bir dağ kadını; doğrusu Paris’in de ona artık pek baktığı yok. Ama sen bunları neden soruyorsun? APHRODİTE – Hiç, sormuştum öyle. ATHENA – Yo! Öyle ayrı konuşmak olmaz, Hermes, sen elçisin, elçiliğini bil. HERMES – Ben kötü bir şeye kalkışmadım ki, Athena! Konuştuklarımızda sizlere karşı bir şey yoktur. Aphrodite bana Paris evli midir diye sormuştu, işte o kadar. ATHENA – Onu neden merak etmiş? HERMES – Bilmem; kendisi, aklıma öyle geldi de sordum, bir maksadım yoktu diyor. ATHENA – Peki, bekâr mıymış? HERMES – Değile benziyor. ATHENA – Ya savaşmayı, ün salmayı sever mi? Yoksa sığırtmaçlıktan başka bir şey bilmez mi? HERMES – Doğrusu, orasını iyice söyleyemem, bilmiyorum ben ama genç olduğuna bakılırsa dövüşüp şan kazanmayı sever elbette; savaşlarda birinci gelmeyi istemez mi hiç? APHRODİTE – Athena ile ayrı konuşuyorsun diye, bak ben kızmıyorum. Böyle küçük işler için söz etmek, Aphrodite’nin âdeti değildir. HERMES – O da bana senin sorduğunu sormuştu; sana yanız verdiğim gibi ona da yanıt verdimse bunda senin kızacağın, sana zararı dokunur sanacağın ne olabilir ki? Bakın, konuşa konuşa yıldızlardan hayli uzaklaştık, Phrygia’ya geldik bile. Ben artık İda dağlarını, Gargaros’u görüyorum; yanılmıyorsam şu da size hakemlik edecek olan Paris. HERA – Hani nerede? Ben görmüyorum. HERMES – İşte şurada; sola bak, ama ta tepeye değil, dağın yanına bak, hani bir in, bir de sürü var, orada. HERA – Ben sürü mürü görmüyorum ki! HERMES – Nasıl görmüyorsun? Hele parmağımla gösterdiğim yana bak, orada genç genç öküzler görmüyor musun? Bir de adam var koşarak kayadan iniyor; sürü dağılmasın diye elinde bir değnek tutuyor. HERA – Şimdi gördüm, ama bilmem o mu? HERMES – Ta kendisi. Ama madem ki bu kadar yaklaştık, beni dinlerseniz artık yere inelim de yürüyelim; birden bire gökten düştüğümüzü görürse korkar sonra. HERA – Doğru söylüyorsun, öyle yapalım… İşte indik artık. Aphrodite, sen hele öne düş de bize yol göster; buraları sen elbette bilirsin, kaç kez gelip Ankhises’le buluşmuşsun. APHRODİTE – Senin bu alayların benim umurumda bile değil, Hera. HERMES – Size yolu ben gösteririm; İda’da ben de oturdum. Zeus’un genç Phrygia’lıya tutulduğu günlerdeydi, çocuğu gözetleyeyim diye beni buralara gönderdi; kartal olduğu gün de yanındaydım, o güzel oğlanı onunla birlikte ben de tutuyordum. Hatırımda iyi kaldıysa, onu işte şu kayadan alıp kaçmıştı. Çocuk, sürüsüne kaval çalıyordu. Zeus tepesine çöktü, tırnaklarıyla usulca sardı, başındaki tacı gagasıyla yakaladı, çocuğu yerden kaldırıverdi; oğlancağız boynunu bükmüş, ona öyle şaşkın şaşkın bakıyordu. Korkusundan kavalını düşürmüştü, ben onu alıp… İşte sizin hakem; gidelim yanına. Bahtın açık olsun sığırtmaç. PARİS – Senin de delikanlı, dilerim Zeus’tan açık olsun bahtın. Ama sen kimsin de böyle bizim yanımıza geliyorsun? Bu getirdiğin kadınlar da kim? Bu güzellikleriyle dağlarda ne işleri var onların. HERMES – Kadın değil ki onlar! Bu gördüklerinin biri Hera, biri Athena, biri de Aphrodite, Paris; beni soruyorsan, ben de Hermes’im; beni sana Zeus gönderdi. Ama sen niçin öyle titreyip sararıyorsun? Gönlünü ferah tut, korkma bir şeyden. Zeus, bu tanrıçalardan hangisinin daha güzel olduğunu söylemeni istiyor. Senin için, kendisi de güzeldir, sevda işinin ehlidir, kararını versin dedi. Hele şu elmanın üzerini oku, ödülün ne olduğunu da anlarsın. PARİS – Ver bakalım, ne yazıyor. “Elma en güzelin olsun” demiş. Peki, ama Hermes efendimiz, ben ölümlü bir insanım, hem de bir köylüyüm, bir çobanın gözleri bu kadar güzel şeylere alışık mıdır? Ben nasıl hakemlik ederim? Böyle işler olsa olsa kent uşaklarına yakışır. Bana iki keçiden hangisinin daha güzeldir, iki düveden hangisi daha güzeldir, onu sor, belki bilirim. Bu tanrıçaların biri güzellikte ötekinden aşağı kalmıyor ki! İnsan nasıl birinden gözlerini ayırır da ötekilere bakar, anlayamıyorum; gözler birinin bir yerine ilişti mi, ona hayran hayran bağlanıp öyle bakıyor. Başka bir yere geçse, onu da güzel buluyor; hasılı nereye çevrilse, oranın büyüsüne kapılıp kalıyor. Keşke ben de bir Argos olsaydım da her birine bütün vücudumla bakabilseydim! Bence en doğrusu, elmayı üçüne birden vermektir. Zaten şunu da bir düşünmeli: Biri Zeus’un hem kızkardeşi, hem de eşi; ötekiler ise kızları… Hal böyle iken, kesip atmak kolay mıdır hiç? HERMES – Kolay mı değil mi, orasını ben bilmem; ama Zeus öyle buyurdu. PARİS – Bari, Hermes, sen tanrıçalara şunu söyle: ikisi ödülünü alamayacaklar, ama bana kızmasınlar; bilsinler ki bu işte benim ancak gözlerim yanılır. HERMES – Kızmayacaklarına söz veriyorlar. Ama sen de artık uzatma, ver vereceğin yargıyı. PARİS – Mademki kurtuluş çaresi yok, bir deneyeyim, Ama sen bana önce şunu söyle; onlara böyle oldukları gibi mi bakacağım, yoksa inceleme tam olsun diye soyacak mıyım? HERMES – O senin bileceğin şey; hakem sensin, dilediğini emredersin. PARİS – Dilediğimi mi? Çıplak görmek isterim elbette. HERMES – Haydi tanrıçalar, soyunun. Sen inceden inceye bakarsın, ben başımı çeviriyorum. HERA – Peki, Paris önce ben soyunayım da gör; benim beyaz olan yalnız kollarım değildir, yalnız iri gözlerimle de göğsümü germem; her yanım güzeldir benim. PARİS – Aphrodite, sen de soyun. ATHENA – Aman, Paris, dikkat et, Aphrodite kemerini çıkarmadan soyunmasın, tılsımlıdır onun kemeri, seni de büyüler; hem buraya böyle aşifteler gibi sürünüp gelmesi hiç de hoş değildi, güzelliğini olduğu gibi göstermeliydi. PARİS – Kemer için dediği doğru; çıkarıver. APHRODİTE – Sen de, Athena, miğferini neden çıkartmıyorsun? Sorgucunu sallayıp durman da hakemi korkutmak için mi? Yoksa tüyler ürperten o miğferi çıkartırsan, tirşe gözlerin beğenilmez diye mi çekiniyorsun. ATHENA – Çıkardım işte miğferimi. APHRODİTE – Al, ben de çıkardım kemerimi. HERA – İşte, üçümüz de soyunduk. PARİS – Ey ulu Zeus! Nedir bu gördüklerim! Bu ne güzellik! Bu ne büyük haz! Kız ne kadar güzel! Öteki de gerçekten Zeus’a lâyık görkemli bir ece! Ya şunun tatlı bakışı, o ince insanı çıldırtan gülümsemesi! Şimdi ben bahtiyarlığın en yüksek derecesine erdim. Ama, bir diyeceğiniz olmazsa, her birinizi bir de ayrı ayrı görmek isterim; çünkü şimdi şaşırıp kaldım, hanginize bakacağımı bilemiyorum. APHRODİTE – Yapalım dediğini. PARİS – Hele siz ikiniz çekilin de burada yalnız Hera kalsın. HERA – Peki, kalayım; bana iyice baktıktan sonra bir de şunu düşün; senin ödülüne karşılık ben de sana bak ne armağanlar vereceğim; en güzel diye beni seçersen, ben seni bütün Asya’nın efendisi ederim. PARİS – Öyle armağanlar benim vereceğim yargıyı değiştirmez. Şimdi çekil, ben neyi doğru bulursam onu söylerim. Haydi, sen gel, Athena. ATHENA – Geldim işte. En güzel diye beni gösterirsen, Paris, savaşlarda hiç alt olmaz, hep sen yenersin; ben seni büyük bir komutan eder, nice ülkeleri eline geçiririm. PARİS – Benim savaşlarda, cenklerde gözüm yok, Athena; görüyorsun ki, şimdilik Phrygia da, Lydia da barış içinde; babamın devletinin çarpışılacak hiçbir düşmanı yok. Ama sen hiç merak etme, ben armağan almıyorum diye sana haksızlık edeceğimi sanma. Artık giyinip miğferini de takabilirsin: sana baktığım yeter, şimdi sıra Aphrodite’nin. APHRODİTE – Yanındayım işte. Vücudumun her yanına inceden inceye bak, bir yeri gözden kaçırma. Ama, güzel delikanlı, istersen şu diyeceklerimi de bir dinle. Ne zamandır seni tanırım, gençsin, güzelsin, öyle ki, bilmem bütün Phrygia’da bir eşin daha var mı? Bu şirinlinle bahtiyarsın doğrusu! Ama neden bu tepeleri, kayaları bırakıp da kente gitmezsin, güzelliğini bu yabani yerlerde soldurursun, bir türlü anlayamıyorum. Ne beklersin dağlardan? Senin güzelliğinin öküzlerine ne yararı olabilir ki? Sen evlenmelisin, ama öyle İda’lılar gibi kaba saba bir köylü kadın değil, Yunanistan’ın güzellerinden birini almalısın: Argos’lu mu olur, Korinthos’lu ya da Lakonia’lı mı olur, orasını sen bilirsin… Genç, güzel bir Helene var, benim kadar dilberdir o da; hem o sevsin diye yaratılmıştır. Seni bir görsün, hiç şüphe etmem, her şeyini bırakır da senin ardına düşer, sana kendini verir de bir daha koynundan çıkmak istemez. Onun sözünü duymuşsundur elbet. PARİS – Hayır, Aphrodite, hiç duymadım; ama sen ne biliyorsan söyle, beni memnun edersin. APHRODİTE – Leda’nın kızıdır; hani Zeus kuğu olup da bir güzel kadına gitmişti, işte onun kızı. PARİS – Yüzü nasıldır? APHRODİTE – Bir kere beyazdır, elbette, babası kuğu olunca o da beyaz olacak; sonra bir yumurtada büyüdü, onun için pek de narindir. Çok kere oyun yerlerinde çalışıp vücudunu inceltir, gürbüzleştirir. Bunun için çok oldu peşine düşenler; uğruna savaş bile oldu. Daha küçük bir kızdı, Theseus onu alıp kaçırdı. Gençlik çağına girince, Akhaia’lı bütün krallar onu almak için sıraya girdiler; o, Pelops oğullarından Menelaos’u seçti. İstersen, ben yolunu bulur, seni onunla evlendiririm. PARİS – Ne dedin? Sen beni kocalı bir kadınla mı evlendireceksin? APHRODİTE – Sen, bütün köylüler gibi saf bir delikanlısın; ama ben böyle işler nasıl becerilir bilirim. PARİS – Nasıl olur? Ben de bileyim bari. APHRODİTE – Sen, Yunanistan’ı gezip göreceğim diyerek yurdundan çıkarsın. Lakedaimon’a varınca, Helene seni görür; sana gönül verip ardına düşmesine gelince, orasını bana bırak. PARİS - Benim de asıl orasına aklım ermiyor: kocasını bırakıp da kendi yurdundan olmayan bir insanın, bir yabanın ardına düşer mi hiç? APHRODİTE - Onu sen hiç düşünme. Benim sevimli iki oğlum vardır: biri Arzu, biri de Aşk. Yolculuğunda sana arkadaşlık etsinler, gideceğin yerleri göstersinler diye onları yanına katarım. Aşk o kadının gönlüne giriverir, ne yapıp eder de seni sevdirir; Arzu da senin her yerine yayılır, kendi gibi seni de dilberleştirir, sana bir çekicilik verir. Ben de onların yanında bulunurum. Bundan başka Kharis’lere rica ederim, onlar da bizimle gelir, her birlik olur, Helene’yi kandırırız. PARİS – Bunların sonu neye varır, bilmem, Aphrodite. Ama ben Helene’ye gönül verdim bile. Şimdi bana öyle geliyor ki, ben onu görüyorum, gemiye binip Yunanistan yolunu tutmuşum, Sparte’ye varmışım, orada oturuyorum, o kadını elde etmişim… Anlamıyorum nasıl oluyor, ama kendimi böyle görüyorum işte… Bunlar bir an önce olmuyor diye de öyle üzülüyorum ki! .. APHRODİTE – Sana öyle bir eş getirenin zahmetini oyunla ödemeden hemen ateş alıverme, Paris. Ben sizinle birlikte gelirim, ama başımda zafer tacı bulunmalı, hem sizin düğününüzü, hem de kendi başarımı kutlamalıyım. Görüyorsun ya! Bu elma ile neler elde edebilirsin; aşk, güzellik, evlenme her şey senin olsun. PARİS – Ya yargıdan sonra sen bunları unutursan? APHRODİTE – Verdiğim sözü yerine getireceğime, istersen bir de yemin edeyim. PARİS – Hayır; o sözleri bir daha tazele yeter. APHRODİTE – Sana söz veriyorum: Helene senin eşin olacak, senin ardına düşecek, seninle birlikte İlion’a gelecek, Ben senin yanında olacağım, her işinde sana yardım edeceğim. PARİS – Aşk’ı, Arzu’yu, Kharis’leri de getirecek misin? APHRODİTE – Hiç merak etme. Dilek ile Düğün’ü de alır gelirim. Bu koşullarda ver bana elmayı. PARİS – Madem ki öyledir, buyur, senin olsun. ----------------- Sf. 36-42 SEÇME YAZILAR (mitoloji dünyası üzerine) SAMSATLI LUKIANOS [1] Kafkasya sıradağları. [2] Deniz tanrılarından Nereus’un kızı, Peleus’un karısı, Akhilleus’un anası. Oğlunu, ahretin çevresini yedi kere dolaşan, suyuna girenleri yaralanmaz kılan Styx ırmağına daldırmıştır; bunun için Akhilleus ancak tabanından yaralanabilirdi, çünkü tabanı anasının eliyle örtülmüş, o suya değmemiştir. [3] Troia kralı Priamons’nu oğlu Paris’in bir adı da Aleksandros’tur. [4] Momos, alay tanrısı. [5] Kebros’un kızı Oinone. Paris onu babasının evinden kaçırmıştı. Oinone geleceği bilirmiş, Paris’in bir gün vefasızlık edeceğini de söylermiş. [6] Tanrıl kelimesi ilahi karşılığı olarak kullanılmıştır. [7] Zeus’un oğlu, Aigina adası kralı. Adaletten ayrılmadığı için ölümden sonra ahretin üç yargıcından biri olmuştur. [8] Ahretin kapısını bekleyen yedi başlı köpek. [9] Ahrette bir nehir; suyundan içenler dünyadaki hallerini unuturlarmış. [10] Klitos, Gradikos geçidinde İskender’in canını kurtarmıştı; sonra bir ziyafette Philippos’u övdüğü için İskender onu öldürtmüştür. [11] Kallisthenes, Aristoteles’in hem akrabası, hem de tilmizlerindendir; çok açıksözlü olduğu için İskender kızmış, öldürtmüştür. Olymposlular (12 Büyük Tanrı) :. Olympos'ta oturan 12 büyük tanrı ve tanrıçanın Grekçe ve Latince adları, temsil ettikleri doğal güçler, simgeleri ve başlıca özellikleri asağıda özetlenmektedir: 1- Zeus (Jupiter) : Baştanrı; yerin ve göğün buyurucusu, şimşek savuran, bulut devşiren, gökleri gürleten tanrıdır. Elinde şimşek demeti ya da kartal bulunur; Karya'daki simgesi Labyrs denilen çift ağızlı baltadır. Karısının kıskançlıklarından çekindiği için, çeşitli kılıklara girerek, güzel kadınlarla sevişir. Olympia'daki tapınağında bulunan, Phidias'ın yapıtı olan Zeus heykeli, dünyanın yedi harikasından birisi sayılır. Bergama'daki Zeus Sunağı'da, Hellenistik Çağın başyapıtı olarak kabul edilir. 2- Hera (Junon) : Zeus'un kızkardeşi ve karısıdır. Evlilik tanrıçasıdır. Simgesi tavus kuşudur. Kollarının güzelliği ile ünlüdür; Kabartma heykel ve resimlerde kolunun açık ve güzel olarak gösterilişi, onu tanıtan nitelikerdendir. Her adına kurulmuş en güzel tapınaklardan birisi Pergamon (Bergama) akropolünde idi. 3- Athena (Minerva) : Zeka, hikmet, bazen de savaş tanrıçası olarak karşımıza çıkar. Simgeleri kalkan ve zeytin dalıdır. Söylenceye göre bir gün baştanrı Zeus'un başı ağrımış. Oğlu ve demirciler tanrısı Hephaistos'a buyurmuş: 'Hadi oğlum, en büyük varyozunu, olanca gücünle başıma indir! ' Hephaistos yapmış söyleneni ve Zeus'un yarılan başından, elinde kalkanı ve kılıcı ile Athena fırlayıp çıkmış. Bilimin, küçük el sanatlarının akropollerin koruyucusu sayılan Athena'nın en ünlü tapınakları Bergama ve Atina akropollerinde idi. Atina kenti adını, bu tanrıçadan alır. Derler ki; bu kent ve insanlık için en değerli armağanı getirenin adının, kente verileceği açıklanmış. Athena, Anadolu'dan, Ayvalık kıyılarından bir zeytin fidanın götürüp sunmuş ve kente O'nun adı verilmiş... 4- Apollon (Phobios) : Işık, güzel sanatlar ve güneş tanrısı Apollon, Zeus'un Leto'dan olma oğlu, Artemis'in ikiz kardeşidir. Simgeleri yay, lir ve defnedir. En ünlü ek adı 'Lykegenes'ten de anlaşılacağı gibi Anandolulu, Lykia'lı (Likya'lı) dır. Lykia 'ışık ülkesi', Lykegenes de 'ışık ülkeli', 'ışık saçan' demektir. Apollon geçmişten ve gelecekten haber verir (çünkü güneşten hiçbirşey saklanamaz) . Mousa (muse) lar denilen 9 sanat perisinden oluşan koroyu yönetir. En ünlü tapınakları, Didyma (Didim) , Klaros (İzmir, Değirmendere ilerisinde Ahmetbeyli) , Patara (Kaş'ın Ovegelmiş köyü yakını) , Gryneum (Aliağa kuzeyinde, Yenişakran köyü) ve Yunanistan'da Delphoi'de idi. 5- Artemis (Diana) : Zeus ile Leto'nun kızı, Apollon'un ikiz kardeşi olan Artemis, ay, av ve iffet tanrıçasıdır. Hem bakiredir, hem de ana, hem de doğum yapan kadınların yardımcısı. Eşdeyişle, üçlek bir tanrıçadır. Simgeleri geyik ve aydır. Adına, dünyanın yedi harikasınınn birincisi olan ünlü tapınağın kurulduğu Efes'te Ana Tanrıça olarak saygı görmüştür. En güzel heykelleri, Efes Arkeoloji müzesindedir. Artemis, Efes'te Anadolu'nun ana tanrıçası Kybele'ni yerini almış; Bereket tanrıçası olmuştur. Efes Arkeoloji Müzesi'ndeki Kolosal Artemis ve Güzel Artemis heykellerinde birçok göğüs görülür. Bu göğüsler nedeniyle tanrıça, 'Artemis Polymastos' (Çok memeli Artemis) diye anılır. Tacındaki kapı sapartması, Tanrıça'nın aynı zamanda kentin koruyucusu olduğunu gösterir. Artemis hem anadır, hem de bakire. Bu nedenle erkeklerden kaçar. Günlerden bir gün çobann Aktaion, Tanrıça'yı çıplakken görür. Buna içerleyen Artemis, çobanı geyiğe çevirir ve onu kendi kendi köpekleri parçalar. Diğer bir hikayede ise adı Selene'dir. Karanlık gecelerde 'Hekate' diye adlandırılan Artemis'in Anadolu'daki başlıca tapınakları Efes, Perge, Sardes ve Meandros Magnesiası'nda idi. 6- Hermes (Mercure) : Haberci tanrı, tacirlerin ve hırsızların tanrısıdır. Simgeleri kanat ve Apollon'un armağanı olan Kerykeion denilen yılanlı altın değnektir. Doğar doğmaz konuşmaya başlayan Hermes, iyi konuşmayı da temsil eder. Özellikle Zeus'un ulağıdır. Efes Küretler Caddesi'nde, Hermes'i, kurban götürürken gösteren kabartmalı bir kaide vardır. Fenike'liler, ticarette en güçlü rakipleri olan Erytrai'lilerle, Khios'luları birbirine düşürmek için, Hermes'in şat üzerine yerleştirdikleri altın kaplama bir heykelini denize bırakmışlar. İki kentin insanları kayıklara atlayıp, heykelin başına varmışlar. Çocukların bayrak kapmaca oyununda olduğu gibi, iki kentin temsilcileri, heykeli kendi taraflarına çekmek istemişler. İki yanda başarılı olamamış. Erytrai'liler heykeli halatlarla kıyıya çekmek istemişler, ama kentteki bütün halatları uc uca ekledikleri halde kıyıya ulaştıramamışlar. Bunun üzerine Erytrai'li bir bilge kentteki kadınların saçlarından halat örülmesini teklif etmiş. Öneri yerine getirilmiş ve Hermes'in paha biçilmez heykeli Erytrai'ye çekilerek tapınağa konulmuş. 7- Hephaistos (Vulcan) : Yeraltı ateşini temsil eden Hephaistos, endüstrinin ve emekçilerin tanrısıdır; çirkindir ve topaldır. Simgeleri örs, çekiç ve de demirci kıskacıdır. Zeus ve Hera'nın oğlu olan Hephaistos; dişi insan güzelliğinin eşsiz temsilcisi, Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite'in kocasıdır. Atölyesini bir yanardağın altına kurmuş olan Hephaistos, demircilik sanatının erişilmez yaratılarını ortaya koymuştur. Yaptığı benzersiz yüzükler, bilezikler, yataklar, hem tanrıçalar tarafından paylaşılamaz, hem de onların başına çeşitli işler açar. 8- Hestia (Vesta) : Baştanrı Zeus'un kızkardeşi olan Hestia, ocak ve aile erdemleri tanrıçasıdır. Simgesi kutsal ateştir. İlkçağın hemen tüm önemli kentlerinde, kentin yaşadığını gösteren kutsal ateş, O'nun tapınağında yanardı. Bu ateşi koruyanlara Efes'te Küretler, öteki Iyonya kentlerinde Hestia Bakireleri (Roma çağında Vesta bakireleri) denirdi. 9- Ares (Mars) : Savaş tanrısı Ares, Zeus ile Hera'nın oğludur. Başlıca simgeleri miğfer ve mızraktır. Kükrediğinde yeri göğü inleten Ares; kabartma ve heykellerinde oku, yayı, mızrağı ve kalkanı ile, yakışıklı bir savaşçı olarak gösterilir. Gün gelir, Aphrodite'in sevgilisi olarak karşımıza çıkar. İlyada'da tanrıların, genellikle 'baş belası' diye niteledikleri, körükörüne savaşın temsilcisi Ares, aklın yönettiği savaşın temsilcisi Athena ile hiç geçinemez. Başta babası Zeus olmak üzere, birçok tanrı tarafından 'dönek' diye nitelendirilenn Ares'in aşkları da ünlüdür. 10- Aphrodite (Venüs) : Aşk ve Güzellik Tanrıçası olan Aphrodite'in simgesi güvercindir. Homeros'a göre, Zeus ile,Okeanos kızı Dione'den, Hesiodos'a göre ise, denizin köpüklü dalgalarından doğmuştur. Hesiodos'un anlattıklarına göre, Uranos, Gaia'dan doğan çocuklarını, doğar doğmaz toprağa soktuğu için, Toprak Ana şişmekte ve sancılarla kıvranmaktadır. Bu yüzden son oğlu Kronos' a bir tırpan verir. Kronos, tırpanla babasının hayalarını kesip denize atar: 'Dalgalı denize atar atmaz onları Gittiler engine doğru uzun zaman Ak köpükler çıkıyordu tanrısal organdan; Bir kız türeyiverdi bu ak köpükten. Önce kutsal Kythera'ya uğradı bu kız, Ordan da deninzlerle çevrili Kıbrıs'a gitti. Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça, Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu Narin ayaklarının bastığı yerden. Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar, Bir köpükten doğduğu için.' Gerçekten de Grekçe'de Aphros, köpük demektir. Bazı anlatıcılara göre Knidos (Datça) ile Kıbrıs arasında bir istridye kabuğundan doğan Aphrodite'i ak güvercinlerin çektiği bir gök arabası, Tanrılardağı Olympos'a götürür, O da ölümsüzler arasına karışır. Tanrıların en çirkini sayılan Hephaistos'la evlenen Aphrodite'in en güzel heykeli, Praxiteles'in yaptığı Knidos Aphrodite'idir. Bugün Paris Louvre Müzesi'nde bulunan Melos Aphrodite'i de, tanrıçanın ünlü heykelleri arasındadır. Aydın ilimizin Karacasu ilçesinin Geyre köyü yakınlarındaki Aphrodisias antik kenti, bu tanrıça adına kurulmuştur. 11- Demeter (Ceres=Serez) : Toprak, bolluk-bereket tanrıçası olarak saygı gören Demeter'in simgesi buğday demeti ve oraktır. Homeros destanlarında 'Güzel saçlı kraliçe', 'Güzel örgülü Demeter' diye anılan tanrıça'nı adını 'Ge-meter'(toprak ana) diye açıklayanlar vardır. Demeter, Hesiodos'a göre Kronos ile Rhea 'nın kızı, ikinci tanrı kuşağındadır. Demeter ekinleri ve özellikle buğdayı temsil eder. En çok tapıldığı yerler Eluesis, Sicilya, Trakya, ve Peleponessos'tur. En ünlü tapınaklarından birisi Bergama akrolopolündedir. En güzel heykellerinden biri (bronz) , Marmaris açıklarında süngercilerin ağına takılarak bulunmuştur. Knidos'ta bulunan mermer Demeter, üzüntüyü en iyi anlatan heykel sayılır. 12- Poseidon (Neptune) : Deniz ve hiddet tanrısı olarak bilinen Poseidon'un simgesi üç dişli yabadır. Adının 'Deniz'in efendisi' anlamına geldiği sanılmaktadır. Hesiodos' a göre Kronos ile Rhea'nın oğlu; Amphitrite'nin kocasıdır. Ek adı 'Yeri sarsan' olann Poseidon, sadece dalgaları kabartıp denizi altüst etmekle kalmaz, denizi çevreleyen toprakları da sarsar. İzmir Agorası'nda kabartması bulunan Poseidon adına Panionion'da (Kuşadası'nın Davutlar köyü yakınında) bir tapınak kurulmuştu. Bazı Tanrısal Kahramanlar Mitolojide Olmpos tanrılarından başka birçok ikincil tanrı, yarıtanru ve tanrısal kahraman vardır. Bunlardan en ünlüleri ile ilgili kısa bilgiler vereceğiz: 1- Herakles (Herkül) : Baştanrı Zeus'un Alkmene adlı olağanüstü güzel kadından doğma çocuğu olan Herakles, kuvvet ve kahramanlık simgesi, aynı zamanda da erdem tanrısıdır. Bu konulardaki yeteneğini doğar doğmaz gösteren Herakles'in başardığı 12 kahramanlık şunlardır: a) Nemea aslanını öldürmesi (Herakles kabartmalarında ve heykellerinde bu aslanın postunu üzerinde görmek mümkündür.) b) Lerna ejderini öldürmesi c) Erytmanthos dağındaki yaban domuzunu öldürmesi d) Kyneria geyiğini öldürmesi e) Stymphalos gölü kuşlarını öldürmesi f) Augias'ın ahırlarını temizlemesi g) Girit boğasını öldürmesi h) Atlarına insan eti yediren Biomedes'i öldürmesi i) Amazon kraliçesi Hippolythe'yi öldürüp sihirli kemerini alması j) Geryneus'un bekçisini öldürüp sürülerini ele geçirmesi k) Hespereidler bahçesindeki Batı kızlarının altın elmalarını ele geçirmesi l) Hiçbir ölümlünün gidip geri gelmediği ölüler ülkesi Hades'e gidip Theseus'u kurtarması, cehennem bekçisi üç başlı köpek Kerberos'u alıp yeryüzüne getirmesi. 2- Theseus: Atina Kralı Aegeus'un oğludur. Girit labirentinde yaşayan ve insanla beslenen Minotaurus'u öldürmesi, 'Ariadne'nin İpliği' başlıklı söylencede anlatılmıştır. 3- Oidipus: Thebai kentinin kurucusu Kadmos'un oğludur. Kadmos karısı İokaste'nin gebeyken gördüğü düşe dayanarak, doğan oğlu Oidipus'u ölsün diye dağa bıraktırır. Bir çobanın bulup büyüttüğü Oidipus çeşitli serüvenlerden sonra bilmeyerek babasını öldürerek, annesiyle evlenir. Gerçeği öğrenince de gözlerine mil çeker. 4- Sisypos: Aşırı kurnazlığı, onu-bunu aldatması yüzünden tanrıçalarca dayanılmaz bir işkenceyle cezalandırılır. Bir kayayı bir doruğa çıkarmaktır görevi. Ancak tam doruğa varacakken kaya geri yuvarlanır. Delikanlı yeniden aynı işe girişir. 5- Bellerophontes: Argos'un Ephyre ilinden Glaukos'un at tutkunu oğlu. 6- Perseus: Tanrıça Athena tarafından cezalandırılan ve 'Gurgon' diye anılan üç güzel kızkardeş var: Medusa, Stheno ce Euryala. Bunların saçlarının her teli bir yılanmış ve gözlerine bakanlar taş kesilirmiş. İşte Perseus, bunların (ya da sadece Medusa'nın) başını kesmiş 7-Tantalos: İzmir'i de içine alan bir ülkenin, belki Lydia'nın tanrısal kralı. Oğlunu tanrılara yedirmek istediği için akıl almaz bire cezaya çarptırılmış: Diz boyu su içinde, susuzluktan kırılıyor. İçmek için eğildiğinde sular çekiliveriyor. Başından meyve yüklü dallar sarkıyor. Açlıktan ölecek gibi. Meyve almak için kolunu uzattığında zalim bir rüzgar gelip, dalları göklere çıkarıyor. Varlık içinde yokluk, Üstelik bu işkence, dünya durdukça sürecek. (İngilizce'de bugün kullanılan tantalize (Eziyet etmek, boşa umutlandırmak) kelimesi Tantalos Söylencesinden gelir) HESTIA (VESTA) Mitolojide Hestia aile ocağını temsil eden bir tanrıçadır. Hetia Kronos ve Rhea'nın kızı, Zeus'un da kız kardeşidir. İlk doğan tanrıça olduğundan tanrılar katında büyük saygı görür baş tanrı Zeus bile ona saygı gösterir, onu çok severdi. Hestia sadece tanrılar tarafından değil insanlar tarafından da çok sevilir ve sayılırdı. Fakat bu sevgi ve saygı onu hiç bir zaman şımartmadı. O her zaman alçak gönüllü ve iyi niyetli davranır. Tanrıları öfkelendiren olaylar karşısında sakinliğini korurdu. Bu çok sevilen tanrıçanın talibi de çoktu. Poseidon ve Apollon ona aşıktı. Bir çok defa kendisiyle evlenme istediklerini dile getirmelerine rağmen Hestia her ikisini de red etti. Evlenmeyi düşünmüyor, istemiyordu. Ancak Poseidon ve Apollon pes etmediler. Bir gün Hestia'nın peşine düştüler, onu sıkıştırıyorlardı. Hestia zorlukla onların ellerinden kurtulup Zeus'a sığındı ve kendisini korumasını istedi. Ve Zeus bu çok sevdiği tanrıçayı himayesine alarak sonsuza dek bekar kalma arzusuna saygı göstereceğine dair ona söz verdi ve onu her zaman korudu. Hestia insanlara ev yapmalarını öğretir, aile hayatına ait huzuru. Mutluluğu sağlardı. Ailenin kutsallığını temsil eden Hestia baş tanrıça olarak sayılır buna göre saygı görürdü. Aileler evlerinde Hestia namına her zaman yanan bir ateş bulundururlardı. PYRAMOS VE THISBE Yaşadiği devrin en yakışıklı delikanlısı olan Pyramos ile bütün şark güzellerini gölgede bırakacak bir güzelliğe sahip olan Thisbe Semiramis'in saltanat sürdüğü memelekette birbirlerine aşık olan iki gençti. Birbirlerine bitişik evlerde doğup büyümüşer daha çocuk yaşlarda birbirlerine gönül vermişlerdi. Yaşları büyüdüğünde evlenmeye karar verdiler ancak aileleri buna izin vermedi. Onları birbilerine uygun görmüyorlardı. Ve görüşmelerine engellemeye çalıştılar ama iki sevgili ne yapıp edip görüşmenin bir yolunu buldular.Evleri ayıran duvarda küçük bir yarık vardı. Bu yarığı ikisinden başka kimse bilmiyordu. Her gün aynı saatte orada buluşur gizlice o yarıktan doğru konuşur birbirlerine güzel sözler fısıldar aşklarına karşı çıkan ailelerinden yakınırlardı. Bir gün birlikte kaçmaya karar verdiler. Ayrı ayrı evlerinden çıkıp Ninus'un mezarının başında buluşmaya karar vermişlerdi. Kararlaştırdıkları gece Thisbe karanlıktan yararlanıp gizlice evden kaçtı ve uzun bir yürüyüşün ardından Ninus'un mezarına ulaştı ve kararlaştırdıkları gibi Pyramos'u ağacın altında beklemeye koyuldu. Fakat tam o sırada ağaçların arasından ağzında henüz parçaladığı bir hayvanın kan lekesiyle dişi bir arslan çıkageldi. Thisbe korkuyla kaçarak uzaklaştı ve yakındaki bir mağaraya gizlendii kaçarken başındaki tülü düşürmüş ancak geri dönüp almaya cesaret edememişti. Arslan derede susuzluğunu giderdikten sonra tekrar ormana dönüyordu ki yerde Thisbe'nin eşarbını gördü ve kanlı dişleriyle parçaladı. Randevu yerine biraz geç gelen Pyramos arslanın yerde bıraktığı izleri görünce içine bir korku düştü ardından sevdiğinin parçalanmış kanlı tülünü fark etti ve korkusu acıya dönüştü. Göz yaşları içersinde Thisbe'nin tülüne sarıldı, sevdiğinin haksız ölümü onu kahretmişti. Bu acıya dayanamıyarak kınından bıçağını çıkardı ve sevdiğine kavuşabilme umuduyla bıçağı tam göğsüne sapladı ve kanı yere aksın diye ölmeden bıçağı geri çıkardı. Thisbe korkudan titremesine rağmen Pyramos'u daha fazla bekletmemek için yavaşça mağaradan çıktı ve randevulaştıkları ağacın olduğu yere gitti. Orada sevdiğini görmeyi umarken onun kanlar içindeki vücudunu görünce aklı başından gitti Sevgilisine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ama artık Pyramos için çok geçti. Thisbe önce kanlı bıçağı ardındanda parçalanmış tülü gördü. Sevgilisinin onun arslan tarafından öldürüldüğünü zannedip kendisini öldürdüğünü anlamıştı. Yerdeki kanlı bıçağı alıp sımsıkı sapına yapıştı. Eğer Pyramos sevgisi uğruna ölümü göze aldıysa oda alacaktı. Bıçağı havaya kaldırıp hızla göğsüne sapladı, cansız vücudu Pyramos'un vücudunun üzerine kapanmıştı. Tanrılar bu iki sevgilinin başlarından geçenlere üzülerek onların aynı yerde yatmalarına hiç değilse ölümde birlikte olmalarına müsade ettiler. HERO İLE LEANDROS Çok eski zamanlarda, bugün bizim Çanakkale boğazı dediğimiz 'Hellaspontos'un Avrupa kıyısında, Sestos adını taşıyan bir şehir bulunuyordu. Bu şehir surları arasında Aphrodite için yapılmış büyük bir tapınak vardı. Bu tapınakta Hero adında çok güzel bir rahibe vardı, bu rahibe güzelliği ile dillere destan olmuştu. Aphrodite mabedindeki kumrularla ilgilenen Hero'yu gören onu Aphrodite'ın kendisi zannederlerdi. Bu genç rahibe güzel olduğu kadar alçak gönüllüydü de. Bu yüzden Aphrodite bu kızı kıskanmak bir yana onu çok severdi. Her sene ilk baharın gelişi ile birlikte Sestos'ta şenlikler düzenlenir çevre şehirlerden insanlar akın akın buraya gelir Aphrodite'in mabedini ziyaret ederlerdi. İşte böyle bir bayram günü Leandros adında yakışıklı bir genç Aphrodite'in mabedindeki bir ayine katılmıştı. Abydos'lu olan Leandros getirdiği hediyeleri sunmak üzere mihraba yaklaştığında. Güzel rahibe Hero'yu görünce aklı başından gitti adeta, daha ilk bakışta ona aşık olmuştu. Ayin boyunca gözlerini güzel rahibeden ayıramamıştı. Sankikarşısındaki Aphrodite'in ta kendisiydi. Leandros gün batıncaya kadar mabedinin bir köşesinde bekledi. Ziyaretçiler birbir mabedi terk edince yavaşça mabed de tek başına kalan Hero'ya yaklaştı. Rahibe genç delikanlıyı görünce ürkerek geri kaçtı. Ama Leandros onu durdurdu. Ve oracıkta mihrabın önünde Hero'ya duyduğu aşkı dile getirdi. O günden sonra Leandros Hero'nun tüm itirazlarına rağmen her gün mabede gelip genç rahibeye duyduğu aşkı anlattı. Hero defalaca ona bir rahibe olduğunu ve böyle bir aşka karşılık veremiyeceğini söylediysede Leandros pes etmedi. Duyduğu sevgi öylesine büyüktü ki bir gün mutlaka hak ettiği karşılığı alacağına inanıyordu. Ve tüm çabaları ısrarları sonunda arzusuna kavuştu. Hero da onu seviyordu ancak aralarında büyük bir engel vardı. Hero deniz sahilinde ıssız bir kalede yaşlı bir kölenin kontrolü altında yaşıyordu, üstelikle Leandros'un yaşadığı şehirle aralarında denizde vardı. Ama Leandros aşkı uğruna herşeyi yapmaya hazırdı..buna gece karanlığında yüzerek denizi geçmekte dahildi. O akşam yaşadığı şehre geri dödüğünde sahile inerek denizi seyretti, gözleri ile karşı kıyıdaki kaleyi arıyordu. Bu sırada rüzgar şiddetini artırmış, bulutlar ayı ve yıldızları kapatarak ortalığı karanlığa boğmuştu.Issız kalede köle ile birlikte oturan Hero endişe ile dışarıyı izliyordu. Bir ara yaşlı kadına dönüp; 'Bu korkunç gecede kim bilir kaç balıkçı yolunu bulup evine dönemeyerek kendisini bekleyen karısının çocuklarının boynunu bükük bırakacak' dedi'Bence karanlıkta yolunu kaybeden denizcilere yol göstermek, onları felaketten kurtarmak için kalenin üstüne bir meşale yakarsak Aphrodite'yi de sevindirmiş oluruz' Bu sözlerle yumuşayan yaşlı kadın yerinden kalkıp bir meşale yaktı ve kalenin tepesine kolayca görülebileceği bir yere koydu. Esen rüzgar onu canlandırdı alevi daha da yükseldi ve etrafı aydınlattı. Hero heyecanla dışarıyı seyrederken duyduğu bir sesle kalbi küt küt atmaya başladı. Denize doru baktığında dalgalarla boğuşan birini gördü bu Leandros! tan başkası olamazdı..onu yaşlı köle de görmüştü. Aşağı inip delikanlıya kıyıya çıkabilmesi için yardımcı oldu ve onu rahibenin odasına götürdü. Leandros yorgunluktan bitkin ama sevdiğini tekrar görmekten mutlu bir halde genç rahibeye sarıldı. Yaşlı köle buna çok şaşırmıştı ancak onlara engel olmadı. O günden sonra Leandros her gece Hellespostosu yüzerek geçiyor sevdiğine ulaşıyordu. Günler haftalar aylar geçti ve güzel yaz günleri geride kaldı ve kışa yaklaştılar. Deniz eskisi gibi sakin ve sıcak değil, dalgalı ve soğuktu. Hero her gece yüzerek boğazı geçen Leandros için endişelenmeye başlamıştı bu yüzden ona bir süre birbirlerini görmemeleri gerektiğini söyledi. Bahar gelinceye kadar ayrı kalmaları gerekiyordu. Kışın boğazı yüzerek geçmek çok tehlikeliydi. Leandros her ne kadar istemesede sevdiğinin bu isteğine boyun eğdi. Ve bahara kadar gelmeyeceğine dair ona söz verdi. Ama bu ayrılığa sadece bir kaç gün dayanabildiler. Leandros Hero'nun yolladığı özlem dolu mektubu okuyunca daha fazla dayanamayarak hiç düşünmeden kendini azgı dlgaların kucağına attı ve bir an evvel sevdiğine kavuşabilme arzusu ile dalgalarla boğuşmaya başladı. Fırtına arttıkça artıyor dalagalar daha da aşılmaz bir hal alıyordu. Hero'nun yaktığı meşale şiddetli rüzgarlardan sönerek ortalığı karanlığa gömdü. Heycan içinde Leandros'un yolunu gözleyen Hero, yaşlı köle uyuduktan sonra gizlice sahile indi ancak orada dalgaların kıyıya attığı sevdiğinin ölüsü ile karşılaştı. Bu acıya dayanamayan Hero sevgilisine sarılarak kendini öldürdü. Kasabalılar bu haberi duyunca yas elbiselerine bürünüp kalaye geldiler ve iki sevgilinin cenaze törenine katıldılar.Onları deniz kıyısında aynı mezara gömdülerve Onların anısına boğazın azgın sularına güzel kokulu çiçekler attılar. HERMAPHRODITE Hermaphrodite, Aphrodite ile Hermes'in oğluydu. Aphrodite, bu oğlunu herkesten gizlemek için onu İda dağının perilerine emanet etti. Periler onu ormanda büyüttüler, vahşi huylu olan bu çocuk dağlarda dolaşmaktan, ormanın ücra köşelerini keşfe çıkmaktan hoşlanırdı. Bir gün Kariol'de dolaşırken duru tertemiz bir gölün kıyısına geldi. Hava çok sıcaktı ve gölün serin suyu çok baştan çıkarıcıydı. Hemaphrodite üzerindekileri çıkarıp hemen suya girdi. Oysa bu göl hiç de göründüğü gibi tehlikesiz değildi. Bu gölün Salmikis adında bir perisi vardı. Peri kendi gölünde yüzen yakışıklı delikanlıyı görünce ona aşık oldu. Hemen Hermaphrodite'in karşısına çıktıve ona duyduğu sevgiyi dile getirdi ama delikanlı onu ciddiye almadı. Salmakis onun kendini ciddiye almamasına aldırmadı ve tekrar denedi..ona sımsıkı sarılıp ondan kendisiyle kalmasını istedi. Ancak Hermaphrodite böyle bir şey yapmayacağını söyleyerek onun kollarından kolayca sıyrıldı. Bunun üzerine Salmakis tanrılara yakardı. ' Ey tanrılar, emir veriniz.. ne ben ondan ayrılabileyim, nede o benden..hiç kimse bizi birbirimizden ayıramasın' Tanrılar Salmakis'in yakarışına cevap verdiler ve ikisini tek vücut haline getirdiler ve o günden sonra hem erkek hemde kadın olarak tek bir vücut içinde yaşamaya başladılar. __________________ PYGMALION Bir zamanlar Kıbrıs adasında Pygmalion adında bir heykel traş yaşardı. Bu adam mesleğine aşıktı. Hayattaki tek zevki yaptığı bu cansız dilsiz heykelleri ile ilgilenmekti. İnsanlardan uzakta tek başına yaşamayı seçmişti, insanların arasına karışmaz onlarla konuşmaz dertleşmezdi. Heykellerinden başka kimseye önem vermez sabahtan akşama kadar onlarla vakit geçirir, yeni heykeller yapar dertlerini tasalarını onlara anlatırdı. Bir gün bu heykeltraş fildişinden bir kadın heykeli yaptı. Bu heykel o kadar güzel o kadar etkileyici oldu ki, Pygmallion kendi yaptığı heykele aşık oldu. Onu bütün kalbiyle sevdi ancak heykel cansız olduğu için bu garip heykeltraşın sevgisine karşılık veremiyordu. Bir gün Pygmalion bu güzel heykeli sevip okşarken, Aphrodite bu zavallı adama acıdı ve cansız fildişinden yapılmış heykele can verdi. Pygmalion heykelin canlanıp kendisine karşılık verdiğini görünce hayrete düştü. Bir mucize olmuş eşık olduğu heykel canlanmıştı. O günden sonra Pygmalion sevdiği kadınla çok mutlu bir hayat sürdü. Üstelik artık insanlardan da kaçmıyor onların arasına katılıyordu. APHRODITE VE ADONIS Bütün bitkilerin anası olan Aphrodite'in Adonis adında bir oğlu daha vardı. Yunanlılar Aphrodite'in oğlunu bizi çarçabuk terk eden çiçekli ve neşeli ilk baharın sembolü olarak kalbul ederlerdi. Adonis saklandığı ağacın kabuklarını yarark çıktığı zaman güzel günler başlıyor, çiçekler açıyor, ilbahar başlıyordu. Onun hayatı tıpkı çiçekler gibi sınırlıydı, bir kaç gün sürüyordu. Çünkü Adonis açılıp güldüğü, gençliğin en güzel ve parlak çağına ulaştığı gün ölüyordu. Bu zaman yaz mevsiminin sonuna denk geliyordu. Yani sonbaharın çiçeklerin solduğu, yaprakların sarardığı dünyaya hüzünlü bir havanın hakim olduğu mevsimn. İşte bu mevsimde Adonis dünyamızı terk ediyor görünmez bir aleme giriyordu. Böyle bir mevsim de Adonis yaban domuzunu kovalarken hiç beklemediği bir anda yaban domzu birden bire geri dönmüş ve ona saldırmıştı. Aphrodite oğlunun geçirdiği kazayı haber alır almaz Olympos'tan aşağı inmişti, ancak yanına vardığında oğlu çoktan ölmüştü. Aphrodite ağlayarak oğluna sarıldı. Adonis'in ölümüyle Aphrodite'in yanı sıra periler ve bir çoktanrıça göz yaşı döktüler, yas tuttular. O günden sonra Adonis'in öldüğü gün'ün anısına Adonis'I sevenler yas tutmaya başladılar..taki doğduğu güne kadar. Bu yüzden, neşeli ve rengarenk geçen ilk bahar ve yaz mevsiminden sonra kasvetli ve hüzünlü sonbahar ve kış gelir. Bu mevsimler Aphrodite ve perilerin Adonis'in yasını tuttukları dönemdir. APHRODITE (VENÜS) Göz kamaştıran bir güzelkliğe sahip olan Aphrodite güzellik tanrıçasıdır. Efsaneye göre dalgaların köpüğünden doğmuştur. Bir ilk bahar sabahı, Kıbrıs adası kıyılarında kıpırtısız olan deniz birden bire köpüklü beyaz bir dalga ile hareketlendi. Bu dalga ile birlikte bir sedef kabuğu kıyıya vurdu. Sedefin kapağı açıldığında içinden güzeller güzeli Aphrodite çıkmıştı. Beraberinde aşk tanrısı olan oğlu Eros da vardı. Kumsalda yürüdükçe bastığı yerlerde renk renk güzel kokulu çiçekler açıyordu. Zaman tanrıçaları olan Horalar onları karşıladılar ve önce Aphrodite'I güzelce yıkayıp vücudundaki tuzlu deniz suyunu temizlediler. Uzun saçlarını örüp başını altın bir taçla süslediler, üzerine tülden süslü elbiseler giydirip, boynuna kıvılcımlar saçan kolyeler taktılar. Daha sonra onu ve oğlunu alıp Olympos'a çıkardılar. Olympostaki tanrılar bu güzeli görünce hayranlıklarını gizleyemediler. Ogünden sonra Aphrodite güzellik ve aşk tanrıçası olarak Olymposta diğer tanrı ve tanrıçalarla birlite yaşamaya başladı. Aprodite güzelliğ ile sadece tanrıların değil insanlarında gönlünü fethetmişti. İnsanların kalplerine sevgi ve aşk tohumları serpiyor onlara neşe ve sevinç veriyordu. Diğer yandan kimi zaman bu neşe ve sevinç aşk acısına da dönüşebiliyordu. Güzel tanrıçagücünü sadece insanlar ve tanrılar üzerinde göstermezdi. O tümtabiata söz geçirebilirdi. Tek bir tatlı bakışıyla kudurmuş dalgaları sakinleştirir, nefesi ile deli gibi esen rüzgarları dindirirdi. Yeryüzünde her şeyi o diriltir, o canlandırırdı.Kurumuş çiçekleri tekrar canlandırır, dünyayı süsler, güzelleştirirdi. ARES'İN OĞLU KYKNOS Kan dökmekten bıkmayan zalim Ares'in çocuklarıda tıpkı kendisi gibiydiler. Bunlardan en yamanı Kyknos idi. Bu genç haydut dağ başlarında gezer, yolları keser, önüne çıkan yolcuları soyup soğana çevirir sonra kim olursa olsun hiç acımadan vahşice öldürürdü. Vahşiliğini daha da öteye götürüp öldürdüğü insanların kafatasından babası Ares için bir mağbet yapmıştı. Ama bir gün Kyknos, büyük kahraman Hercule ile karşılaştı. Her zaman ki gibi orman da dolaşıp kendisine soyacak bir yolcu ararken karşısına Hercule çıktı. Hercule hırsızlara ve katillere derslerini vermeyi kendine görev edinmişti, dünyayı dolaşarak bir bir insanlara zarar veren bu katilleri yakalıyordu ve Kyknos ta bunlardan biriydi. Kyknos Hercule'ün parlak kalkanını görünce bir an evvel ona sahip olma arzusu ile kim olduğunu bilmeden ona saldırdı. İki cesur adam şiddetli bir kavgaya tutuştular, güçleri birbirine yakın olduğundan kavga uzun sürdü. İkiside yorulmak nedir bilmiyordu. Derken Hercule uzun mızrağını savurdu ve Kyknos'u tam boğazından vurdu. Öğlunun öldüğünü öğrenen Ares çılgına dönmüştü. Hemen yer yüzüne inip çılgın gibi Hercule'ün saldırdı. Vahşi çığlıklar atarak mızrağını Hercul'e fırlattı aynı anda Athena oraya gelmiş ve mızrağın yönünü değiştirerek Hercule'e yardımcı olmuştu. Bunu üzerine Ares kılıcına sarıldı ama o daha kılıcını çıkaramadan Hercule üzerine saldırdı ve onu bacağından yaraladı. Ama o bir tanrıydı onu öldüremezdi. Bu yüzden onu yaralı haliyle bıraktı. Periler Ares'i Tedavi için tanrıların dağına götürdüler. Ama ondan önce Ares ölen oğlunu beyaz bir kuğuya çevirdi. __________________ ARES (MARS) Baş Tanrı Zeus ile Hera'nın oğlu olan Ares, savaş tanrısıdır. Ares insanların birbirlerine girmesini, dereler gibi kan akmasını çok severdi. Bu yüzden insanların kalplerine kin ve nefret sokardı. Kör bir cesarete ve olağanüsrü bir kuvvete sahip olduğundan kavgalara korkunç naralar atarak girer, kılıcını sağa sola savurur, durmadan adam öldürürdü. Kana susayan bir tanrı olduğundan geçtiği yerlere ölüm ve feleket saçardı. Bu yüzden insanlar savaş tanrısını hiç sevmezlerdi. Onu tek seven millet savaşçı olan romalılardı. Ares'e büyük önem verirler savaşa yada yağmaya gittiklerinde Ares'ten yardım isterlerdi. Ares'in en büyük düşmanı Athena idi. Zeka tanrıçası da tıpkı kendisi gibi savaşmaktan hoşlanırdı ancak Athena hak ve hukuk için çarpışır kan dökmektense zekasını kullanmayı yeğlerdi. O sorunları önce kafasını kullanarak çözmeye çalışır eğer başarılı olamazsa savaşa girerdi. Hak uğruna, büyük bir amaç için savaşan savaşçıların koruyucusu olduğundan barbarlarla birlikte çatışmaya giren Ares ile sık sık çarpışırlar, birbilerine zıt düşerlerdi. KEÇİ AYAKLI PAN Hermes'in bütün çocuklarının en efsanevi olanı, sürülerin, çobanların ve kırların tanrısı olan Pan idi. Pan dağlık Arkadia'da doğmuştu. Efsaneye göre Hermes genç bir Nympha ile evlenmek için kızın babasının yanında çoban olarak çalışmaya başlamış. Onun koyunlarını gütmüş ve kısa bir süre sonra hem babanın hemde kızın gönlünü kazanmış. Böylece sevdiği kızla evlenebilmiş. Bu evliliğin sonucunda keçi ayakları ve kuyruğu ile Pan dünyaya gelmiş. Alnında iki boynuzu çenesinde de bir teke sakalı varmış. Ormanlarda, kayalarda ve mağaralarda yaşayan Pan, sürüleri göz etmekten, perileri seyretmekten, flüdünün ahenkli sesleri ile çobanları şaırtmaktan büyük zevk alırdı. Ama bazen de kötü niyetli kötü bir varlık gibi ıssız yerlerde, dağ başlarında, yolunu şaşıran, tek kalan insanlara görünür onları korkuturdu. Bütün tabiat zevkleri ve aynı zamanda korkuları Pan'dan gelirdi. INAKHOS'UN KIZI 'İO' Zeus her zamanki gibi gene güzeller peşinde koşuyordu. Bir gün İnekhos'un mavi gözlü güzeller güzeli kızı İo'yu gördü ve ona aşık oldu. Onunla buluşabilmek için gizlice Olympos'tan aşağıya iniyordu. Bir gün İo'nun yanında her zamankinde fazla oyalanınca Hera durumu farkederek kıskaçlık ateşiyle yanarak hızla dünyaya indi. Karısının Olympos'tan ayrıldığı haberini alınca Zeus, sevgilisini karısı Hera'nın öfkesinden koruyabilmek için beyaz birineğe çevirdi. Hera bu nadir bulunan beyaz ve sevimli ineği görünce hayran kaldı ve onu beraberinde Olympos'a götürmek istedi. Karısının şühelenmesinden korkan Zeus buna karşı çıkamadı, böylece Hera ineği yanına aldı. Fakat hala bir takım şüpheleri vardı, bu yüzden ineği gözlemesi için yüz tane gözü olan sığırtmaç Argos'u başına nöbetçi koydu. Argos öyle bir nöbetçiydi ki hiç uyumazdı, başının çevresini saran gözleri her yeri rahatça görebiliyordu. Bu yüzden zeus bir türlü sevgilisinin yanına gidemiyordu. Gittiği taktirde Argos onu görecek ve Hera'ya haber verecekti. Ama Zeus sevgilisinin çektiklerine artık dayanamaz olmuştu. Zeus son çare oğlu Hermes'ten yardım istedi. Hermes yüz gözlü Argos'u uyutabilmek için gecenin oğlu olan uyku tanrısı Hypnos'tan uyku ilacı aldı. Ve bir gece rüzgar gibi İo ile Argos'un bulunduğu yere girdi. Argos daha ne olduğunu anlayamadan rüzgarla birlikte gelen sihirli ilaçla uykuya daldı. İo kurtulmuştu fakat kıskanç Hera onun peşini bırakmadı, büyük bir sığır sineği göndererek hayvanı göğsünden ısırttı. Hayvan can acısıyla koşmaya başlamıştı. Hiç durmadan koşuyor koşuyordu. Dağları denizleri aştı buna rağmen koşmaya devam etti. Zeus onu Nil nehrinin kıyılarında yakalıyarak göğsüne yapışan sineği çekip aldı ve onu eski, mavi gözlü güzeller güzeli İo haline geri getirdi. Argos'a gelince Hera onu cezalandırmak için gözlerini alıp onlarla tavus kuşunun kuyruğunu süsledi. __________________ HERMES'İN ÇOCUKLARI Hemes'in bir çok çocuğu vardı. Bunalrın arasınad en tanınanı Daphnis adındaki genç çobandı. Bir dağ perisinin oğlu olan bu çocuğu doğar doğmaz bir vadiye bırakmışlardı. Sicilyalı çobanlar Daphnis'I kırda bularak aldılar ve büyüttüler. Genç bir delikanlı olduğunda onu bir sürünün başına geçirdiler. Kırların tanrısı Pan ona müziği öğretti. Daphnis çok yakışıklı bir gençti üstelik çokda güzel flüt çalardı tüm kır perileri onu çok severlerdi. Kır perilerinden biri olan Lyke'nin ona duyduğu sevgi hepsinden fazlaydı. Aynı zamanda çok da kıskanç bir periydi. Daphnis'e kendisinden başka kimseyi sevmiyeceğine dair yemin ettirdi. Eğer severse Lyke onun gözlerini kör edecekti. Bir gün Daphnis avdan dönerken karşısına çok güzel bir saray çıktı. Onu misafir ettiler. Kralın güzel kızı daha görür görmez Daphnis'e aşık olmuştu, bunu Daphnis'e de söyledi ve onun kendisi ile kalmasını istedi ancak Daphnis asıl sevdiği olan Lyke'den vaz geçmek istemedi..kendini güzel peri kızna adamıştı. Buna çok kızan kralın kızı Daphnis'in içkisine gizlice aşk iksiri koyarak onu kendisine bağladı. Lyke sevdiğinin ihanet haberini alınca hemen sözünü yerine getirip Daphnis'in gözlerini kör etti. O günden sonra Daphnis bir başına dağlarda flüt çalarak kendini avutmaya çalıştı ama kör olduktan sonra fazla yaşayamadı. Bir gün elinde sopası yeri yoklayarak yürürken kendini yalçın bir kayanın üzerinde buldu ve dengesini kaybederek aşağıya uçtu. Hermes sevgili oğlunun öldüğünü duyunca çok üzüldü ve onun hatırasına kayalardan düştüğü yerden bir kaynak fışkırttı. HERMES'İN GÖREVLERİ Hermes tanrıların habercisiydi, Zeus'un emirlerini diğer tanrılara iletir, tanrılar arasında haberleşmeyi sağlardı. Bu yüzden sürekli hareket halindeydi. Sürekli seyahat ettiği için aynı zamanda gezginlere, yolunu kaybeden yolculara yol gösterir onların emniyetini sağlardı. Yolculara yardımcı olan Hermes aynı zamanda kazanç peşinde koşan tüccarlarında Tanrısıydı. Gemileri ile yük taşıyan tüccarlara yelkenlerini şişirerek onların limanlara ulaşmasına yardım ederdi. Ama habercilik görevlerinin en başında yer alırdı, asıl görevi tanrıların emirlerini yerine getirmekti ve bunda da çok başarılıydı. Çok çevik ve hızlıydı. Haberleri anında gereken yere ulaştırırdı. HERMES (MERCUIUS) Hermes rüzgar tanrısıdır, babası Zeus annesi ise yağmur perilerinden biri olan Maia'dır. Kanatlı sandalları olan Hermes aynı zamanda tanrıların habercisidir. Arkadia da Kylleni dağının dik yamaçlarında bulunan oldukça geniş ve derin bir mağarada doğdu. Ve doğar doğmaz kundağından kurtulup mağaradan çıktı ve dağlarda dolaşmaya başladı. Doğduğu mağranın yakınlarında ki bir çayırda çiçekler arasında gezinen bir kaplumbağa buldu ve onu alıp hemen mağarasına getirdi. Önce kabuğun içini boşalttı ardından bu kabuğu yumuşak bir öküz derisiyle kapladı. Kamışlar keserek arasından geçirdi ardından yedi tane kuvvetli tel taktı..böylece lir denilen ve ahenkli sesler çıkaran müzik aleti yapmış oldu. Parmaklarını gergin teller üzerinde gezdirerek yumuşacık melodiler çalıp şarkı söylemeye başladı. Bu arada karnı da acıkmıştı..lir'I beşiğine bırakarak tekrar mağaradan çıktı. Canı et yemek istiyordu bu yüzden Apollon'un semiz öküzlerinin bulunduğu yere doğru yola koyuldu. Apollon öküzleriniPieria'nın gölgeli dağlarının yamacında ki bir çayırda otlatıyordu. Akşam karanlık çökünce Hermes çabucak elli tane semiz öküzü çaldı ve izleri belli olmasın diye hayvanları kumlu yoldan yürüttü böylece esen rüzgarla birlikte izleri yok olmuştu. Ancak yolda meyve bahçesi ile uğraşa yaşlı bir adamla karşılaştı ve ona: 'Eğer bol meyve almak ve zengin olmak istiyorsan bak fakat görme, işit fakat dinleme seninle ilgisi olmayan herşey hakkında susmayı söylememeyi tercih et..dedi Güneş'in doğmasına yakın Alheios suyunun kıyılarına vardı öküzleri orada gizli bir mağaraya sakladı ama açlık canına tak etmişti. Aralarından besili iki tosun seçerek güzelce kızarttı ve yedi. Hemen sonra ise gizlice mağarasına döndü. İçeri kapı deliğinden rüzgar gibi girdi.Bu yüzden gelişini ne peri kızları nede köpekler duymuştu. Beşiğine kıvrılıp yattı. Güneş doğduğunda Apollon öküzlerin yokluğunu fark edip küplere bindi. Tanrısal sezgileriyle kısa sürede hırsızın izini bulmuştu. Apollon, Hermes'in mağarasına geldi ve ona öküzleri nereye sakladığını sordu ancak Hermes anlamamazlıktan geldi, öküzleri çaldığına dair kendisine yöneltilen suçlamaların hepsini red ediyordu. 'Ben küçücük bir kundak çocuğuyum nasıl senin öküzlerini çalabilirim ki..banyo yaptırmak dışında beni beşiğimden bile çıkarmıyorlar. Ama Apollon'u ikna edememişti. Güneş'in tanrısı daha da öfkelenerek Hermes'I alıp Zeus'a götürdü. Ancak Hermes en sevimli halini takınarak yaptıklarını Baş tanrının huzurundada inkar etti. Ama Zeus her şeyi duyar ve görürdü. Öküzleri kimin çaldığını çok iyi biliyordu ama küçük oğlunun sevimliliği onunda aklını çelmişti bu yüzden onu cezalandırmadı. Bunun yerine iki kardeşi barıştırıp aralarını düzeltti ve Hermes'e öküzlerin yerini ağbisine göstermesini söyledi. Hermesin başka şansı kalmamıştı. Apollon ile birlikte öküzleri sakladığı yere gitti ve öküzlerini güneş tanrısına teslim etti. Ancak Apollon'un öfkesi hala geçmemişti, bunun üzerine Hermes onun gönlünü almak için kendi elleriyle yaptığı Lir'ini Apollon'a hediye etti. Apollon ahenklisesler çıkaran bu müzik aletine hayran kalmıştı. Hemen yumuşak melodiler çalmaya başladı. Sesler öylesine güzeldi ki Apollon çalarken kendinden geçiyordu. Böylece iki kardeşin arası düzeldi ve Hermes'in herzaman Apollon'unkalbinde ayrı bir yeri oldu. Ölümsüzler arasında en sevdiği tanrı rüzgar tanrısı olan Hermes idi. Ona duyduğu sevgi hiç azalmadı tersine arttı. NIOBE'NİN KAYA OLUŞU Niobe, Lydia kralı Tantolos'un kızı, Thebai kralı Amphion'un ise karısıydı. Çok kibirli ve hırslı bir kadındı. Hepsi birbirinden güzel tam oniki tane çocuğu vardı. Altısı kız, altısıda erkekti. Bundan dolayı kendini öyle beğeniyordu ki Thebai kadınlarının büyük saygı duydukları Tanrıça Leto'yla sadece iki çocuğu var diye alay ediyordu. Niobe daha fazla çocuğu olduğu için tanrıça Leto'dan daha çok saygı görmesi gerektiğini söylüyordu. Leto bunları duyunca çok üzüldü. Bunun yanında çok da öfkelenmişti. İki tanrıya ana olan bir kadına hakaret ettiği için Niobenin cezalandırılmasını istedi. Çocukları Artemis ve Apollon'u yanına çağırarak durumu anlattığında iki kardeş Niobe'ye hak ettiği cezayı vermek için derhal harekete geçtiler. Niobenin altı oğlu Kitheron dağının kayalıklarla örtülü sarp yamaçlarında avlanırlarken Apollo öğle vakti onları kıstırdı ve görünmez okları ile altısınıda yere serdi. Haber duyulunca altı kız kardeş, kardeşlerinin ölülerinin bulunduğu dağa koştular. Fakat yol çok uzundu veonlar oraya ulaşana kadar gece olmuştu. Karanlıkla birlikte Artemis de gök yüzünde parlamaya başladı. Annesini üzen kadının kızlarını görünmez okları ile avladı. Tam dokuz gün hiç kimse dağa çıkıp oniki kardeşin cenazelerini almaya cesaret edemedi. Bu yüzden cenaze törenleri de yapılamadı. Niobe çocuklarının başına gelen bu felaketten dolayı günlerce ağladı kendini yerden yere vurdu. Acısı öyle büyüktüki çocuklarının öldükleri dağa çıkıp Zeus'tan kendisini kayaya çevirmesini istedi, ve Zeus'ta bu acılı anne'nin isteğini yerine getirip onu çocuklarının cenazesinin başında kayaya çevirdi. ARTEMIS VE BÜYÜK AŞKI ORION Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyleki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kızkardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vaz geçirmek iin çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görüncede bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'I vaz geçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi. Birgün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan okadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kızkardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek 'Oraya kadar okunu gönderebilirmisin' dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu. Sonunda bir gün babasının yanına giderek ondan Orion'u bir takım yıldız olarak gök yüzüne çıkarmasını istedi. Zeus ta kızının bu arzusunu yerine getirdi. ARTEMIS (DİANA) Zeus'un kızı ve Apollon'un kızkardeşi olan Artemis kardeşinden bir gün önce doğdu. Dünyaya gelir gelmez hemen kalktı ve Annesi Leto'ya kerdeşi Apollon'u doğururken yardım etti. Fakat annesinin hem doğum sırasında çektiği acılar hemde her yarden kovulması Artemis'in evlilikten nefret etmesine neden oldu. Bu yüzden oda kızkardeşi Athena gibi sonsuza dek evlenmemeye karar verdi. Ve babasından bunuın için yardım istedi. Ondan yay ve hızlı uçan oklar ve yanan bir meşale istedi. Zeus kızının tüm isteklerini yerine getirdi. O günden itibaren Artmis yay ve oklarla donatıldı. Ormanların ve dağların kraliçesi oldu. En büyük zevki vahşi hayvanları kovalamaktı. Şarı üzerinde ava çıkardı böylece dağları ormanları aşar, vadileri dolaşır, karacaları, hızlı koşan geyikleri, domuzları yakalardı. Bu eğlenceden yorgun düşünce kardeşi Apollo'nun yanına gider onun yanında Musaları ve Khariteslerin şarkılarını dinleyerek ağaç gölgelerinde dinlenirdi. Apollonun kardeşi Artemis, gün battıktan sonra gökte dolaşan, solgun ışıklı ayın Tanrıöasıdır. Apollon gibi dünyayı aydınlatmakla görevlendirilmiş olan Artemis tıpkı kardeşi gibi parlaktır, oda ışıklar saçar, göklerde dolaşır. Apollo'nun kadın şeklidir. KRAL MİDAS'IN KULAKLARININ UZAMASI Efsaneye göre Marsyas adındaki bir Satiros (Keçi ayaklı, sivri kulaklı yarı insan yarı hayvan yaratıklar) bir gün kırlarda dolaşırken Athena'nın icat ettiği ancak çalarken yüzü çirkinleştiğinden fırlatıp attığı flütü bulmuş. Bir tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü çalmaya başladı..ve bir süre sonra marifetin kendisinde olduğuna inanmaya başlayarak kendini Apollon'a rakip görmeye başladı. Bunun üzerine Apollon kazananın kaybedene istediğini yapabilmesi şartıyla Marsyas ile bir yarış yapmaya karar verdi. Apollon'un arkadaşları olan Musa'lar ve Phrygia (Fyrigia) kralı Midas yarışmada hakem oldular. Apollon gitarı ile çok güzel şarkılar çalarak ortalığı inletti. Marsyas da flütü ile ondan geri kalmayarak çok güzel şarkılar çaldı. Hakemler tereddüt ediyorlardı. Bunun üzerine Apollon Lir'ini eline aldı. Okadar güzel o kadar hoş şarkılar çaldı ki dağlar taşlar heyecandan titrediler. Marsyas Apollon gibi çalamayacağını itiraf etmek zorunda kaldı. Apollon anlaşma gereği Marsyas'ı ölümle cezalandırdı. Yarışma sırasında Marsyas'ın tarafını tutarak onun daha iyi çaldığını iddia eden Midas'a da ceza verdi. Onun kulaklarının iyi işitmediğini söyleyerek insanlara özgü kulakları ona uygun görmedi ve Midas'ın kulaklarını uzatarak eşek kulaklarına çevirdi. Midas kulaklarından öyle utanıyordu ki sürekli başında bir kalpakla dolaşmaya başladı. Fakat berberi saçlarını keserken kulaklarını farketmişti. Midas hiç kimseye anlatmama şartıyla berberine yaşamını bağışladı. Fakat berber bu sırrı içinde saklamakta çok zorlandı. Birilerine söylemezse patlayacağını düşünüyordu, diğer yandan söylediği taktirde Kral'ın kendisini öldürmesinden korkuyordu. Sonunda bir gün daha fazla dayanamayarak ıssız bir yerde bir çukur açtı, ve oraya eğilerek yavaşça 'Haberiniz varmı, Kral Midas eşek kulaklıdır' diye fısıldadı. Bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi oldu ve rahatladı. Fakat kazdığı çukurun yanındaki kamışları hesaba katmamıştı. Kamışlar rüzgarla sallandıkları zaman 'Midas'ın kulakları eşek kulakları, Midas'ın kulakları eşek kulakları' diye sırrı her tarafa yaydılar. APOLLON'UN OĞLU ASKLEPIOS Apollon, Laphitheslerin kralı Phlegyas'ın kızı Koronis'e aşık olmuştu ancak Koronis onun bu aşıkına ihanet etti ve karnında Apollon'un çocuğunu taşıdığı halde Arkadia'lı İskhys ile evlendi. Apollon bunu duyunca çok üzülmüş, öfkelenmişti. Kendisini aldatan sevgilisi ve kocası İskhys'in öldürülmelerini istedi ve bu görevi kardeşi Artemis'e verdi. Artemis, onların cesetlerini odunların üzerine koydurdu ve yaktırdı. Koronis'in cesedi yarı yanmış yarı yanmamıştı ki Apollon geldi ve onu alevlerin arasından çıkardı. Karnını yardırınca canlı bir erkek çocuk ortaya çıktı, Apollon oğlunu kucağına aldı. Bu çocuk sonradan Hekimlik tanrısı Asklepios oldu. Asklepios hekimliği Khrion adlı Kentauros (Yarı insan yarı at) bir bilginden öğrendi. Khrion ona hastaları iyi etmenin sırrını öğretmişti. Böylece Asklepios iyi olacaklarından umut kesilen hastaları bile iyilştirmeye başladı. Hastaları iyileştirerek ölümün önüne geçmesi ölüm diyarının tanrısı Hades'I kızdırdı ve onun Zeus'a şikayet etti. Tüm bunların yanında Asiklepios Zeus'un atları tarafından parçalanan Hippolytos'u da diriltince Zeus Hekimlik tanrısını cezalandırmaya karar verdi ve yıldırımını yollayarak emirlerine karşı çıkan kendi torununu öldürdü. Apollon oğlunun babası Zeus tarafından öldürülmesine çok üzülmüştü ama babasına, baş tanrıya karşı gelemedi. Fakat içindeki acı onu Zeus'a yıldırım hazırlayan Kyklopsları öldürmeye itti. Bu yüzden baş tanrı Zeus bir süre için onu yeryüzüne sürdü. HYAKINTHOS ADLI GENCİN SÜMBÜL OLUŞU Kral Amyklos'un Hyakinthos adında çok yakışıklı bir oğlu vardı, Apollon da onun bu güzelliğine hayran olmuştu, kısa sürede genç delikanlı ile Tanrı Apollon çok yakın dost olmuşlardı. Boş zamanlarında Eurotas'ın çiçekli kıyılarında çimenler üzerinde disk atarak birlikte vakit geçirirlerdi. Bir gün gene her zamanki gibi disk atmaya gitmişlerdi. Hyakinthos'a deli gibi aşık olan kelebek kanatlı güzel Zephiros (Batı rüzgarı) onların bu kadar yakın olmalarını çekemiyor adeta kıskançlıktan kuduruyordu. Zephiros gemicilerin en çok sevdiği rüzgar olduğu halde artık görevini yapmıyor, hatta kıkançlığının neden olduğu öfke ile gemileri kayalara bile çarpıyordu. Kıskançlıktan ne yaptığını bilmez bir hale gelmişti. O günde kuvvetli bir esintiyle Apollonun fırlattığı diskin yönünü değiştirdi. Ve disk hızla genç Hyakinthos'un kafasına çarptı. Zavallı delikanlı kafasında kanlar akarak yere yuvarlandı, Apollon bu felaket karşısında deliye dönmüştü. En sevdiği dostunu çok kötü yaralamıştı. Hyakinthos'un yaralarına oğlu Askleipos'un en tesirli ilaçlarından koydurdu ama fayda etmedi zavallı Hyakinthos çok kan kaybetmişti ve oracıkta can verdi. Bunun üzerine Apollon onu her ilk bahar açan sümbül çiçeğine dönüştürdü. DAPHNE ADINDAKİ GÜZEL KIZIN DEFNE AĞACI OLUŞU Bir gün Apollon Thessalia'da kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında, güzel genç bir kız gördü. Bu güzelin adı Daphne idi ve Apollon görür gürmez ona aşık olmuştu. Daphne ormanların derinliklerinde dolaşmaktan zevk alıyor, ay ışığında yabani hayvanları kovalamak avlamak en büyük eğlencesi idi. Yalnız başına dolaşmayı çok seviyordu. Dahası Daphne hayatı boyunca yalnız yaşamaya yemin etmişti. Erkeklerden nefret ediyordu bu yüzden evlenmeyi kesinlikle istemiyordu. Fakat Apollon ona delicesine tutulmuş peşini bırakmıyordu. Ormanda karşılaştıklarında Tanrı Apollon güzeller güzeli bu kızla konuşmak istedi ancak Daphne ondan korkarak koşmaya başladı. Apollon ne dediyse onu durmaya ikna edememişti, Daphne korkmuştu bir kere. Yorgun düşene kadar koştu koştu, daha fazla koşacak gücü kalmadığında yere yıkıldı ve toprak anaya yalvarmaya başladı. 'Ey toprakana beni ört beni sakla, kurtar' Toprakana onun yakarışını duymuştu, az sonra Daphne yorgunluktan ağrıyan bacaklarının sertleştiğini, odunlaşmaya başladığını hissetti. Gri renginde bir kabuk göğsünü kapladı. Güzel kokulu saçları yapraklara dönüştü ve kolları dallar halinde uzandı, küçük ayakları ise kök olup toprağın derinliklerine doğru indi. Apollon sevdiği kıza sarılmak isterken bu Defne ağacına çarpınca şaşırdı. O günden sonra Defne ağacı Apollonun en sevdiği ağaç oldu, ve defne yaprakları genç tanrının saçlarının çelengi oldu. Kahramanlara ödül olarak defne yapraklarından yapılma taçlar taktılar. APOLLON (PHOEBUS) Gün ışığının parlak tanrısı olan Apollon, Yunanlılara göre kendini güneş ile göstermektedir. Babsı Zeus, ışığın geldiği yer olan gö yüzü, annesi karanlık gece Leto'dur. Eos (Şafak) her sabah gecenin koynundan çıkarak; günün parlak saatlerinin efendisi, güneşin tanrısı Apollon'un geldiğini müjdeler. Apollon'un doğuşu ise şöyle olmuştur. Keos ile Phoebe (Parıltı) nın Leto adlı güzel bir kızları vardı. Zeus ona görür görmez aşık olmuştu, Hera bu kızın kendi kocasından çocuk beklediğini öğrenince kızcağıza yapmadığını bırakmadı. Yer tanrıçası Demeter'e Leto'ya doğum yapması için yer vermemesini rica etti. Ve doğum tanrıçası Eilethyia'nın da Olympos'tan aşağı inmesine izin vermedi. Zeus sevdiği kadına yardımcı olabilmek için bir çakıl taşı olarak gökten, yüzen bir adanın kıyısına kumların üzerine düştü ve adayı denizin derinliklerinde bir kayaya bağladı. Leto yorgunluktan bitkin bir halde bu adaya ulaştığında Şunları söyledi.. 'Ey ada bana acı ve çocuğumu dünyaya getirmek için bana yer ver, eğer sen benim oğlumu göğsüne basar, kayaların arasında barındırır, ona bir tapınak yaparsan, sen şenlenecek, zenginleşeceksin. Çünkü karnımda taşıdığım Tanrı için halk buraya akın akın kurban kesmeye gelecektir. Adanın üzerinden eserek geçen rüzgarda ona cevap vermiş: 'Leto, için rahat etsin, senin oğlunu alacağım, yalnız doğuracağın çocuğun daima bende kalması için onu kandıracağına dair bana söz ver. 'Namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum demiş Leto. Doğum ağrıları ile kıvranan kadının etrafın tanrıçalar sardı, onun bir an evvel kurtulamsını istiyorlardı. Bu sırada İris kindar Hera'nın hilelerini alt üst edip, doğum tanrıçasını Olympos'tan kaçırarak adaya indirdi. Apollon uzun bir sevinç çığlığı atarak, ışığın içinden doğdu, Themis Olympos'tan aşağı indi ve yeni doğan yavruya Amrosia ve Nektar sundu. Parlak Apollon ilahi içkiyi içer içmez, annesinin sardığı kundak kımıldanması ile yırtıldı, gümüş kemer parçalandı, altın işlemeli bağlar kendi kendilerine kırıldılar, düştüler ve parlak yüzlü Tanrı hemen bağırdı 'Bana ahenkli sesler çıkaracak bir Lir getiriniz. Bir elimede ok ve yay veriniz, mucizeler göstermek istiyorum' Bukle bukle saçları olan Apollon bunları söyleyerek kendi adasının kısır toprağı üzerinde yürümeye başladı. Batığı yerlerden neşeli çiçekler baş kaldırıyor, otlar bitiyor ve ada baştan başa cennet kesiliyordu. Doğumundan dört gün sonra tanrı Apollon kuvvetini göstermek istedi. Parmossos dağında bir mağarada büyük bir yılan yaşıyordu. Bu yenilmez başa çıkılmaz ejder o bölgeyi kasıp kavuruyor, insanları parçalıyor, yiyor sürüleri yok ediyordu. İyilik seven ve herkesin yardımına koşan Apollon, memeleketini bu beladan kurtarmak istedi. Bir gün yanan bir meşale ile yayını, okunu aldı. Sapa yoldan yavaşça bu korkunç ejder'in ini bulunan mağaraya doğru ilerledi. Oraya gelince, elindeki meşaleyi havada salladıktan sonra inin tam ağzına attı. Duman yüzünden canavar ininden dışarı çıktı. Apollo hızla uçan ve her şeyi delip geçen okunu fırlattı, havada uçan ok gidip ejder'e saplandı. Can acısından korkunç sesler çıkaran hayvan, kocaman gövdesini sürüyerek ormana daldı. Sonra kıvranarak öldü. Fakat ejderi öldürmekle tanrılığına leke sürdüğüne inanan Apollon kendini cezalandırmaya karar verdi. Tanrıların töresine göre bu kirden temizlenmesi gerekiyordu, bunun içinde Apollon kendi kendini sürgün etti ve tam dokuz yıl boyunca Tanrılara özgü özelliklerinden vazgeçerek, basit bir insan gibi Tesalya kralının hizmetçiliğini yaptı, atlarını otlattı, öküzlerini güttü. Bu sürgün senelerinde Apollon sürüyü beklerken Lir çalar, şarkı söylerdi. O kırların saf, tertemiz havasıyla öyle güzelleşti ki tanrılar bile onun çobanlığını kıskanır olmuşlardı. LYDIA'LI ARAKNE'NİN ÖRÜMCEK OLUŞU Athena insanların yaptığı bütün sanatların ve işlerin, özellikle kadınların yaptıkları ince nakışların işlemelerin koruyucusu idi. Hera'nın gelinliğini kendi elleri ile hazırlamıştı. Bu gibi işlerde oldukça başarılı olan Yunanlı kadınlar sanatlarını Athena'yı çalışırken seyrederek öğrendiklerini, onun öğütlerini dinlediklerini söyleyerek övünürlerdi. Fakat iyi kalpli yumuşak Athena'nın da zaman zaman öfkeye kapılıp kalp kırdığı, intikam aldığı olurdu. Efsaneye göre Lydia'lı güzel bir kız olan Arakne gergef işlemekte, oya yapmakta o kadar başarılıymış ki arada sırada Nympha'lar bile, ormanlardan ve su başlarından ayrılarak onu izlemeye gelirlerdi. Bir gün periler ona bu güzel sanatı bu kadar hoş geregef işlemeyi sana Zeka Tanrıçasımı öğretti diye sordular. Arakne ise 'O kim benimle boy ölçüşebilir, ben bu işte herkesi hatta Athena'yı bile geride bırakırım ' diye karşılık verdi. Athena bütün bunları duymuştu. İhtiyar bir kadın şekline girerek Arakne'nin yanına geldi. 'Kızım ' dedi ' İhtiyarlık insana yalnız keder ve üzüntü getirmez, tecrübe de getirir. Öğütlerimi yabana atma, evet sen sanatında çok başarılısın, bütün kadınları, kızları geçebilirsin fakat bir tanrıçanın gücü, sanatı herşeyin üstündedir. Kendini okadar büyük görme. 'Ben gurura kapılmıyorum, kendimi büyük görmüyorum, gerçeği söylüyorum. İsterse Athena gelsin, ben onunlada yarışa girerim dedi. 'İşte geldi' diyerek zeka tanrıçası ihtiyar kadın şeklinden çıktı ve kendi tanrısal görüntüsüne büründü. Bunun ü 'Sen ölmeyeceksin fakat benimle boy ölçüşme cesaretini gösterdiğin için hayatını ağ üstünde asılı olarak geçireceksin' diyerek Arakne'yi bir örümceğe çevirdi. AŞK (EROS) VE RUH (PSYKHE) Eros annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getirir, insanların gönüllerini aşk ateşi ile yakar, insanların mutluluklarını yada sonlarını hazırlardı. Sırtında bir çift kanadı vardı. Bu kanatlarla uçarak dünyayı dolaşır geçtiği yerlere çiçek kokuları saçardı. Eros'un elinde her zaman okları olurdu. Bu oklarla insanları kalplerinden vurur onları birbirlerine aşık ederdi. Ve bir gün kendiside bir güzele aşık oldu. Psykhe (Ruh) bir kralın üç kızının en güzeli idi. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodite sanıyorlar ona tapınıyorlardı. Aphrodite bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden bir gün oğlu Eros'u yanına çağırdı ve onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık ederek cezalandırmasını istedi. Eros annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yola koyuldu. Psykhe'yi bulduğunda, çok gururlu olan ve kimseye aşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmeye niyetliydi ancak kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken Psykhe'nin güzelliği aklını başından aldı. Onu başkasına aşık etmek isterken kendisi aşık olmuştu. Psykhe'yi alıp sihirli bir saraya götürdü. Bu saray uyuyan bir ormanın ortasında kurulmuş, muhteşem fakat ıssız bir saraydı. Kanatlı güzel delikanlı gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu. Sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı. Fakat Psykhe'nin tek istediği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Fakat Eros bunu kabul etmiyordu, gece hep karanlıkta geliyor ve güneş doğmadan da gidiyordu, akşamları sarayda ateş yada mum yakılmasını yasaklamıştı. Psykhe ne kadar yalvrsa da fayda etmedi.'Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın' dedi Eros 'Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu yada kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev..senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatnı elinden kaçırma.'Ve Psykhe de bunu kabul etmiş..Eros'u görmeden kim olduğunu bilmeden körü körüne sevmişti. Birlikte çok mutluydular ancak Psykhe'nin kızkardeşleri onların bu mutluluğunu kıskandılar...Bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin en iğrenç en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. Eğer güzel bir delikenlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmzdı dediler. Ve ona gece sevdiği gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti.Psykhe merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başladı. Eros her şeyden habersiz saraya dönmüş, kendini sevdiği kadının kollarının arasına bırakmıştı. Kısa sürede uykuya daldı. Psykhe, Eros uyuyunca gürültü yapmadan yavaşça yataktan kalktı ve ters çevirdiği vazoyu alarak lambayı eline aldı, yatağa yaklaştığında gördükleri karşısında hayrete düştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç ve çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı. Eros'un yakışıklılığı dünyada ki başka hiç bir erkekle kıyaslanamadı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikalıyı görünce Psykhe'nin ona duyduğu aşk daha da arttı..Sevdiğini alnından öpmek için eğildiğinde, elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros'un çıplak omuzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaştı. Eros'un gitmesiyle Psykhe için yaptığı büyülü sarayda bozuldu. Psykhe üzüntüden ne yapacağını bilmez olmuştu. Hatası yüzünden dünyada her şeyden çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düştü.Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi am bir türlü Eros'un izine rastlayamadı. Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde Aphrodite'in sarayının kapısını çaldı. Onun kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini düşünmüştü, ancak Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başladı. Zavallı Psykhe sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı oldu ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yaptı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı oldu. Nihayet bir gün Eros'un yanan omzu iyileşti ve kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Olympos'a gitti. Zeus'un ayaklarına kapanıp Psykhe'nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı. Zeus onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes'e Psykhe'nin Olympos'a getirilmesini emretti.Psykhe, tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü. ATHENA (MİNERVE) Bir adıda Palas olan Athena, Baş Tanrı Zeus'un çok sevdiği bir kız idi. Zeka tanrıçası Athena'nın doğumu oldukça gariptir. Annesi akıllı Metis (Hİkmet) ti. Efsaneye göre Baş Tanrı Zeus Metis'I yutmuş, yani kendi içine atmış ve onu kendisinin bir parçası yapmıştı. Akıllı ve Zeki Zeus Metis'I uzun süre kafasının içinde taşıdı. Ondan kurtulma zamanı gelip çatınca Demir ve ateş tanrısı Hephaistos'u çağırdı 'Hephaistos' dedi 'Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor, artık dayanamıyorum. Alnıma hızla keskin baltanı vur. Korkma sen emrimi yerine getir, ben başıma ne geleceğinin biliyorum. Hephaistos Baş Tanrıya karşı gelmeye cesaret edemedi ve baltasını Zeus'un alnına indirdi. O anda yarılan yerden zafer çığlıkları atan güzel bir kız çıktı ve dans etmeye başladı. Tepeden tırnağa kadar silahlı idi. Başında altın bir miğfer kıvılcımlar saçıyordu. Parlak bir zırh bütün vücudunu kaplamıştı. Elinde ise yepyeni bir mızrağı sallıyordu. Bu hali gören bütün ölmezler hayret ettiler, şaşırdılar. Güneş bile onu görüce ne yapacağını unuttu, atlarının dizginlerini çekti, arabasını göğün boşluğunda bekletti. Büyük Olympos dağı bu yeni Tanrıça'nın doğuşuile sarsıldı. Toprak'tan müthiş bir gürültü çıktı. Denizler kabarmaya dalgalar coşmaya başladı. Zeka ve aydınlık tanrıçası olan Athena aynı zamanda savaş tanrıçasıda sayılırdı. Savaş gürültülerini ve silah seslerini uyandırmasını ve canlandırmasını da isterdi. O Yunanlılar için yenilmez bir kavgacıydı, cesareti başka hiç bir tanrı ile kıyaslanamazdı. Onun cesareti kurnazca, yiğitliği sessizce idi. O gösteriş ve yaygarayı sevmezdi. Athena kabalık ve her türlü zulümden iğrenirdi. Temiz kalpliydi. Adaletten hoşlanırdı. İyi ve akıllı insanların yardımına koşmak adetiydi. Bir gün çok beğendiği, sevdiği cesur Tydeus çok uzun süren bir savaşta ağır yaralanmış ve yere düşmüştü. Athena Babası Zeus'a ona yardımcı olması, acıması için yalvardı. Babasından bu cesur savaşçıya ilaç götürmek onu ölümsüzler arasına katmak için izin istedi. Zeus bu istediğini kabul edince derhal yeryüzüne, savaş meydanına indi. Fakat Tydeus'in yakaladığı düşmanından korkunç bir biçimde intikam almakta olduğunu gördü. O, kendisine getirilen düşmanın kemiklerini kırıyor, kafasını eziyor, sonra bir barbar gibi kafatasının içinden çıkan beynini yiyordu. Athena bunu görünce ondan iğrendi. Yardımına koştuğu savaşçıya sırtını dönerek onu kendi kaderiyle baş başa bıraktı. Barbarca davranışıyla yardımı hak etmediğini göstermişti. Zeka tanrıçası Athena bazen yeryüzüne iner, savaşlara katılırdı. Yunanlılar Medya'lılara karşı savaştığında küçük ordularını Athena idare etmişti. Bu yüzden bir avuç insan, barnarların çok kalabalık ordusuna karşı büyük bir zafer kazanmıştı. Athena aynı zamanda şehirlerin bekçisi ve koruyucusuydu. Sevdiği şehirlerin kalelerinde, surlarında canla başla savaşırdı. Yalnız savaşları sevmezdi, barışlarıda severdi, barışın nimetlerini, medeni hayatın güzelliklerini, zafer kazanan kralların kalplerine sokardı. Bu yüzden medeniyetle ilgili herşeyin koruyucusu sayılırdı. HERA (JUNON) Kronos'un büyük kızı olan Hera aynı zamanda Baş Tanrının karısıdır. Zeus kendisine bir hayat arkadaşı aradığı zaman o henüz sütannesi Markis ile birlikte yaşayan genç bir kzdı, ve Markis onu hiç yalnız bırakmıyordu. Bununla beraber bir kış mevsiminin çok soğuk bir gününde Hera ıssız bir yerde yalnız başına bulunuyordu. Birden bire soğuktan üşümüş, titreyen bir kuğu geldi ve omzuna kondu. Üşüyen kuşa acıyan Hera onu yakalayıp ısıtmak için göğsüne yasladı. Oysa bu bir kuş değil Baş Tanrı Zeus'tu. 'Hera, dedi istiyorum ki sen benim karım olasın, büyük gözlü güzel Tanrıça benim peşimden gel, OlymposTa parlak bir that üzerinde ve benim sağımda oturarak saltanat sür. Hera razı oldu ve Baş Tanrı düğünü yapmak için karısını Kitheron dağının ormanlarla süslenmiş en yüksek tepesine götürdü. Tanrıların evlenmesine sevinen ağaçlar onları selamlamak için dallarını eğdiler ve çeşmelerden Ambrosia (Tanrıların özel içeceği) kokusu yayıldı. Bütün Tanrı ve Tanrıçalar bu düğünde bulunmak için Olypos dağından aşağı indiler. Düğün çok muhteşem oldu. Düğünde göklerin ve yerin bütün Tanrıları, perileri hazır bulunmuştu. Düğüne yalnız Khelone adındaki bir peri kızı gelmemişti. Bu yüzden tembelliğinin cezası olarak onu ağır hareketin ve hantallığın sembolü olan kaplumbağaya çevirdiler. Hera Baş Tanrının elinden tutar tutmaz yaldızlı bir bulut onları neşe içinde Olympos'un tepesine Zeus'un sarayına götürdü. Güzel Tanrıça Hera o günden sonra; Ölümsüzler arasında, Baş Tanrının karısı, Olympos'un sultanı olarak kaldı. İlahi otoriteyi kocası ile birlikte paylaştı. O'da Zeus gibi bazen göğün en yüksek yerinde gürler, öfkeye kapıldığı zaman rüzgarın zincirlerini çözer, denizleri altüst ederdi. Denizlere sözünü geçirir ve bazen ayaklarının altında parlayan yıldızlara bile karışır onları idare ederdi. Olympos'ta oturan bütün Tanrıçaların en güzeli en çok saygı göreni idi. Kocasının sarayında toplantı salonuna girdiği zaman bütün Tanrılar ayağa kalkar onu selamlarlardı. Onun öfekiside Zeus'unki gibi korkunçtu, tahtında otururken sinirlendiği zaman bütün Olympos'u titretirdi. BÜYÜK TANRILAR Zeus Kronos'u tahtından indirip Titanları yendikten sonra Evrenin en kudretli Tanrısı olarak kaldı. Dünyayı idare etmek için diğer tanrı ve tanrıçalarla birlikte Olympos dağını seçti ve oraya yerleşti. Tanrılar dağı Olympos'ta saraylarını kuran ölümsüzlerin hepsi birbirleriyle akraba idiler. Hera, Poseidon ve Demeter ile karanlık yeraltı aleminin idaresini üzerine alarak aşağı inen Hades,Zeus'un kardeşleri,Apollon,Athena, Artemis ve evlatları, yeğenleri yada torunları idi. Hepsinin bir araya gelmesinden bir Tanrılar ve Tanrıçalar Cumhuriyeti kurulmuştu. Eski Yunanlıların Tanrıları insan biçimindeydiler. Yalnız onların insanlardan daha kuvvetli, daha büyük, daha güzel vücutları vardı. Ayrıca insanların sahip olmadıkları bir takım özelliklerede sahiptiler. İstedikleri kılığa girerler, istedikleri anda kainatı bir baştan bir başa katederlerdi. Onlar insanlar gibi ölümlü değillerdi, yaşlanmazlardı da. Eski Yunanlılar herşeyin bir Tanrısı olduğuna inanırlardı. Onlara göre denizin, dağların, gökklerin herşeyin bir tanrısı vardı. Her tanrının bir çok yardımcıları, hizmetçileri bulunurdu. İkinci derece de tanrılar da vardı ama tüm bunların üzerinde yetkileri diğerlerinden üstün 12 büyük tanrı vardı, bunların altısı kadın altısı erkekti; Baş Tanrı Zeus,, güzel sanatlar Tanrısı Apollon; harp,savaş Tanrısı Ares, sanayi Tanrısı Hephaistos, Tanrıların habercisi ve güzel sözlerle kandırmasını ve inandırmasını bile Hermes, deniz Tanrısı Poseidon, zeka Tanrıçası Athena, aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite, avcılar ve iffet Tanrıçası Artemis, çoğalma- toprak Tanrıçası Demeter. Bu Tanrılar ve Tanrıçalardan başka karanlık yeraltı aleminin ve cehennemlerin Tanrısı Hades bulunduğu gibi sonradan Olympos 'a alınan şarap Tanrısı Dionysos da var. LYKAON VE KALLISTO Zeus'un bir gün yolu Arkadia'ya düştü. Arkadia kralı Lykaon kan dökücülüğü ve acımasılığı ile tanınırmış, kendisine misafir olanları yakalatıp öldürmeyi eğlence haline getirmiş bir kralmış. Zeus bu insafsız kralın sarayına geldiğinde kim olduğuu açıklamamış. Lykaon Zeus'u denemek için daha önceden öldürttüğü bir yolcunun etinden hazırlattığı yemeği baş tanrının önüne koymuş. Zeus bunun üzerine yıldırımıyla sarayı yakıp kül etmiş ve Lykaon'u da kurta çevirmiş. Lykaon'un kızı Kallisto ise Artemis'in yakın arkadaşı olan bir periydi. Tanrıça ile birlikte ava çıkar ona yoldaşlık ederdi. O da tıpkı Artemis gibi evlenmemeye ve bir erkekle birlikte olmamaya yeminliydi. Ancak Zeus bu güzel periyi görür görmez ona gönül verdi ve bir gün Kallisto ağaçların altında dinlenirken Artemis'inkılığına girerek yanına yaklaştı. Kallisto baştanrıyı Artemis sandığında ondan çekinmedi fakat hatasını anladığı zaman iş işten geçmişti. Hamileliğini gizlemek için büyük çaba harcadı ancak bir gün arkadaşları ile birlikte gölde yıkanırlarken Artemis peri kızın hamile olduğunu fark etti. Zeus sevdiği kızı Artemis'in öfkesinden korumak için Kallisto'yu bir ayıya çevirdi ama bu bile onu Artemis'in öfkesinden korumaya yetmedi. Artemis okları ile onu delik deşik etti. Kallisto ölmeden az önce Arkas adında bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Bu çocuk daha sonra Arkadia'ların babası oldu. Kallisto ise öldükten sonra Zeus tarafında gök yüzüne alındı ve kutup yıldıına 'Büyük Ayıya' çevirildi. GANYMEDES Baştanrı Zeus sadece kadınların güzelliğine değil güzel olan her şeye hayrandı, hatta delikanlılara bile gönlünü kolayca kaptırıyordu. Zeus bir gün Ganymedes adında çok güzel bir delikanlıyla karşılaştı. Öylesine güzel öylesine çekici bir gençtiki Zeus kendini bu delikanlının cazibesine kapılmaktan alıkoyamadı. Ve onu sonsuza dek yanında tutmak için beraberinde Olympos'a götürmeye karar verdi. Bir gün Ganymedes İda dağlarının yamaçlrında sürüsünü otlatırken Zeus bir kartal şekline girerek Olympos'tan aşağıya indi ve Ganymedes'i omuzlarından yakaladığı gibi tanrılar dağına götürdü. Genç çobanı Ambrossia ile besleyip güzel yüzünü ve gençliğini sonsuza kadar muhafaza etmesini sağladı. ANTIOPE Efsaneye göre Zeus Nykteus'un kızı Antiope'yi baştan çıkarmak için bir gün keçi ayaklı Satyros şekline bürünerek Olympos'tan aşağı inmiş. Antiope o sırada yüksek ağaçların gölgesinde uyuyormuş. Baştanrı uyurken bu kızın yanına uzanmış ve onunla birlikte olmuş. O günden itibaren Antiope karnında iki çocuğun kıpırdandığını hissetmeye başlamış. Fakat kızın babası, kızının kimden hamile kaldığını bilmediğinden kızına çok kötü davranıyordu. Bu duruma dayanamayan Antiope bir gün baba evinden kaçarak Sykion'a sığındı. Sykion kralı Epopeus bu kaçkın prensese aşık olarak onunla hemen evlendi. Bunu duyan Antiope'nin babası üzüntüden kendisini öldürdü. Ama ölmeden önce kardeşi Lykos'un Antiope ile kocası Epopeus'tan intikam almasını istedi. Bunun üzerine Lykos hiç vakit kaybetmeden Sykon'a yürüdü ve kral Epopeus'u öldürdü. Antiope'yi esir alarak zincire vurdurdu. Antiope iki çocuğunu yolda doğurdu ve onları terk etmek zorunda kaldı. Birinin adı Zethos diğerinin adı Amphion olan bu çocukları çobanlar bulup büyüttüler. Sonra bu iki kardeş Boiotia'ya kral olup Thebai şehrini kurdular. Sykion şehrine götürülen Antiope ise orada kraliçe Dirke'nin işkencelerine maruz kalıyor, bileklerinde kelepçelerle sefil bi hayat sürüyordu. Derken bir gün bir mucize eseri bileklerideki zincirler kendiliğinden açıldı. Antiope böylece esir hayatından kurtulup Kitheron şehrine çocuklarını bulmaya gitti. Çocuklar annelerinin başından geçenleri öğrenince hemen harekete geçip Dirke'yi yakaladılar ve onu vahşice öldürüp parçalanmış cesedini bir kaynağa attılar. O günden sonra bu kaynağın adı Dirke Kaynağı oldu. LEDA Zeus bir gece, güzel bir kuğu şekline bürünerek Taygetos dağının tepelerine indi. O yere indiği sırada Aetolia kralının güzeller güzeli kız Leda uyuyordu. Zeus güzel kokular saçan kanatlarını çırparak prensesi uyandırdı. Kuğu ona doğru yaklaşarak uzun boynu ile yüzünü okşadı. 'Benden korkma, ben aydınlık tanrısıyım' dedi ona 'İstiyorum ki birbirinin eşi olan iki çocuk dünyaya getiresin, onlar ay ve güneş gibi birbilerini takip ederek yaşasınlar. İnsanlara iyilik etsinler, can vermek üzere olan gemicilerin yardımlarına koşsunlar.' Dokuz ay sonra Leda ormanın derinliklerinde bir yumurta yumurtladı. Yumurtanın içinden birbirinin eşi olan iki erkek çocuk çıktı. Birinin adı Kastor diğerininki ise Pollüks oldu. Yumurtadan çıkar çıkmaz parlak bir yıldız iki kardeşin başlarına nur döktü, sonra her ikiside aynı ata binerek ellerinde aynı mızraklarla dört nala oradan uzaklaştılar. DANAE Danae Argos şehrinin ünlü kralının kızıydı. Bu kralın erkek evladı olmadığından tahtının sahipsiz kalacağındn korkuyordu ve tanrılardan yardım istiyordu. Bir mucize eseri kızı Danae'den doğacak erkek çocuğuın tahtına oturacağını öğrendiğinde. Kral bundan çok korktu ve kızını tunç levhalarla kaplattığı bir yeraltı odasına kapattı. Böylece kızının evlenmeden hamile kalmasını engelleyebileceğini düşünmüştü. Odaya kimsenin girmesi yasaktı ve kapıda sürekli nöbet tutan adamlar vardı. Ama bunlar Zeus'u engelleyemediler. Baş tanrı bir gece yağmur olup yağmaya başladı. Kudurmuş fırtınalar herşeyi altüst ederken o yerin içine sızarak Danae'nin kilitli bulunduğu odanın tavanı arasından bir delik bularak genç kızın göğsüne damladı. Bu ilahi yağmurdan hamile kalan Danae Perseus'u doğurdu. TUFAN, DEUKALION VE PYRRHA Kadını yaratarak insanları felakete ve ıstıraba sürüklenmesi Zeus'un öfkesini yatıştırmamıştı, üstelik Pandora'nın kutuyu açmasıyla tüm kötülükler yeryüzüne yayılmış, insanlar birbirleri ile kavga etmeye, savaşmaya, birbirlerini öldürmeye başlamışlardı bunun üzerine Zeus onlara çok daha büyük bir ceza vermeye karar verdi.Onları tamamiyle yok etmemek müthiş bir tufanın dalgaları arasında onları boğmak istedi. Fakat Prometheus bu defa da insanların yardımına koştu ve Oğlu Deukalion'a Zeus'un planlarından bahsetti. Deukalion ve Epimetheus ile Pandora'nın kızı olan karısı Pyrrha Thessalia'da yaşıyorlardı. Deukalion Thessalia'nın kralıydı. Olacakları duyunca Babasının tavsiyesi ile üzeri kapalı bir kayık yaptı ve karısı ile onun içine girdi. Yağmurlar yağdı, sular kabardı, ortalık baştan başa deniz kesildi. Onlar dokuz gün dokuz gece boyunca dalagalar üzerinde çalkalanıp durdular. Onuncu gün sular alçalmaya başladı ancak ikisinden başka bütün insanlar boğulmuştu. Bu tufan felaketinden kurtula karı koca Othrys dağına yanaştılar ve karaya ayak bastılar. Deukalion ve karısı daha sonra adalet tanrıçasının yanına gidip insan soyunun tekrar yaratılması için yardım istediler. Adalet tanrıçası onlara,Yüce Ana'nın yani Gaia'nın kemiklerini omuzlarının üzerinden atmalarını söyledi. Deukalion ve karısı önce buna çok şaşırdılar. Ardından Deukalion Yüce ana'nın toprak olduğunu hatırladı, buna göre kemikleride kayalar, taşlar olmalıydı. Taşları omzunun üzerinden fırlattığında bu taşlar erkek haline dönüştü, Pyrrha da fırlattı taşları, onun fırlattıkları da kadına dönüştüler. Böylelikle insan soyu yeniden başlatılmış oldu. İLK KADININ YARATILMASI Prometheus'un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan insan topluluğuna ceza vermek istedi ve onlara kadını gönderdi. Zeus, oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı. Olympos'ta oturan tanrıçaların en güzeli olan ve kendi karısı olan Aphrodite'in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan etti ve ona Rumca 'bütün armağan' anlamına gelen Pndora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes Pandora'nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dediki; Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır. Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus'dan hiç bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora'nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi. Pandora da tıpkı tüm kadınlar gibi doğuştan meraklı olduğunda dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus'un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek 'ümit' te vardı. Fakat ümit dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı.. Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı. İNSANIN YARATILIŞI Titan İapetos'un dört oğlu olmuştu. Bunlardan Menoitios ve Atlas; Zeus'e başkaldıran Titan'larla beraber olduklarından cezalandırılmışlardı. Menoitios hainliğinden ve ölçüsüz cüretinden dolayıErebes'e daldırılmışrı. Atlas ise dünyanın öbür ucunda ve Hesperides'lerin önünde omuzlarına gök kubbesini yüklenerek ayakta beklemek cezasına çarptırılmıştı. Diğer iki kardeş Prometheus ve Epimetheus'un kaderleri daha farklı oldu. Her ikiside insanın yaratılışında önemli rol oynadılar. Olympos tanrılarının kudretine ve kuvvetine karşılık Prometheus'ta kurnazlık ve zeka vardı. Titanların meşhur isyanları sırasında tarafsız davranan bir Titan olduğu halde baş tanrı kendisine başkaldırmadığı, tersine saygı gösterdiği için Prometheus'u Olympos'a ölmezler arasına kabul etmişti. Fakat kendi ırkını mahveden Zeus'a karşı içinde büyük bir kin ve öfke olan Prometheus, tanrılarını inkar edecek, onları hiçe sayacak ve işleyecekleri kötülüklerle en vahşi hayvanlara bile taş çıkartacak, dünyanın başına bela olacak bir mahluk'u, insanı yaratarak intikam almaya karar verdi. Prometheus ilk insanı çamuru göz yaşlarıyla karıştırarak yarattı.Buna aslanın gücünü, tavusun kibrini, tilkinin kurnazlığını tavşan'ın ürkekliğini kattı. Fakat insan çıplaktı, kendisini koruyacak hiç bir şeye sahip değildi. Doğduğu günden itibaren acıları, üzüntüleri, ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları başlıyordu. İlk insan çiğ meyvalarla, kanlı etlerle beslenip, elbise yerine bitkilerin yapraklarına sarılıyorlardı. Güneşin faydalarını bilmeden kendilerini karanlık oyuklarda saklıyorlardı. Yarattığı mahluklara acıyan Prometheus insanları daha iyi bir şekilde yaşatabilmek, vahşi hayvanlara karşı etkili silahlarla koruyabilmek, toprağı sürmeye yarayacak gerekli aletleri elde edebilmek için onlara madenleri işlemeyi ve ateşi vermeye karar verdi. İçi baştan başa oyuk fakat yanabilir bir özle kaplı olan Ferule 'Şeytantersi ağacı' denilen ağaçtan bir dal koparıp Lemnos adasına gitti. Hephaistos'un (Ateş Tanrısı) alevler fışkıran ocağına yaklaştı ve madenleri eriten kızgın ateşinden bir kıvılcım çaldı. Elindeki sopanın özünün içine sakladı ve onu ilahi bir armağan olarak insanlara götürdü. O günden itibaren insanlar ateşin yardımıyla daha iyi yaşamaya başladılar. Yiyeceklerini pişiriyorlar, soğuk havada ısınıyorlar, karanlık mağaralarda çıralı odunları yakarak birbirlerinin yüzlerini görüyorlardı. Fakat bir süre sonra nerden geldiklerini unutarak kendilerini tanrılarla eşit tutmaya başladılar. Zeus onların böyle şımarık davranacaklarını önceden tahmin ettiği için onlara ateşi vermemişti. Kendi haberi olmaksızın insanlara ateşi hediye ettiği ve onları şımarttığı için Prometheus'a kızarak onu Kafkas dağlarının en yüksek tepesine gönderdi ve ateşin, sanayinin tanrısı Hephaistos'tan onu yalçın kayalara çakmasını istedi. İlahi demirci istemeyerk Zeus'un bu emirine boyun eğdi ve Prometheus'un kollarına ayaklarına kırılmaz zincirler geçirerek onları sıkıca kayalara çaktı. Prometheus'un cezası bununlada kalmadı..her sabah, kocaman bir kartal kanatlarını açarak süzülüyor ve gelip Prometheus'un ciğerlerini yiyordu. Bu vahşi hayvan sivri tırnaklarını Prometheus'un göğsüne batırıyor ve korkunç gagası ile ciğerini didikliyordu. Akşama kadar yediği ciğer, gece sabaha kadar tekrar bitiyor, çoğalıyor eski haline geliyordu. Bu işkence tam bin sene sürecekti. Fakat otuz sene sonra Zeus Prometheus'a acıdı ve onu affederek tekrar ölümsüzler arasına Olympos dağına aldı. EVRENİN YARADILIŞI VE TANRILARIN DOĞUŞU İsa'nın doğuşundan bin yıl önce; Homeros'un devrinde bile Yunan Tapınağı 'mabedi' vardı. İlyada ve Odisse de yunanlıların inandıkları Tanrılar ve Tanrıçalar; efsaneleri ve özellikleri ile biliniyor, tanınıyordu.Fakat bu efsaneleri anlatan şair Homeros Tanrıların geçmişlerini ve nereden çıktıklarını hiç anlatmamıştır. O sadece Zeus'un Kronos'un oğlu olduğunu, Okeanos ile karısı Thetis'in bütün Tanrıların ve varlıkların sahibi olduğundan bahseder. Sonraları Yunanlılar inandıkları Tanrıların tarihlerini, onların nasıl ve nereden çıktıklarını aramaya başladılar. Eski Yunanlıların öğrenmek istedikleri ilk şey 'Dünyanın yaradılışı' meselesidir. Onlar yerin, göğün, denizin, ışığın, suyun, havanın nasıl yaratıldığını bilmek istiyorlardı. Yeterli bilgileri olmadığından bütün bu şeyleri ve diğer tabiat olaylarını canlı birer varlık gibi hayal ederek, incelemeye koyuldular. Yeri, göğü, suları birer tanrı saydılar. Onlara kendi kafalarında birer insan şekli verdiler. Eski Yunanlılar, yeryüzünün yepyeni olduğu, daha kesin biçimini almadığı döneme Khaos adını takmışlardı. Khaos kelimesi büyük bir karmaşayı anlatmak için kullanılır, ve eski Yunanlılarda yeryüzünün ilk halini bir karmaşa, karışıklık olarak görüyorlardı. Efsanevi Tanrılar, işte bu el değmemiş karmaşık toprağa bir düzen getiriyorlardı. Kargaşadan ilk çıkan Gaia yeryüzünün anası yada ana tanrıçasıydı. Gaia dünyaya bir çok tanrı ve tanrıça getirdi. Yunanistan'ın en yüce dağı, tanrıların mekanı sayılan Olympos'ta egemenlik kuran o büyük tanrılar ailesi Gaia'nın soyundan gelmedir. Gaia'nın çocukları eski çağ tanrılarının en güçlüleriydi, Yunanlılarda Romalılar da onları el üstünde tutarlardı. Gaia ölümsüzlerin yeri olan ve yıldızlarla bezeli olan göğü yani Uranos'u yarattı. Ona, yani göğe kendisini de içine alsın kaplasın diye kendi büyüklüğünü verdi.. Ondan sonra Gaia yüksek dağları, ahenkli dalgaları bulunan Pontos'u, denizi meydana getirdi. URANOS 'GÖK' VE GAİA 'YER' Evren oluştuktan sonra, onun üstünde yaşayacak ve ömür sürdürecekleri meydana getirmek gerekiyordu. Bunun için Gaia kendi oğlu Uranos ile birlikte Titanlar yarattı. Altısı dişi altısı erkek olmak üzere oniki tane olan Titanlar şunlardır; Okeanos, Koios, Hyperion, İapetos, Kronos, Theia, Rhea, Mnemosyne, Phebe, Tethys, Themis. Uranos ile Gaia, bundan sonra Kylops'ları dünyaya getirdiler. Tanrılara benzeyen ancak alınlarının ortasında tek gözleri bulunan Kylops'lar şunlardır; Brontes, Steropes, Arges. Bunlardan başka omuzlarından bükülmez yüzer kolları sallanan ve sırtlarına ellişer baş dizilmiş olan; Kottos, Briareos, Gyges adındaki devler dünyaya geldi. Bunlara Hekatonehires yada Centimanes derler. Uranos tuhaf bir biçimde çocuklarından korkuyor, doğdukça onları yerin derinliklerine atıyor, oraya hapsediyordu. Bu harekete Gaia çok kızdı ve ondan yaptıklarının öcünü almaya karar verdi. Göğsünden parlak çeliği çıkararak onunla keskin bir tırpan yaptı, sonra çocuklarına planlarını anlattı. Ama çocukları bu plandan korktular, yalnız en son doğan oğlu Kronos annesine yardım edeceğini söyledi. Akşam olunca Uranos, Gaia'yı görmeye geldi. Konuştular biraz vakit geçirdiler; sonra yattılar. Hiç bir şeyden şüphelenmeyen Uranos, derin bir uykuya dalınca, Kronos geldi ve tırpanla babasını hiç acımadan biçip, vücudunun kanlı parçalarını denize attı. Babasına ilk tırpanı attığı zaman açılan büyük yaralardan sızan siyah kan damlaları yere damlayınca yenilmez Erinyes 'Hiddet'ler, korkunç Geants 'Dev' ler ve Meliades perileri doğdular. Dalgaların üstünde çalkalanan et parçalarına gelince; onlarda beyaz köpüklere dönüştüler. Sonra kanlı et parçalarının meydana getirdiği bu beyaz köpükten genç ve güzel bir tanrıça olan Aphrodite doğdu. Onu dalgalar bir sedef kabuğu içersinde çiçeklerle süsleyerek Kıbrıs adasına götürdüler KRONOS'UN SALTANATI Uranos öldükten sonra Kronos kainatın tek hakimi oldu. İlk iş olarak kardeşleri Titanları yer altındaki zindanlarından çıkardı. Onun hükümdarlığı zamanında yaratılış devam etti. Khaos ile Erebos'un kızı olan Nyks, Moros 'Baht'ı, Siyah Kere'Moire'yi, Thnatos'Ölümü', Hypnos 'Uyku' ve 'Düş' leri doğurdu. Sonra Momos 'Alay', Oizys'I 'Acı ve Şikayet'; Okean'ın arkasında altın elmaları bekleyen 'Hesperides'leri; doğumdan ölüme kadar, iyi ve kötü ömrümüzün ipliğini eğiren 'Parkae'leri, Moir'ları; Klotho, Lakhesis,Atropos'ı dünyaya getirdi. Daha sonra fanilere dehşet veren Nemesis (Öc, hile,kızgınlık) , Eris (Nifak) doğdular. Nifak'tan da Ponos (Izdırap) , Algos(Fenalık) , Loimos (Açlık) , Apathe (Hile) , Savaşlar, Adam öldürme, Şüphe, Zulüm, Ant doğdu. Deniz-Pontos; Toprak-Gaia ile evlenerek, doğruyu sever hakikatli Nereus, 'Kocaman' Thaumas ile Elktra'den İris; güzel saçlı Harpyi'ler doğdu. Phorkys güzel yanaklı 'Keto' Çelik yürekli; Euyebie'nin doğmasına neden oldu. Nereus ile Okeanos'un kızı Doris'ten Nereides'ler denilen elli kız doğdu Thaumas ve Elektra'den İris, güzel saçlı Harpyi'ler doğdu. Phorkys ile Kete'den 'İğrenç İhtiyarlık' (Geras) dünyaya beyaz saçları ile gelen Okean'ın ötesinde Hesperides'ler ülkesinde yaşayan (Graiai) ler doğdu. Sıra Titan'lara gelmişti. Bir kısmı kendi akrabalarıyla, bir kısmı peri kızları ile evlendiler ve çocukları oldu. Okeanos ile Thetis'ten bir erkek çocuk, ırmaklar; üç bin kız, su perileri; sonra akıl ve hikmet Tanrıçası Metis, servet Tykhe, cehennem ırmağı Styks doğdu. Hyperion ile Theia'dan Güneş- Helios, Ay-Selene, Şafak- Eos doğdular. Khaeos ile Phebe'den Leto, Asteria dünyaya geldiler. Krios ile Eurybia'dan Astreos, Pallas, Perseus doğdu. İapetos ile Okeanide, Klymene'den bazılarına göre Asie'den Atlas,Menoetios, Epimetheus, Prometheus doğdular. Sonradan Kronos Rhea ile evlendi. ZEUS'UN DOĞUŞU Kronos ile Rhea'nın evliliklerinden Hestia, Demeter, Hera adlarında üç kızla, Hades, Poseidon, Zeus adlı üç erkek çocuk dünyaya geldi. Babasına yaptıklarını unutmayan Kronos kendisinin de oğullarından aynı karşılığı göreceğinden korkuyordu bu yüzden Karısının her yeni doğurduğu çocuğu yutup, karnında saklıyordu. Rhea yalnız 'Zeus'u onun elinden kurtarabildi. Tanrıça gecenin karanlığından faydalanarak çabucak koşup Girit adasında 'İda' dağının tepesine çıktı. Çocuğunu da beraber götürmüştü. Gaia çocuğu aldı ve onu bir mağaranın dibine sakladı. Rhea bir kocaman taşı kundak bezlerine sarıp Kronos'a verdi. Kronos bu taşıda hemen yuttu, oğlunun dünyada yaşadığını bilmiyordu. Ve ilerleyen zaman içinde oğlu büyüyüp yenilmek nedir bilmeyecek, sıkıntı nedir duymayacak, gücü ve kuvveti ile babasını kendisine boyun eğdirecek, onun bütün imtiyazlarını, şan ve şerefini elinden alacak, onun yerine bütün ölmezlerin başı olacaktı. Gerçekten Zeus, ormanların sık dalları arasında büyüdü; keçi sütünü emdi; bağırmalarını babası duymasın diye Kuretoslar da onun başında kalkanlarını çarparak gürültüler çıkardılar. Olgunluk çağına gelince Zeus saklandığı mağaradan çıktı. Kronos'u yuttuğu tanrıları ve taşı çıkarmaya zorladı. Sonra onu gökten kovup dünyanın ta dibine, yerin ve denizin alt tabakasının daha da altına attı. Zeus karısı Hera, çocukları, kardeşleri ve öbür tanrılarla birlikte Olympos dağına yerleşip saltanat sürmeye başladı. Fakat bu sefer de karşısına; Gaia ile Uranos'un Othrys dağına yerleşmiş oğulları Titan'lar çıktı. Her iki taraf ellerine kocaman kayalar alıp savaşmaya başladılar. Pelion dağlarını Ossa dağının üzerine yığarak Titan'lar Olympos'a tırmanmaya çalıştılar. Savaşın gürültüsünden gökler, yerler, denizler sarsıldı, Tartaros yani cehennem bile o yaygara ile çalkalandı. Fakat Zeus'un Tanrısal silahına, yıldırımına hiç bir şey dayanamadı. Bereketli toprak titreyerek yanıyor, her şey kaynıyordu. Yerler parçalandı, dağlar eridi ve Titan'lar yenilerek Tartoros'a atıldılar. Hepsi de zincirlere vuruldu ve üzerlerine üçyüz kaya yuvarlandı. Helland, Yunanistan toprağı, yüksek dağları, derin uçurumları ile karmakarışık bir manzaraya sahipti. Eski Yunanlılar bunu Zeus'un Titan'larla olan savaşına bağlar. Bundan sonra ilk zamanlarda ki karışıklık sona erdi. Kainat düzen buldu. Tabiatın kaba, vahşi ve kör kuvvetleri; Tanrısal zeka tarafından yenilmiş ve emir altına alınmış oldu. Soylar ve Çağlar Mythos’uHesiodos’un kardeşi Perses’e gerçekleri açıklamak ve doğru yolu göstermek amacıyla yazdığı “İşler ve Günler” (Erga kai Hemerai) adlı didaktik eserinde Thegonia’daki yöntem insanlar dünyasına uygulanır: Tanrılar gibi insanlar da bazı aşamalar geçirip bugün bulundukları duruma gelmişlerdir. Ne var ki tam karamsar bir görüşle insanların iyiye değil, kötüye gittikleri ve sonlarının büsbütün yıkım olacağı kanısındadır. Bunu önlemek için kişinin adalete dayanıp doğrudan ayrılmamsı ve hele gece, gündüz var gücüyle çalışması gerekir. Hint-Avrupa kaynaklı dünya görüşlerine dayanan bu mythos Yunan yazınında pek yankı uyandırmamışsa da, Roma dünyasında epey tutunmuş ve işlenmiştir. Theogonia ile İşler ve Günler arasında ana görüş açısından hem bir benzerlik, hem bir çelişki vardır: Her iki yapıtta sözü geçen Prometheus efsanesi, İşler ve günler’ de altın çağ Kronos’un egemenlik dönemiyle bir tutulur, insanlar için yıkım Olympos’lu tanrıların saltanatıyla başlar. Çağların (soy) madenlere göre sınıflandırılması İran-Babil kaynaklı bir görüşe dayanır. Hesiodos’a göre beş soy vardır: Altın, gümüş, tünç ve demir soyları, bunların aralarına Hesiodos bir soy daha sokar: Homeros destanlarında sözü geçen yarı kahramanlar soyu. Hesiodos he soyu şöyle tanımlar:ALTIN SOYOlympos’ta oturan ölümsüzler yarattıölümlü insanların ilk soyunu altından.O zaman Kronos’un gökleri tuttuğu zamanlardı,tanrılar gibi yaşıyordu insanlar,kaygısız, rahat, acısız, dertsiz.Belalı ihtiyarlık çökmüyordu üstlerine,kolları, bacakları her zaman dipdirisevinip coşuyorlardı gamsız şölenlerde,tatlı uykulara dalar gibi ölüyorlardı.Dünyanın varı, yoğu onlarındı,toprak kendiliğinden bereket saçıyordu.Sayısız nimetler ortasında, rahat, memnun,yaşayıp gidiyordu insanoğulları tarlalarında.Bu ilk insanlar ölüp toprağa karışınca,birer cin oldular Zeus2un dileğiyle,İyi birer cin, toprağı ve insanları koruyan cinleryaman bir şerefe konmuş oldular böylece.*GÜMÜŞ SOY:Sonra gümüşten ikinci bir soy yarattıOlympos’ta oturan ölümsüzler.Bunların boyları bosları da, akılları daçok başka türlüydü altın soylulardan.Çocuklar yüzyıl çocuk kalıyorduevde, analarının dizinde çocukça oynaşarak.Büyüyüp ergin çağa gelince,pek uzun sürmüyordu hayatları,başlarını derde sokuyorlardı çılgınlıklarıyla,ölçü nedir bilmiyordu coşkunlukları,ölümsüzleri saymıyor, tapınaklara gitmiyorlardı,oysa uygar insanların yasasıydı bu. Kronos oğlu Zeus kızdı onlara,gömdü toprağa saygısız yaratıkları,yer altı cinleri, oldu gümüş soylular,bunlar şerefçe altındadır ötekilerin.TUNÇ SOYLULARBir üçüncü soy yarattı tanrılar babası Zeus.Bu tunç soylular gümüş soylulara hiç benzemiyordu,birer kütük gibiydi bunlar, güçlü kuvvetli, korkunç,işleri güçleri azıtmak, saldırmak, öldürmekti,bunlar ekmek yemiyordı, taş gibiydi yürekleri,korku salıyorlardı gittikleri yere.Önünde durulmuyordu güçlerinin,yenilmek nedir bilmiyordugürbüz omuzlarına çakılı kolları.Tunçtandı silahları, tunçtandı evleri,tunçla kazıyorlardı toprağı,çünkü kara demir yoktu henüz.Bunlar kendi elleriyle yokolup,çekti gittler öbür dünyaya.ve dünyada ad bırakmadan gittilerküflü, paslı Hades’in ürpertili karanlıklarına.Kapkara ölüm rüzgarları aldı onları,bırakıp gittler pırıl pırıl gün ışıklarını.KAHRAMANLAR SOYUToprak yeniden örtünce bu soyu da,bir kuşak daha yarattı Zeus, Kronos’un oğlu.Daha bereketli, daha doğru, daha yürekli olan bu soyyarı tanrı kahramanlar getirdi dünyaya.işte ondandır bu sınırsız topraklardabizlerden önce gelen koca yiğitler.Çetin savaşlarda, yürekler acısı kargaşalıklardayitti gitti bu kahramanların hepsi,kimi yedi kapılı Thebai’nin duvarları önünde,Oidipus sürüleri uğruna Kadmos’un toprağındakimi gemilerde, denizler ötesindeki Troya’dagüzel saçlı Helena uğruna.sarıldılar her şeyi örten ölüm yorganlarına.Kimilerine de Kronos oğlu Zeus, tanrılar babası,insanlardan uzakta, dünyanın sınırlarındabir yurt ve bir hayat verdi mutlu ve ölümsüz.Orada, o mutlu adalarda yaşıyor şimdi onlar,engin, derin Okeanos’un kıyılarında.O mutlu yiğitlere yılda üç kez ürün verir,çiçekler, tatlı meyveler saçan Ana ToprakDEMİR SOYU İnsanoğullarının beşinci soyuna gelince,keşke o soydakilerden biri olsaydım ben,keşke daha önce ölsem, ya da doğmasaydım!çünkü bu beşinci soy demir soyudur.Onlar gündüzleri didinir, ezilirler,geceleri kıvranır dururlartanrıların yolladığı türlü dertlerde.belalarla karışık biraz sevinçtir bulabildikleri.Ama bir gün gelecek, Zeus, Kronos’un oğlubu ölümlü insan soyunu da yok ediverecek.O zaman ak saçlı insanlar soyu gelecek,o zaman ne baba oğullarına benzeyecek,ne de oğulları babalarına,ne ev sahibi konuğunu bilecek, sevecek,ne dost dostunu, ne kardeş kardeşini bugünkü gibi.Yaşlanır yaşlanmaz hor görülecek ana, baba,kaba kaba çatacaklar onlara.Tanrı saygısı nedir bilmeyecek bu mutsuzlar,karınlarını doyuranların karınlarını doyurmayacaklar.Ne yeminin değeri kalacak, ne doğrunun, ne iyinin,yalnız kötülere, azgınlara gidecek saygıları,bak güçlünün olacak yalnız, vicdan kalmayacak.Kötü insan saldıracak iyi insana, yalana dolana kaçıp, antlarını çiğneyecekler,zavallı insanların ayaklarına dolanacakkıskançlığın kem gözleri, kem dilleri.O zaman bırakıp yeryüzünü Olympos’a gidecekinsanları bırakıp tanrılara sığınacakak yüzlü, ak alınlı Aidos’lar, Nemesis’leryalnız acılar kalacak ölümlü insanlara,çare bulunmaz olacak kötülüklere karşı.Mitoloji SözlüğüAzra Erhat275/276 B-C Cacus: Herakles tarafından öldürülen bir dev. Caeculüs: Vulcain'in oğlu Caelus: Uranos'un latince karşılığı Camene: Çeşme perileridirler ancak yunanlılar bunların ilham perileri olduklarına da inanırlardı. Camilla: Volskiler kralı Metabus'un amazonlara benzeyen kızı. Camenta: Romalı doğum tanrıçası. Carmenta: Ladon ırmağının efsanevi kızı. Gaipten haberler veriyordu. Carna: Roma civarında Tiber nehri kenarlarında yaşayan bir peri kızı. Catanitus: Latinlerin Ganymedes'e verdikleri ad. Centimaniler: Yüz kollu devler. Ceres: Toprak ve ürünler tanrıçası Demeter'in bir diğer adı. Clio: Kahraman destanı Epos ve Tarih Musa'sına Latinlerin verdikleri ad. Concordia: Romalıların barış tanrıçası. Concus: Eski Roma tanrılarından biri. Gizlemek, örtmek, saklamak tanrısıydı. Cubido: Aşk tanrısı Eros'un bir diğer adı. Dada: Namusu uğruna kendini öldüren efsanevi Girit'li bir kadın. Daedalion: Sabah yıldızı Eoshoros'un oğlu savaşa ve ava çok düşkündü. Kızının ölümünden sonra çektiği acıya üzülen tanrı Apollon bu üzüntülü babayı bir akbabaya çevirdi. Daimon: İlahi bir kudret taşıdığına inanılan adeta tanrılaşmış insanlara verilen ad. Daktylos: İda dağında oturan ve madenleri işleyen becerikli cinler. Bu cinleri Rhea doğurmuştur. Daimos: Ares'in yardımcısı, korku. Damaster: Poseidon'un oğlu Dammaneus: Daktylos'lardan biri. Danae: Argos kralı Akrisios'un kızı. Danaidler: Danaos'un elli kızına verilen ad. Danaos: Belos'un iki oğlundan biri, farklı farklı kadınlardn elli kızı olmuştu. Daphne: Apollon'un aşık olduğu peri kızı, defne ağacına çevirildi. Daphnis: Çoban şiirlerinin mucidi, sicilyalı bir çoban. Dardanos: Zeus'un oğlu, Troia kalesini o inşa etti. Çanakkale boğazı eski adını ondan almış. Dedalos: Yunanlılarca heykeltraşlığın ve mimarinin piri sayılan efsanevi bir sanatkar Deimos: Korku anlamına gelen Deimos Ares'in en yakın arkadaşıdır. Deioneus: Dia'nın babası İksiyon onu kızgın kömür dolu bir hendeğe atıp yamıştı. Deiphobos: Priamos'un oğlu, Hector'un kardeşi. Delphoi: Gelecek olaylardan haber verme yeri, kehanet tapınağı. Delos: Yüzen bir ada iken Artemis ve Apollonun doğumu için Zeus onu denizin üzerinde sabit bir ada haline getirdi. Dejanıra: Herakles'in karısı Demeter: Toprak ve ürün tanrıçası. Demodike: Kretheus'un karısı, Phriksos'un kaynanası. Demodokos: Gözleri kör bir halk şairi. Şiirleri ile efsaneleşmiştir. Demophon: Theseus ile Phedra'nın oğlu. Elpeor ile Troia savaşına katıldı. Despoina: Demeter'in Posidon'dan olan kızı Persophene'in bir diğer adı. Deukalion: Prometheus ile Klymene'nin oğlu, Pyrrha'nın kocası. Tufan da sağ kalanlardan. Diana: Artemis'in latice adı. Dido: Karthaca kraliçesi, Aineas'ı sevmişti karşılık alamayınca kendini öldürdü. Didyme: Brankhid'lerin kahinlik tapınağı Dike: Zeus ile Themis'in kızı. Adalet sembolü. Diktynna: Giritte Artemis'in yerini tutan iki tanrıçadan biri. Diktys: Seriphos adasında yaşayan bir balıkçı. Perseus ve annesi Danae'yi bulmuştu. Dimoedes: Arezen'in kardeşiydi ve onun kızı Euopis ile evlenmişti ancak Euopis onu kendi kardeşi ile aldatıyordu. Durum ortaya çıkınca Euopis kendini öldürdü. Diometes daha sonra sahilde genç bir kadın cesedi buldu ve buna aşık oldu. Ceset çürümeye başlayana kadar onu sakladı daha sonra muhteşem bir törenle defnetti ama bu anlamsız aşkı içinden söküp atamadı ve mezarın başında kendini öldürdü. Dione: Okeanos'un kızı Dionysos: Şarap tanrısı Dioskur'lar: Zeus'un oğullarından Kastor ile Polydenkes'e verilen ad. Anneleri Leda idi. İki kardeş gemicilere yol gösterir tehlikeli anlarda yardımlarına koşarlardı. Dirke: Epopeus'un karısı Dodona: Zeus tapınağı, Zeus bu tapınakta sorulan sorulara, dualara cevap verirdi. Dolion'lar: Bugünkü Kapıdağda yaşayan bir halk. Dolon: Troia'lı bir genç. Çok hızlı koşardı, savaş sırasında casus olarak Yunanlıların arasına karıştı ancak yakalandı ve Diomedes tarafından öldürüldü. Doris: Okeanos ile Tethys'in kızı. Kardeşi Nereos ile evlendi. Ondan Nereid'ler diye bilinen elli kızı oldu. Doros: Apollon ile Phthie'nin oğlu Dryad'lar: Ormanlarda yaşayan ağaç perileri. Hayatları ağaca bağlıydı. Ağaç çürüdüğü yada kesildiği zaman bunlarında hayatları son bulurdu. Dryas: Ares'in oğullarından biri. Dryope: Kral Dryops'un tek kızı. Oeta dağında babasının sürülerini otlatırdı. Apollon bu kıza gönül verdi ve yılan şekline girerek onunla birleşti. Kız bu olaydan kimseye haber vermedi. Andreamon ile evlendi ve bir oğlu oldu. Adını Amphissos koydular. Dryops: Apollon ile Dia'nın oğlu. Kızı Hermes ile birlikte olup Pan'ı doğurdu. E-G Eakos: Zeus ile peri kızı Egine'nin oğlu. Dindarlığı ile tanınırdı. Eetion: Mysia bölgesinde bir şehrin kralı. Andromak'ın babası. Efhialtes: Gaia ile Uranus'un oğlu olan bir dev. Egeria: Romalıların doğum tanrıçası. Egeus: Atina kralı Theseus'un babası. Theseus Minotaure'e karşı kazandığı zaferden dönerken beyaz yelken çekmediği için babası oğlunun yenildiğini zannederek kendini denizew attı. O günden beri bu denize ege denizi derler. Egestes: (Akestes) Sicilyada Krimisos ırmağının tanrısının oğlu Egina: Asapos ırmağı tanrısının kızı, Zeus tarafından kaçırıldı. Egisthos: Thyeste'nin oğlu. Egypios: Antheus ile Boulis'in oğlu. Egyptos: Mısırın ünlü kahramanlarından, Poseidon ile Nil nehrinin oğlu. Mısıra adını verdi. Eidothea: Proteus'un oğlu babasına akıl danışmaya gelen Menelaos'a yardım etti. Eileithyia: Doğum arğrıları tanrısı. Bu tanrı, doğumlarında kadınlara yardım edermiş. Eirene: Barış sembolü Horalardan biri. Ekhemos: Aeropos'un oğlu. Ekhestos: Zalimliği ile tanınan Epir kralı. Ekhidna: Gövdesi kadına, kuyruğu yılana benzeyen bir ejder. Lerna Hydrası denilen yılanın annesidir. Ekhion: Kadmos'un ektiği dragonun dişlerinden hortlayan beş adamdan biri. Ekho: Ormanlarda, dağlarda dolaşan yankı perisi. Her yerde yanlızlığı arıyor insanlardan ve tanrılardan kaçıyordu. Aşkına karşılık vermediği için Pan çobanları ona karşı kışkırttı. Ve çobanlar Ekho'yu parçalayıp, parçalarını her tarafına attılar. Elektra: Agememnon ile Klytaimenestra'nın kızı. Okeanos ile Tethys'in kızlarından birininde adı Elektra idi. Elektryon: Perseus'un üç oğlundan biri. Eleutherios: Zeus'un lakabı Elysion: Yeraltı cenneti Elpenor: Odysseus'un arkadaşalarından biri. Kirke onu domuza çevirmişti ama daha sonra tekrar insan şekline döndü. Empusa: Hekate'nin, insanları korkutmak için yarattığı bir canavar. Her çeşit kılığa girebilirdi. İnsan etiyle beslenirmiş ve kurbanalarını çok güzel bir kadın kılığına girerek avlarmış. Endymion: Ayışığı Selene'nin aşık olduğu güzel bir delikanlı. Enyalios: Savaş tanrısı Ares'in adlarından biri. Enyo: Ares'in en sadık arkadaşlarından biri. Enyo felaket anlamına gelir. Eolos: Rüzgarların bekçisi. Eolia: Eolos'un oturduğu ada. Eos: Şafak Epaphos: Zeus ile İo'nun oğlu Epeios: Panopeus'un oğlu Troia savaşına otuz gemi ile gelmişti. Epeos: Panopee'nin oğlu surları yıkmak için kullanılan aleti icat etti ve Troia savaşındaki tahta atı yaptı. Ephesos: (Ephes) Anadolu'nun Ege sahillinde eski devirlerin en ünlü şehri. Ephialtes: Gaia ile Uranos'un oğlu olan dev. Epidauros: Asklepios'un en meşhur tapınağının bulunduğu yer. Eikaste: İokaste'nin diğer adı. Epimelides: Sürüleri bekleyen perilerin adı. Epimenides: Giritli bir şair ve kahin. Atinayı Veba salgınından kurtarmıştı. Ephimetheus: Prometheus'un kardeşi Epione: Asklepois'in karısı. Epiphania: Tanrıların insan şeklinde yada başka şekillerde maddi olarak görülmesi. Epiros: Ekhion'un kızı Epopeus: Bir kahramanın adı. Poseidon'un oğlu olduğu söylenir Erato: Dokuz ilham perisinden biri Erebos: Khaos ile Nyks'in oğlu. Karanlık yeraltı dünyasının sembolü. Erekhteous: Atina'nın ünlü kahramanı. Erginos: Beotia bölgesinde Orkhomenos kralı. Eridanos: Okeanos ile Tethys'in oğlu. Efsanevi bir nehir. Erigone: Atinalı İkarios'un kızı. Dionysos'un sevgilisi. Erikhthonios: Hephaistos'un oğlu. Hephaistos'un yere saçılan tohumlarından meydana gelen yarı insan yarı yılandı. Athena bu çocuğa acıyıp onu bir kutuya koydu ve Kekrops'un üç kızına emanet etti. Erikhthonios büyünce çok akıllı bir insan oldu ve Atina krallığını ele geçirdi. Erinona: Namus ve masumiyeti ile ün salan Kıbrıs'lı kız. Zeus bile ona aşık olmuştu. Hera bu aşka engel olmak için Adonis'I Erinona'ya bela etti. Kızlığını kaybeden Erinona tavus kuşuna çevirildi. Eriny'ler: İntikam saçan tanrıçalar. Eriphyle: Argos kralı Talaos'un kızı, Adraste'nin kardeşi. Eris: Nifak, anlaşmamazlık tanrıçası, Ares'in kardeşi ve arkadaşı. Istırab(Ponos) , Unutmak(Lethe) , Açlık(Limos) , Keder(Argos) çocuklarıdır. Eros: Aşka tanrısı, aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite'in oğlu. Erymanthos: Apollon'un oğlu. Adonis ile buluşmak için yıkanan Aphrodite'i çıplak gördüğü için tanrıça gözlerini kör etti. Bunun üzerine Apollon oğlunu bir yaban domuzuna çevirdi ve Adonis'i öldürttü. Erysikhthon: Thesseba kralı Triapos'un oğlu. Dinsiz ve zalim bir adamdı. Demeter'e ait bir ormanı tahrip edince tanrıça onu açlıkla kıvrandırarak cezalandırdı. Eryks: Aphrodite ile Poseidon'un oğlu. Erytos: İole'nin babası. Ok atmada kendisini geçene kızını vermeyi vaad etmişti. Herakles yarışmada onu geçtiği halde sözünde durmadı bunun üzerine Herakles onu öldürdü. Eskulape: Hekimlik tanrısı Asklapios'a latinlerin verdiği ad. Eteokles: Oidipus ile İokaste'nin oğlu, Thebai kahramanlarından biri. Ethemea: Artemis'in etrafıdaki perilerden biri. Cos adasındaki kral Merops ile evlenmek için tanrıçadan ayrılınca, tanrıça buna çok sinirlendi ve onu okları ile delik deşik etti. Euadne: Esir düşen kocasını yakarlarken kendisini kocasını yaktıkları ateşe atan fedakar kadın. Euandros: Arkadialı bir kahraman, yurdundan ayrılıp İtalya da bir koloni kurdu. Eukhenor: Kahin Polydos'un oğlu, babası ona iki çeşit ölümden birini seçmesini söyledi.Ya evinde kalıp rahat döşeğinde can vermek yada savaşta çetin fakat şerefli bir ölüm. Troia savaşına katıldı ve yiğitçe öldü. Eumaios: Odysseus'un sadık çobanı Eumenid'ler: Attikada ki intikam tanrıçalarına verilen ad. Eumolpos: Poseidon ile Khione'un oğlu. Herakles'in öğretmeni. Euneos: İason ile Hypsiplye'nin oğlu. Eunike: Bir deniz perisi. Nereos ile Doris'in kızı. Eunomia: Okeanos'un kızları Hora(Saat) lardan biri. Letafet perilerinin annesi. Eunomos: Arkhiteles'in oğlu. Herakles tarafından öldürüldü. Euphemos: Poseidon'un oğlu, Arganaut'lardan biri. Babasının ona verdiği vasıfla su üzerinde yürüyordu. Euphorbos: Pantheos'un oğlu Troia'lı bir kahraman. Patroklos'u öldürmüştü. Euphorion: Akhilleus ile Helena'nın çocuğu. Zeus ona aşık oldu fakat Euphorion ondan kaçtı ve Melos adasına sığındı. Çok öfkelenen Zeus yıldırımıyla onu öldürdü. Euphrosyne: Eurymone'nin üç kızı olan Kharit'lerden biri. Europa: Finike kralı Agenar ile Telepassa'nın kızı. Boğa şekiline giren Zeus tarafından kaçırıldı. Zeus'tan Minos, Sarpedon, Rhadamnthys adlarını taşıyan üç oğlu oldu. Adını Avrupa bölgesine verdi. Euros: Eos ile Astraeos'un oğlu. Güney-batı rüzgarı olarak bilinir. Euryale: Gaia'nın kızkardeşleri olan Gorgon'lardan biri Euryalos: Aenes'in arkadaşlarından biri. Güzelliği ile ün salan bu delikanlı Nisus ile büyük bir aşk yaşadı. Eurybie: Yer ile denizin kızı, Astraos'un annesi. Eurydike: Orpheus'un karısı. Aristeos'tan kaçarken bir yılan tarafından öldürüldü. Eurygania: Oidipus'un karısı. Eurylokos: Odysseus'un arkadaşı ve kızkardeşinin kocası. Eurykleia: Odysseus'un süt annesi. Eurymakos: Odysseus'un karısına göz koyanlardan biri. Odysseus tarafından öldürüldü. Eurymeda: Oeneus ile Althea'nın kızı. Kardeşi Meleagros'un ölümüne çok ağladığından Meleagrid denilen kuşa dönüştürüldü. Eurymedon: Prometheus'un babası. Titanlarla yapılan savaşta Zeus tarafından uçurumdan aşağı atıldı. Eurynome: Okeanos ile Tethys'in kızı. Zeus tarafından sevildi ve üç Kkari(Letafet perileri) doğurdu. Eurynomos: Yeraltı tanrılarından biri. Yere gömülen ölülerin etlerini yer kemiklerini bırakırdı. Euryphaessa: Hyperion'un karısı. Helios, Selene ve Eos'u doğurdu. Eurypylos: Tanınmış karamanlara verilen ad. Eurysakes: Aiaks ile Tekmassa'nın oğlu. Eurytheus: Herakles'e çeşitli görevler veren Tiryns kralı. Euterpe: İlham perileri olan Musa'lardan birinin adı, flüt çalmasını öğretirdi. Eurytion: Kentaur'lardan biri. Hippodemiz'yı kaçırmak isteyince Lapithlerle savaş başladı. Eurytos: Herakles'e yay bükmesini öğreten ünlü kral İola'nın babası. Euthymos: Temesa şehrini kurtaran ünlü kahraman. Evadne: Poseidon ile Pitane'nin kızı. Evandros: Sarpedon'un oğlu Lykia'lı bir yiğit Troia savaşında yardıma gelmişti. Evenos: Ares ile Demonike'nin oğlu. Etolia krallarından biri. Marpassa adında ki kızına talip olanları öldürüyordu. Evippe: Epir kralı Tyrimmas'ın kızı, Odysseus onu baştan çıkarıp sonrada terk etmişti. Bu beraberlikten Euryalos dünyaya geldi. Evippe çocuğun boynuna 'Minnettarlığın İşareti' yazan bir tabela asıp Odysseus'a yolladı. Evohe: Dionysos'un lakabı. Cesaret oğlum anlamına gelir. Fama: Halkın sesinin sembolü olan Fama Yer'in kızıdır. Sayısız gözü ve bir çok ağızı vardır. Çok hızlı uçardı. Fames: Açlığın sembolü. Fatum: Talih tanrısı. Fauma: Tanrı Faunuz'un karısı Faunus: Latinlerin ıssız tabiat tanrısı. Febris: Hararet ve Sıtma tanrıçası. Feronia: Çeşmelerin ve ormanların tanrıçası. Fides: Verilen sözde durma tanrısı Fors: Tesadüf tanrıçası. Flora: Yeşeren bitkilerin çiçeklerin tanrıçası. Furiler: Yeraltı cehenneminin korkunç devleri. Bunlar tanrıların intikam memurları idi ve Poseidon'un kanından olmuş Yer'in kızlarıydı.İnsanların kalplerine korku ve vicdan azbını getirirlerdi. Fraude: Hile tanrıçası. Yarı insan yarı yılandı. Furina: Hırsızların tanrısı. Furrına: Tibet nehri kenarında bir kaynağın ve ormanın tanrısıydı. Gaia: Toprak. Bütün tanrıların soylarının çıktığı en eski ve ilk tanrıça. Kocasız olarak Uranus'u doğurdu. Onun hem annesi hem de karısı oldu. Galateia: Güzel bir peri kız, Kylop Polyphemos ona aşık olmuştu. Galates: Herakles'in bir prensesten olma oğlu. Galaotes: Apollon ile Themisto'nun oğlu Galinthias: Herakles'in annesi Alkmene'nin arkadaşı. Alkmene doğum yapacağı sırada doğum tanrıçaları Hera'nın emriyle doğuma engel olmaya çalışınca Galinthias onları uzaklaştırdı ve Herakles'in doğumuna yardım etti fakat sonunda Hera onu Gelincik'e dönüştürerek cezalandırdı. Ganges: Bir peri kızı olan Kalauria ile İndos'un oğlu ve Ganj nehrinin tanrısı. Sarhoş olduğu bir zamanda annesini iğfal ettiği için kendine geldiğinde utancından kendini nehre attı. O günden sonra bu nehrin adı Ganj oldu. Ganymedes: Troia kralı Toros'un oğlu. Zeus onu sevdi ve Olympos'a yanına alarak orada alı koydu. Geantes: Gaia'nın çocukları, Uranos'un yarasından akan kanlarla yaratıldılar. Genius: Roma tanrısı. Bir nevi koruyucu melek görevini görüyordu. Her insanın kendine ait bir Genius'u olduğuna inanılırdı. Gerena: Pygmeler bir nevi cüceler soyundan bir kadın. Tanrılara yüz vermediği için Turna kuşuna çevirildi. Geras: İhtiyarlık tanrısı. Herakles bütün insanların yaşlandıkları zaman başına musallat olan bu tanrıyı mağlup etti. Geryoneus: Üç başlı kocaman bir dev, Herakles tarafından öldürüldü. Gigant'lar: Uranos'un yarasından akan kanlarla yaratılmış devler. Tanrılar bunlardan nefret ederlerdi. Dağ gibi gövdeleri yılan gibi kuyrukları vardı. Titanlarla birlikte Zeus'a karşı savaşmışlardı. Herakles teker teker hepsini mağlup edip Vezüv yanardağının altına hapsetti. Glaukos: Sisypos'un oğlu. İnsan eti ile beslenen kendi atları tarafından parçalandı. Gorgon'lar: Phorkos ile Keto'nun üç kızı. Saçları yılandan korkunç bakışlı ifritler. Bunlara bakan taş kesilirmiş. Stheno, Euryale ve Medusa adlarını taşıyan üç kardeşin en kötüsü Medusa idi. Grazia'lar: Letafet perileri. Gree'ler: Phorkos ile Keto'nun diğer üç kızı, doğuştan beyaz saçlıydılar. Griffon'lar: Arslan gövdeli kartal başlı efsanevi kuşlar. Apollon'un hazinelerine bekçilik yapıyorlardı. Gyges: Titanlardan biri. Uranos ile Gaia'nın oğlu, yüz kolu elli başı vardı. M-N Maia: Atlas ile Pleione'in kızı. Zeus ona gönül vermişti. Kyllen dağında onunla evlendi ve Hermes doğdu. Mainad'lar: Dionysos'un yanında gezen Bakkhalar. Makareos: Eolos'un oğlu. Kendi öz kardeşi ile sevişmiş ve ondan bir oğlu olmuştu. Eolos bu çocuğu köpeklere yedirdi. Makhaon: Kahramanlık devrinin ünlü hekimi.Asklepios'un oğlu. Podaleiros'un kardeşi. Magnes: Medea'nın hizmetinde çalışan genç bir adam. Medea tarafından mıknatısa çevirildi. Manto: Ünlü kahin Teiresias'ın kızı. Kör olan babasını elinden tutarak gezdiren Manto babası gibi gaipten haberler verirdi. Markıs: Hera'nın süt annesi. Marpessa: Ares'in torunu Evenos'un kızı. İdas'la nişanlı iken Apollon onu kaçırınca İdas sevgilisi uğruna Apollonla döğüştü. Fakat Marpessa Apollon'un sevgisine güvenmediği için İdas'ı tercih etti. Mars: Harp tanrısı Ares'e Romalıların verdiği ad. Mater Matuta: Romalıların şafak tanrısı. Meandros: Menderes nehrinin tanrısı. Okeanos ile Tethys'in oğlu. Medea: Kolkhid kralı Aeites'in kızı. Sihirbaz Kirke'nin yeğeni. Medos: Medea'nın oğlu Medusa: Phorkos'un kızları olan üç Gorgon'dan en kötüsüdür. Saçları yılan gibidir. Ve ona bakan taşa dönüşürdü. Megaira: Uranos'un kanından yaratılan Erinyler denilen kin ve nefret tanrılarından biriydi. Megara: Thebaİ kralının kızı, Herakles'in karısı oldu. Megera: Üç hiddet tanrısından biriydi.Nazar değdiren olarak bilinirdi. Melampus: Efsanevi yunan doktoru ve sihirbazı. Amythaon ile İdomene'nin oğlu. Melanios: Atalante'yi koşuda yenen kahraman. Melanippe: Eolos'un kızı Poseidon'dan iki oğlu olmuştu. Meleagros: Kalydon kralının kızı. Meliades: Uranos'un yeryüzüne damlayan kanından yaratılan periler. Melissa: Girit kralının kızı olan bir peri. Amalthee ile beraber Zeus'u büyüttü. Melos: Delos'lu bir delikanlı, adonis'in arkadaşıydı. Pelia adlı bir kızdan Melos adında bir oğlu oldu. Adonis'in ölümünden sonra kendini astı. Melpomene: İlham perielrinden biri, trajedi ilham ederdi. Memnon: Eos ile Tithonos'un oğlu. Akhilleus tarafında öldürüldü. Memnonidler: Eos'un oğlu Memnon'un cesedinin yandığı ateşten doğan efsanevi kuşların adı. Menelaos: Agememnon'un kardeşi, Helena'nın kocası. Paris karısı Helena'yı kaçırınca Troia'ya saldırdı. Menippe: Orion'un kızı, ve Metiokha'nın kardeşi. Zeka tanrıçası bu iki kardeşe örgü öğretmişti, Aphrodite ise güzellik bahşetmişti. Ülkeleri veba salgınına yakalandığında tanrılar iki kardeşin kurban edilmesi halinde salgının kalkacağını söylediklerinde, iki kardeş kurban edilmeyi kabul ettiler ve kendilerini öldürdüler. Menestheus: Peleus'un oğlu. Atina kralı Theseus ihtiyarlayınca krallığı onun elinden aldı. Menoetios: Bir titan oğlu. Menoikeus: Kreon'un oğlu. Thebai'yi kurtarmak için kendini şehrin surlarından aşağı attı. Menthe: (Nane) Cehennemler tanrısı Hades'in gönül verdiği peri kızı. Hades'in karısı Persephone, onu kıkandı ve ayaklarının altında ezdi. Hades sevgilisine acıdı ve onu güzel kokulu naneye çevirdi. Mentor: Alkimos'un oğlu. Odyseus'un sadık dostu. Athena Mentor'un kılığına girip Telemakhos'a öğüt verirdi. Mercurius: Hermes'in latince adı. Merope: Pleiadlardan biri. Atlas'ın kızı. Fani bir insanla evlendiği için kardeşleri ile birlikte yıldız olduğunda onlara oranla daha sönük ışık verdi. Mesopothamia Aphrodite'in rahibelerinden birinin kızı. Mestra: Erysikhthon'un kızı. Poseidon'un sevgilisi, Mestra'nın babası Demeter'in hışmına uğrayıp sefalete düşmüştü. Poseidon'un kendisine bahşettiği istediği her şekle dönüşebilme yeteneği ile babasını kurtardı. Metanira: Eleusis kralı Keleos'un karısı. Metis: Hikmet ve tedbirlik tanrıçası. Okeanos ile Tethys'in kızı. Midas: Phrigia'nın efsanevi kralı, Apollon Kulaklarını eşek kulağına çevirmişti. Miletos: Anadoluda Miletus şehrini kuran kahraman: Apollon ile Deione'nin oğlu. Menderes nehrinin kızı Kyane ile evlendi. Kaunos ve Byblis adında iki çocuğu oldu. Milon: Diolimos'un oğlu. Yunanistan'ın en meşhur atletlerinden biridir. Minerva: Zeka tanrıçasına romalıların verdiği ad. Minos: Girit Kralı Minotauros: İnsan vücutlu boğa başlı azılı bir canavar. Minyad'lar: Minyas'ın üç kızına verilen ad. Dionysos namına yapılan bayrama katılmadıkları için cezalandırıldılar. Baykuşa dönüştürüldüler. Mnemosyne: Uranos ile Gaia'nın kızı. Hatıra tanrıçası. Zeus'tan dokuz tane çocuğu oldu, bunlar ilham perileridir. Mnestra: Danaid'lerden biri kocası Egius'u öldürdü Moira'lar: Kader tanrıçaları. Zeus ile Themis'in üç kızı. Molpis: Elis'li bir delikanlı memleketini kasıp kavuran kıtlıktan kurtulmak için kendini kurban etti. Momos: Alay, istihza ve hiciv tanrıçası. Gecenin kızı. Mopsos: Manto'nun oğlu Moria: Anadolu da Lydia'lı bir kadın. Yılan sokması sonucu ölen kardeşini tekrar diriltti. Mormo: İnsanları korkutmak için Hekate'nin emrinde olan korkunç bir kadın hayaleti. Morpheus: Rüyaların tanrısı. Hypnos ile gecenin oğlu. Moyskhlos: Hephaistos'un çırakları olan Kabir'lerin yeri. Musagetes: Apollon'un lakabı, Musalarınrehberi anlamındadır. Musaios: Ay'ın oğlu, Orpheus'un hocası ve en yakın dostu idi. İlham perileri tarafından büyütüldü. Musa'lar: İlham perileri. Mykenai: Samos adasında Perseus'un kurduğu bir şehir. Myrmidonlar: Algine adasında yaşayan insanlar. Eskiden karınca oldukları için çok çalışırlardı. Myrrha: Kıbrıs adası kralı Kinyras'ın kızı. Kral kendi öz kızı ile evlendi ve bu evlilikten Adonis doğdu. Myrtilos: Arabacı Oinomaos yıldızı. Arabacıydı yıldız oldu. Mysteria: Açık olmayan gizli yapılan tapınmaya bu ad verilir. Naiadlar: Çeşmelerin kaynakların. Derelerin perilerine verilen ad. Naiadlarda insanlar gibi ölümlüydüler. Napae: Çayırların perilerine verilen ad. Nannakos: Phrigia'nın en eski kralı. Tufanın olacağını önceden sezip halkıyla birlikte tanrılara dua edip kurban kesmişlerdi.Ve tanrılar onları tufandan korumuştu. Narkissos: Aşktan kaçınan bir delikanlı. Nergis çiçeğine çevirildi. Nauplios: Euboea adası kralı. Poseidon ile Amymone'nin oğlu. Klymene ile evlenip bir çok çocuk babası oldu. Nausikaa: Skeria adasının kralı Alkinoos'un kızı. Odyseus'a yardım etmişti. Tanrıçalar kadar güzel olan bu prenses, asaletin sembolüdür. Neanthos: Lesbos tiranı Pittakus'un oğlu Nektar: İçenlerin ölümsüz olduğu tanrılara mahsus içki. Neleus: Poseidon ile Tyro'nun oğlu. Karısı Khloris'ten Nestor adında bir oğlu oldu. Herakles ile girdiği bir çarpışma sırasında öldü. Nemesis: Gece'nin kızı intikam tanrıçası. Aynı zamanda o, dünyada adaleti koruyan, haklıyı haksızdan ayırd eden bir ahlak tanrıçası idi. Neoptolemos: Akhilleus ile Lykomedes'in kızı Deidamie'nin oğlu. Çok cesur bir savaşçıydı ancak aynı zamanda acımasızdıda. Affetmek duygusundan yoksundu. Nephele: Athomas'ın karısı, Helle ile Phriksos'un annesiydi. Neptun: Romalıların Poseidon'a verdikleri ad. Nereus: Denizler ihtiyarı olan Nereus Pontos(Deniz) ve Gaia(Toprak) nın oğlu. Okeanos'un kızı Doris ile evlendi ve bu evlilikten Nereid'ler oldu. Nerio: Romalılarda harp tanrısının karısı olup, kahramanlığı temsil eder. Nerites: Nereus ile Doris'in oğlu olup güzelliği ile Aphrodite'I kendine aşık etmişti. Aphrodite tanrılar dağı Olympos'a çıkarken onuda yanında götürmek istedi ancak Nerites anne ve babasının memleketi denizi tanılar dağına tercih etti. Buna çok sinirlenen Aphrodite onu kayaların üzerine yapışıp kalan hareket edemeyen kabuklu bir deniz hayvanına çevirdi. Nereidler: Nereus ile Doris'in kızları olan deniz perileri. Birbirinden güzel olan bu kardeşler dalgaların sembolüdürler. Nessos: Kentaur'lardan biri. Herakles'in karısı kaçırmaya çalıştı fakat Evenos'un kabarmış sularını geçince Herakles onu öldürdü. Nestor: Neleos ile Khloris'in en genç oğlu. Herakles onun onbir kardeşini öldürdüğü zaman sadece o kurtuldu ve babasının yerine Pylos kralı oldu. Nikaea: Sangarios (Sakarya) nehrinin kızı. Aşktan nefret ediyor sadece avlanmayı seviyordu. Dionysos onu görünce vurulmuştu ancak Nikaea ona yüz vermedi. Bunun üzerine Dionysos da onu şarap içirerek baştan çıkardı. Telete adında bir kızları oldu başlangıçta bu zoraki evlilikten hiç hoşlanmayan Nikaea daha sonradan şarap tanrısıyla yakınlaştı ve Satyros adında bir de oğulları oldu. Nike: (Victoria) Zafer tanrıçası Niobe: Lydia kralı Tantalos'un kızı, Apollon ve Artemis'in annelerini hor gördüğü için oniki çocuğu öldürüldü ve oda kayaya çevirildi. Nireus: Helene'yi almak isteyen delikanlının biri çok güzeldi ancak basit bir ailedendi. Nisos: Athena kralı Pandion'un oğlu. Syklla adında bir kızı vardı. Syklla Minos'u sevdiği için babasına ihanet etti.Ancak babasına ihanet eden bir kıza güvenemiyeceği için Minos ona yüz vermedi. Bunun üzerine kız kendini denize attı. Onu bir balığa babasının da kartala çevirdiler. Nomos: Kanunların koruyucusu. Notos: En önemli dört rüzgardan biri. Eos ile Astraeos'un oğlu. Güney rüzgarı Lodos olarak bilinir. Nyks: Khaos'un kızı gece. Nykteus: Poseidon ile Kelene'nin oğlu, Antiope'nin babası. Nyktime: Lesbos kralı Epopeus'un kızı. Babasına gönül verdiği için tanrılar onu yarasaya çevirdiler. Nyktis: Nykteus'un kızı. Thebai kralı Labdakos ile evlendi. Laios doğdu. Nymphe'ler: Dağlarda, kırlarda, ormanlarda, çeşmelerin kaynakların başında, nehirlerde yaşadıkları sanılan peri kızları. Nysa: Nysa dağına adını veren peri kızı. Dionysos'u bu dağın perileri büyütmüştür. Nyssia: Phrygia'nın kralı Kandaulos'un karısı. Kral karısının güzelliğine hayran idi. Gözdelerinden Gyges'I gizlice karısını çıplak görmesi için yatak odasına aldı. Nyssia bunu fark edince 'Ya kocamı öldür benimle evlen yada sen ölümü göze al' diye korkutunca Gyges kralı öldürüp Nyssia ile evlendi. R-S Raros: Karnaos'un oğlu. Triptolemos'un babası. Eleusis de Raros vadisine adını verdi. Remus: Romulus'un ikiz kardeşi, Mars ile Rea Silvanın oğlu, Roma şehrinin kuruluşunda önemli bir yeri vardır. Rhakios: Giritli bir kahraman, Lebes'in oğlu. Manto ile evlenmişti. Rhadamantys: Cehennemlerde bulunan meşhur bir yargıç. Zeus ile Europa'nın oğlu ve Girit kralı Minos'un kardeşidir. Rhadios: Neleus ile Khloris'in oğlu. Pylos şehrine saldırdığı için Herakles tarafından öldürüldü. Rhea: Dağlık bölgelerin tanrıçası idi. Bir adıda İdalı ana idi. Zeus'u onun büyüttüğüne inanılırdı. Rheme: Şöhret tanrıçası. Gaia tarafından yaratıldı, Zeus'a habercilik yaptı. Rhesos: Thrakia'lı bir kahraman Troia savaşında Troia'lılara yardıma koştu. Rhodope: Artemis'in hizmetindekilerden biriydi ve masumiyetini sonsuz dek saklaak istiyordu, ancak bu durumdan hoşlanmayan Aphrodite onu haşin ve ahlaksız bir avcı olan Euthynokos'a aşık etti. İki sevgili dağlarda gizlice buuşup birlikte oluyorlardı. Artemis bunu haber alınca onu sevgilisi ile gizlice buluştuğu mağarada Styks ırmağına dönüştürdü. Rhodos: Güneş'in karısı. Rhodos adasına adını verdi. Rhoetos: Tanrılarla savaşan devlerden biri. Dionysos tarafından öldürüldü. Rhoksane: Kordyas'ın kızı. İran şahının oğlu Medos ona tecavüz etti, cezalandırılacağından korkan Medos kendininehre attı. O günden sonra nehrin adı Medos olarak değiştirildi.(Bu günkü Fırat) Rhopalos: Herakles'in oğlu, Phaestos'un babası. Rhytia: Korybant'ların annesi. Samothrake adasında yaşayan bu dokuz kardeşin Apollon'un çocukları oldukları söylenir. Risus: Neşe ve kahkaha tanrısı. İnsanların kalplerinden kederleri kovan acıları yatıştıran bir tanrıydı. Romos: Roma şehrini kuran ve adını veren kahraman. Romulus: Mars ile Rea Silva'nın ikiz oğullarından biridir. Ropma şehrinin kuruluşunda önemli rol oynamıştır. Ros: Hava ile Ay'ın oğlu, Çiy Şebnem tanrısı. Ros, seher tanrısı Eos'un kocasıydı. Sabazios: Phyrygia'lıların inandıkları bir tanrı. Zeus ile Persophene'in oğlu. Dianysos gibi insanlara bağ, bahçe yapmayı, öküz yetiştirmeyi öğretti. Sagaris: Kral Midas'ın oğlu. Tanrıça Kybele'ye hürmette kusur ettiği için tanrıça onun aklını başından aldı ve Sagaris kendini Kserabates ırmağına attı. O günden sonra bu nehrin adı Sangarios oldu (Bugünkü Sakarya nehri) Sagaritis: Bir meşenin ruhu olan peri kendini Kybele'ye adamış Attis isminde bir delikanlıyı yoldan çıkardığı için tanrıça Sagaritis'in bağlı bulunduğu meşe ağacını devirdi ve peri kızı can verdi. Salambo: Babilde Aphrodite yerine tapınılan Astarte'nin bir adı. Salamis: Asopos ile Menthone'nin kızı. Poseidon bu kıza gönül verdiğinden onu kaçırdı. Kykhreus adında bir oğulları oldu. Salmakis: Bugünkü Bodrum yakınlarında bir gölcüğün perisi Aphodite'in oğlu Hemaphrodite'e aşık olmuştu Salmoneos: Thessalia kahramanlarından Eolos'un oğlu. Peloponnes'te bir şehir kurarak kendi adını verdi.Başarılarından gurura kapılarak kendini baştanrıya eşit saydırmak için tunçtan bir körü üzerinde araba koşturarak kurbanlarının üzerine yanan meşaleler atarak öldürüyordu. Zeus buna çok sinirlendi ve onu yıldırımıyla vurup Tartoros'a attırdı. Salus: Romalıların sağlık tanrıçası. Asklepios'un kız olduğuna inanılırdı. Sanape: Bugünkü Sinop şehrine adını veren kahraman bir amozon. Herakles amazonlarla çatışmaya girdiğinde Sanape kaçarak onun elinden kurtulmuş ve bu bölgeye gelip Paphlagonia kralı ile evlenmişti. Çok fazla içki içtiğinden halk ona sarhoş anlamına gelen Sanape diyordu. Sapho: Lesbos adasında Erebos şehrinde doğmuş efsanevi bir kadın şair. Saron: Troizen krallarından biri, ava çok düşkündü. Bir gün bir geyik kovalarken hayvanın peşi sıra denize atladı ama çok fazla açıldığı için boğuldu. O günden sonra Attikia bölgesinin güneyindeki denize Saronikos denizi adı verildi. Ve halk av uğruna denizde boğularak ölen krallarını tanrılaştırdılar. Sarppedon: Zeus ile Europa'nın oğlu. Lykia'da kraldı. Adaletseverliği ve insanlığı ile halkının sevgisini kazanmıştı. Troia savaşı sırasında Troia'lılara yardıma koştu. Patroklos'a saldırdı fakat onun tarafından öldürüldü. Saturnus: Romalıların Kronoslara verdiği ad. Satyr'ler: Silenler adı ilede tanınan Satyr'ler ikinci derecede gelen kır tanrılarıdır. Sivri uzun kulaklı, boynuzlu, yassı burunlu, keçi ayaklı, kısa kuyruklu ve gövdesi baştan aşağı kıllarla kaplı acaip bir varlık Satyria: Girit kralı Minos'un kızı. Poseidonla beraber olup Taras adlı bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Sauros: Elis bölgesini haraca bağlayan bir haydut. Herakles tarafından öldürüldü. Selen: Ay tanrıçası Selinos: Poseidon'un oğlu Semele: Kadmos ile Harmonia'nın kızı. Zeus ile birlikte oldu ve bu birliktelikten Dionysos dünyaya geldi. Semiremis: Efsanevi Babil kraliçesi. Askolon şehrinin gölde yaşayan tanrıçası Derketo ile Kaystre'nin kızı. Önce Niniva kralının müşaviri Onnes ile evlendi, ondan iki çocuğu oldu. Daha sonra kral Ninos ona aşık olunca, kendi kızının karşılığında Semiramis'I kocasından istedi ancal Onnes razı olmadı. Bunun üzerine kral onun gözlerini oydurttu ve Semiramis'I kendisine eş olarak aldı. Ninyas adlı bir oğulları oldu. Kral ölünce yerine Semiramis Babil melikesi oldu. Asma bahçeleri dillere destandı. Senius: İhtiyarlığa gözcü olan tanrı. Sentius: Doğarken çocuklara duygu bağışlayan tanrı. Sevekhoros: Babil'in efsanevi kralı. Kızından olacak torununun kendisini tahtından edeceğini tanrılardan duyunca kızını hapsetmişti. Ama kızının hamile kalmasını engelliyemedi ve Gilgamos dünyaya geldi. Muhafızlar korkarak çocuğu kuleden aşağı fırlattılar ama bir kartal yere düşmeden onu kurtardı ve bir bahçeye bıraktı. Bahçıvan onu büyüttü ve Gilgamos Babil'in meşhur hükümdarı, kanun yaıcısı Gılgamış oldu. Sibylle: Apollon rahibelerine verilen ad, bunlar gaipten haberler verirlerdi. Side: Anadolu'lu kahraman Tauros'un kızı ve Kimolos'un karısı. Side şehrine kendi adını vermiştir. Siderites: Apollon'un Troia'lı Helenus'a verdiği sihirli taş. Efsaneye göre bu taş konuşabilirmiş.Helenus Troia'nın başına gelecek felaketi de bu taştan öğrenmiş. Sikinos: Naiadlardan Oenoe ile Lemnos kralı Thoas'ın oğlu. Silenos: Satyr'lar yaşlanınca Silenos adını alırlar. Dionysos'a arkadaşlık ederlerdi. Silvanus: Romalıların orman bağ bahçe tanrısı. Sinis: Theseus tarafından öldülen bir haydut. Sphinks: Göğsü ve yüzü kadına, gövdesi arslana kanatları kartala benziyen acayip bir varlık Staphyle: Şarap tanrısının gönül verdiği bir peri kızının adı. Stellio: Kertenkeleye çevirilen küçük bir çocuğun adı.Demeter'in kana kana su içmesi ile alay ettiği için bu cezaya çarptırıldı. Stentor: Sesi çok gür olan bir adam. Sterope: Atlas ile Peione'nin kızı. Ares ile evlendi Oenomaos doğdu. Stheneboia: Tiryns kralı. Protios'un kocası. Sthenelos: Aktor'un oğlu Herakles'in silah arkadaşı. Stheno: Grai'lerden biri. Stilbe: Peneos nehrinin kızı. Apollon'un bu kızdan Kenthauros ve Lapithes adlarında iki oğlu oldu. Strymon: Thrakia kralı, Ares'in oğlu. Oğlu Rhesos'un Troia da öldüğünü duyunca üzüntüden kendisini öldürdü. Styks: (Styx) Cehennem nehri. Stymphalos: Elatos ile Laodike'nin oğlu. Summanus: Romalıların gece çakan şimşek tanrısı. Syka: Dionysos'un gönül verdiği bir peri kızının adı. Onu incir ağacına dönüştürdü. Syleus: Thesselia kralı ve Poseidon'un oğlu. Zorba bir kraldı, Herakles tarafından öldürüldü. Symplegad: Karadeniz boğazındaki oynak kayalıklar. Syrinks: Arkadialı bir peri kızı. Pan bu periye gönül vermişti. Syrna: Karia bölgesinin kralı olan Damaethos'un kızı. Damdan düşerek bütünkemiklerini kırdı, öleceği sırada Podalirios çıka geldi iki kolundan kan alarak kızı tedavi etti ve daha sonrada onunla evlendi. T-U Talos: Girit adasını beklemekle görevlendirilmiş tunç vücutlu dev. Bir yabancı gördüğünde hemen ateşin içine girer, kızıl kor haline gelir, sonra koşar yabancıyı kucaklar diri diri yakardı. Talthybios: Agememnon'un habercilerinden biri. Tanais: Okeanos ile Tethys'in oğlu, bugünkü Don nehrinin tanrısı Tantalos: Batı anadoluda Lydia kralı. Zeus ile Plouto'nun oğlu. Sipylos(Manisa) dağında hüküm sürüyordu. Atlas'ın kızı Dione ile evlenmişti. Paktolos ırmağının kızı Eurnassa da onun karısı idi. Pelops ve Niobe onun çocukları idi. Tantalos tanrıların hoşgörüsünü kötüye kullandı ve müthiş bir azaba çarptırıldı. Tantalid'ler: Tantalos'un soyundan gelenler. Taraksippos: Hipodrumlarada atları ürküten habis ruh. Taras: Poseidon ile Satyra adlı bir perinin oğlu. İtalyada Tarente şehrinin kurucularından. Tartaros: Yeraltında, cehennemlerin derinliklerinde bulunan korkunç yer. Zeus kendisine isyan edenleri oraya atardı. Tauros: Pasiphae'nin aşık olduğu bir delikanlı. Minotauros bu birliktelik sonucu doğdu. Minos onu Girit'te yer altı mağarasına hapsetti. Theseus onu öldürdü. Taygete: Atlas ile Pleione'nin kızı. Zeus ile birlikte olup Lakedaemon'u doğurdu. Çok utangaç bir yapıya sahipti. Teiresias: Ünlü kahin, ve Manto'nun babası. Tekmessa: Anadolu da Phrygia kralı Teuthras'ın kızı. Yunanlıların saldırısı sırasında büyük kahraman Aiaks'ın eline düştü. Bu evliliğin sonucunda Eurysakes adında bir oğlu oldu. Telamon: Büyük Aiaks'ın babası ve Aigina kralı. Birçok savaşta Herakles ile birlikte oldu. Telegonos: Odysseus'un sihirbaz Kirke'den olan oğlu Telemakhos: Odysseus'un Penelope'den olan oğlu. Babası Troia savaşından geri dönmeyince henüz küçük bir çocuk olmasına rağmen babasını aramak iiçin yollara düştü. Zeka tanrıçası Athena Mentor adlı filozofun kılığına girerek ona daima öğüt verdi yol gösterdi. Telephassa: Agenor'un karısı.Kadmos, Kiliks, Phoeniks,Europa'nın annesi. Telephos: Herakles'in oğlu.Akhilleus onu savaşta yaralamıştı. Bir kahin mızrağın pası ile yarasını iyileştirdi. Telesphoros: Meşhur bir hekim. Tanrılar katına kadar çıkmış. Telkhin'ler: Güneşin çocukları. Volkanik olayların sembolüdürler. Bir bakışta insanları büyüleyebilen sihirbazdırlar. Telmessus: Bugünkü Fethiye şehrinin kahramanı. Apollon ile Fenike kralının kızlarından birinin oğlu idi. Tellus: Romalıların toprak tanrıçası Gaia'ya verdikleri ad. Telonia: Yunanlıların dini merasim yapılmadan önce çocuklarının ruhlarına verdikleri ad. Telphoussa: Bir Nymphe'nin adı.Ladon ırmağının kızıydı.Adını suyu buz gibi olan bir çeşmeye vermişti. Tempe: Thessalia'da bir vadi. Poseidon burayı üç dişli yabasıyla açmıştı. Tenedoks: Bozcaadanın eski adı. Tenes: Tenedoks'a adını veren kahraman. Kolones kralı Kyknos'un oğlu.Akhilleus tarafından öldürüldü. Terambos: Zamanın en iyi musiki sanatçısıydı, lir ve flüt çalmakta çok ustaydı. Tereos: Thrakia kralı. Ares'in oğlu Termeros: Termera şehrine adını veren azılı bir haydut. Herakles tarafından öldürüldü. Terminüs: Romalıların sınır taşı tanrısı. Terpsikhore: İlham perilerinden biri, dans Musa'sı.Sirenlerin annesi. Tethys: Okeanos'un karısı. Okeanidler diye bilinen 3000 güzel kızın annesi Teukris: Teukros'un kızı, Dardanos'un karısı Teukros: Skamandros çayının tanrısı ile İda dağı perisi İdaea'nın oğlu. Teuthis: Arkadia şeflerinden biri. Troia savaşında Agamemnon ile aralarında çıkan anlaşmazlık sonucu ordudan ayrılmıştı. Tuthras: Anadoluda Mysia bölgesi kralı Thalia: İlham perilerinden biri. Apollon ile evlenmiş Korybant'ları doğurmuştu. Sürülerin, bitkilerin, ekinlerin koruyucusu idi. Letafet perilerinden birinin adıda Thalia'dır. Thamyris: Thrakia'lı efsanevi müzisyen ve şair. Philammon ile peri Argiope'nin oğlu. İlham perilerine meydan okuduğu için sesini güzelliğini ve gözlerini kaybetti. Thanatos: Yunanlıların ölüm tanrısı, Hypnos'un ikiz kardeşi idi. Thaumas: Pontos ile Gaia'nın oğlu. Okeanos'un kızı Elektra ile evlendi. İris ile Harryi'ler bu evlilik sonucu dünyaya geldiler. Thebe: Kilika'lı bir kahraman kadın.Adramys'in kızı. Koşuda kendisini yenecek erkekle evleneceğini ilan etti, Herakles onu yendi ve onunla evlendi. Thebai: Boiotia'lı Kadmos tarafından kurulan ünlü bir şehir. Yüksek surlarını Amphion lirinin sesi ile taşları yürüterek yapmıştı. Theia: Uranos ile Gaia'nın kızı. Hyperion ile evlendi. Helios, Eos, Selen onun çocuklarıdır. Theias: Belus'un oğlu, kendi öz kızı Smyra ile evlendi. Themis: Kanunların, adaletin, örf ve adetlerin tanrıçası. Uranos ile Gaia'nın kızı. Zeus ile evlenerek Hora'ları, Parka'ları ve Metis'I doğurdu. Theonoe: Thestor'un kızı. Theophane: Bisaltes'in kızı. Çok güzel bir kızdı. Poseidon onu Krinis adasına kaçırdı. Therapne: Leleks'in kızı Thermedon: Amazonlar diyarında akan Terme çayı. Therodamas: Skythia'nın efsanevi kralı. Aslanlarını insan eti ile beslerdi. Thersandros: Thebai şehrinin kralı. Polynikes ile Argia'nın oğlu olan Amphia'nın oğlu. Amphiaros'un kızı Demonassa ile evlendi ve Tisamenos adında bir oğlu oldu. Telephos tarafından öldürüldü. Thersites: Argios'un oğlu. Troia savaşında maskaralıklar yaparak askerleri eğlendirirdi. Theseus: Yunanlıların en büyük kahramanlarından biri. Thespiadlar: Thespios'un elli kızına ve onların çocuklarına verilen ad. Thespios: Thespies şehrinin kahramanı. Erekhtheus'un oğlu. Elli kızının hepsinide Herakles'e metres olarak vermişti. Sadece bir kızını vermekten kaçınmıştı. Herakles te bu kızı Thespies şehrindeki kendi tapınağına rahibe yaptı. Diğer 49 kızın her biri birer erkek çocuk dünyaya getirdi. Bunlara Thespiadlar dendi. Thesprotlar: Epir halkına verilen ad. Thessallia: Tanrılar dağı Olympos'u da içine alan kuzey doğu Yunanistan da bir bölge.Herakles ile Khalkiope'nin oğlu Thessalos bu bölgeye adını vermiştir. Thestiad'lar: Melagros'un iki dayısına bu ad verilir. Thestion: Pleuron kralı. Thestor: Apollon ile Laothoe'nin oğlu. Çok bilgili zeki biri olduğundan ona Yunanca bilgili anlamına gelen İdmon lakabını vermişlerdi. Thetis: Nereus ile Doris'in kızı. Peleus'un karısı. Akhilleus'un annesi.Thetis Nereidlerin en güzeli idi. Zeus ile Poseidon onunla evlenmek istemişlerdi ancak Thetis'ten doğacak çocuğun babasını geçeceği haberi üzerine tanrılar küçük düşmekten çekinerek onunla evlenmeyi göze alamadılar. Bu yüzden de bu güzel tanrıça kral Peleus ile evlendirildi. Thiasos: Dionysos şerefine yapılan gece şenlikleri. Thoas: Lemnos adasının kralı. Otreus'ın kızı Kallikopis (Myrina) ile evlendi. Karısının kendisini Dionysos ile aldattığını öğrenince çok öfkelendi fakat tanrı şarap içirerek onu sakinleştirdi ve ona şarap yapmayı öğretti. Çok sonra Lemnos kadınları ayaklanıp kocalarını öldürmeye başladıklarında kızı Hipsipyle Thoas'u gizlice Lemnos'dan kaçırdı. Thoe: Deniz Nymphelerinden biri. Okeanos ile Tethys'in kızı. Thoosa: Phorkys'in kızı. Poseidon'dan Polyphemoz adında bir çocuğu oldu. Thrakia: Ares'in, rüzgarların ve Orpheus'un yurdu. Thrake: Okeanos ile Parthenone'nin kızı. Adını Thrakia bölgesine verdi.. Kız kardeşi Europa da adını Avrupa bölgesine verdi. Thriai: Apollon'u Parnassos dağında büyüten üç periye verilen ad.Bunlar küçük çakıl taşları ile fala bakarak gelecekte olacaklarla ilgili bilgiler verirlerdi. Thyestes: Pelops ile Hippodamia'nın oğlu. Babasının yerine kral olmak istediğinden kendisinden büyük olan kardeşi Atreus'tan nefret ediyor onun aile sadetini kıskanıyordu.Atreus'un karısı Europa'yı baştan çıkarıp ondan bir kaç tane çocuk sahibi oldu. Durum ortaya çıktığındaysa öldürülmekten korkarak kaçtı. Thyia: Deukalion'un kızı. Zeus'tan Makedonia adında bir kızı olmuştu. Thyiadlar: Mainadlara, Bakhantlara verilen ad. Thyria: Amphinomus'un kızı.Apollon'dan Kyknoks adında bir oğlu oldu. Tiphys: Poseidon'un oğlu eşşiz bir gemi olan Argo gemisinin baş kaptanı idi. Tiresias: Eski devirlerin en ünlü kahini. Athena'yı çıplak gördüğü için gözleri tanrıça tarafından kör edilmişti. Tisiphone: Üç Eriny'den birinin adı. Öldüreni cezalandıran anlamına gelir. Bu kadın katillerden intkam almakla görevlendirilmişti. Titanlar: Uranos ile Gaia'nın oğulları. İlk tanrıların soyundan olan Titanlar altı erkek altı da kız kardeştiler. Kronos kardeşlerin en küçüğü idi ve annesi ile birlikte babasını öldürerek yerine geçti. Titanidler: Uranos ile Gaia'nın çocukları olan Titanlardan altı kzı kardeşe verilen ad. Bunlar Theia, Rhea, Themis, Mnomosyne, Phoebe, veTethys. Bunlar kendi kardeşleri ile evlenerek başka tanrıların doğmasını sağladılar. Tithonos: Troia prenslerinden biri. Laomedon ile Skamandros'un kızı olan Strymo'nun oğlu. Eos bu prense aşık olarak onu kaçırdı. Zeus'tan kocasını ölmezler arasına almasını istedi ancak bu arada ebedi gençliğini istemeyi unutmuştu. Yıllar geçipte Tithonos yaşlanmaya başlayınca çekilmez biri oldu ve tanrılar onu çır çır böceğine dönüştürdüler. Tityos: Zeus ile Elara'nın oğlu olan dev. Zeus kıskanç Hera'nın krokusundan Elara'yı yerin altında bir mağaraya saklamıştı. Elara doğum sırasında ölünce Zeus oğlunu yer'e emanet etti. Yer ona süt annelik yaptı bu yüzden Tityos'a yerin oğlu derler. Tlepolemos: Herakles ile Astyokhe'nin oğlu. Yalnışlıkla Alkmene'nin kardeşi Lykymnios'u öldürünce Rodos adasına kçtı ve orada bir koloni kurdu. Tlos: Miletus ile Praktisidike adlı bir perinin oğlu. Tlos şehrini o kurdu. Tmolos: Lydia kralı. Ares ile Theogone'nin oğlu. Artemis'in arkadaşlarından biri olan peri Arripe'ye zorla sahip olunca Artemis tarafından cezalandırıldı ve bir boğanın boynuzlarında can verdi. Trambelos: Telamon ile Theanira'nı oğlu. Miletus şehrinin kralı Arion tarafından büyütüldü. Bir peri kızna zorla shaip olup öldürdüğü için Akhilleus tarafından öldürüldü. Trinakria: Helios'un yurdu.Sicilia adası. Triopas: Poseidon'un oğlu Knidos şehrini kuran kahraman. Triptolemos: Eleusis kralı. Keleus ile Metanire'nin oğlu. Ziraat aletlerinin mucididir. Triton: Poseidon ile Amphhitrite'ninoğlu. Belden yukarısı insan belden aşağısı balık şeklinde ayakları at ayağına benzeyen bir deniz tanrısı. Tritonlar: Nereidlerin arkadaşları olan deniz tanrıları. Troia: Bugünkü Hisarcık şehrinin bulunduğu yerde olan eski bir şehir. Mitolojide Troia savaşına büyük yer verilmişti. Troilos: Priamos ile Hekube'ninn oğlu. Akhilleus tarafından öldürüldü. Trokhilos: Argos'lu bir kahraman. İo'nun oğlu savaş arabasını icat etmiştir. Trophonios: Erginos'un oğlu olan Boiotia'lı kahraman. Tros: Phrygia kralı Erikhthonios'un oğlu,Troia şehrine adını vermiştir. Turnus: İtalyada yaşayan Rutillerin kralı. Tydeus: Etolia kahramanlarından. Kral Oeneus ile Periboia'nın oğlu. Diomedes'in babası. Tykhe: Talih, tesadüf tanrıçası. Tympanon: Korybantların icat ettikleri tef. Tyndareos: Isparta kralı, Leda'nın kocası. Typhon: Tartaros ile Gaia'nın oğlu olan korkunç bir ifrit. Yüz başlı ve yılan ayaklı idi. Tyro: Salmoneus ile Alkidike'nin kızı. Enipe ırmağınıntanrısına gönül vermişti. Poseidon Tyro'yu sevdi ve Enipe ırmağı tanrısının kılığına girerek onunla birlikte oldu. Pelias ile Neleus adlarında iki çocukları oldu Udeus: Euripe'nin babası. Kadmos'un arkadaşlarından biri. Ufens: İtalya prenslerinden biri. Turnus yardımcısı. Troia'lı Gyas tarafından öldürüldü. Ukelegon: Priamos'un dostlarından biri. Troia da çok önemli bir şahsiyetti. Yaşlı olduğundan savaşa katılamamıştı. Ulius: Apollon'un isimlerinden biri. Canlı sıhhatli anlamına gelir. Ultio: İntikam. Ether (Hava) ile Gaia (Yer) 'nın kızı. Ultor: İntikamcı. Zeus ile Ares'in lakabı Uragos: Hades'in bir diğer adı. Urania: Göklerdeki Nymphelere verilen ad. Bunlar gökkubbesini idare ederlerdi. Urania: Dokuz Musa (İlham tanrıçası) ndan biri. Astronomi ve geometri ilham ederdi. Apollon ile birlikteliğinden Linus ile Hymene doğdu. Uranos: En eski tanrı. Gaia'nın oğlu ve kocası. V-Z Vagitanos: Çocukların bağırmalarını ve ağlamalarını idare eden tanrı. Vakana: Kırlarda sayfiyelerde dinlenen, istrahat edenleri koruyan tanrı. Velovis: Bir roma tanrısı. Yer altı tanrılarından sayılmakta, volkanlar ve balıkları bunun idare ettiğine inanılır. Venüs: Güzellikve aşk tanrıçası Aphrodite'in bir diğer adı. Vesper: Hesperos'un latince adı. Vesta: Ocak başı tanrıçası Hestia'nın diğer adı. Victoria: Zafer tanrıçası Nike'nin latince adı. Vulturus: Apollon'un lakabı Yphikles: Amphitryon ile Alkmene'nin oğlu. Alkides'in ikiz kardeşi. Alkides'in babası zeus olmasına rağmen Zeus sevgilisinin ikinci bir defa doğum sncıları çekmemesi için ikisini aynı zamanda doğurtmuştu. Yphitime: Hermes'in aşık olduğu bir Nymphe. Bu birlikteliğin sonucunda Satyr'ler doğdu. Zagreus: Zeus ile Persephone'nin oğlu. Zeus bir yılan şekline girerek Persephone'a yaklaştı ve birlikteliklerinden Zagreus doğdu. Zakoreus: Perseus'un yardımına koşan prenlerden birinin adı. Argos tarafından öldürüldü. Zakynthos: Boiotia'lı bir kahraman..Dardanos'un oğlu olduğuna inanılır, adını Zanta adasına vermişti. Zamolksis: Thrakia'lı bir kahraman, sonradan tanrılaştırılmış Zazanas: Zeus'un lakabı Zelos: Sadakat sembolü. Styks ile Okeanos'un oğlu. Zafer, Kudret, Şiddet Zelos'un kardeşleridir. Zephyros: Batı rüzgarı, ilkbaharın müjdecisi. Zetes: Boreas ile Orithyie'nin oğlu. Kalais'in ikiz kardeşi. Bu yüzden bu iki kardeşe Boreadlar derler. Bunların omuzlarında ve başlarında kanatları vardır. Zethos: Zeus ile Antiope'nin oğlu. Amphion'un kardeşi. Zeuksippe: Laomedon'un kızı Zeukso: Okeanos ile Tethys'in kızı olan bir peri. Zeus: Baştanrı. Tanrıların en büyüğü ve en güçlüsü. Babası Kronos'u tahttan indirerek yerine kendisi geçti.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

sayın arkeolog levent ilgün yapmış olduğunuz bu site bize gerçekten büyük yardım sağladı bu site ile rome ve grek kültürü hakkında bilgiler edinmiş olduk ama site biraz daha büyütülür ve genişletilirse bizler için daha iyi olacaktır.

ığdır arkeologlar derneği