28 Eylül 2008 Pazar

HOMERİON SİKKELERİ TEZİM


ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİNDEN BİR GRUP HOMERİON SİKKESİ


İÇİNDEKİLER:

ÖNSÖZ……………………………………………………………………………2 GİRİŞ………………………………………………………………….................3 - 4
I.SMYRNA’NIN TARİHSEL GELİŞİMİ……………………………................5 – 16
II. HELENİSTİK DÖNEM TARİHÇESİ…………………………………………16
II. A. HELENİSTİK DÖNEM MÜCADELELERİ…………………………….16 - 18
II. A.1. ANTİGONAS DÖNEMİ………………………………………...………..18
II. A.2. SELEUKOS DÖNEMİ……………………………………………………19
II. A.3 LSYMAKHOS DÖNEMİ………………………………………………….20
III. TANRI APOLLLON…………………………………………………………..21
III. A. APOLLON’UN DOĞUŞU………………………………………………21 - 23
III. A.1. APOLLONUN NİTELİĞİ……………………………………………..23 - 25
III. A.2. ÖNEMLİ MİTOSLARI………………………………………………..25 - 36
III. B. ANADOLUDA APOLLON…………………………………………..…36 - 46
III. B. 1. BİLİCİLİK MERKEZLERİ…………………………………..……….46 - 48
III. B. 2. SANATTA APOLLON…………………………………………...…..49 - 51
IV. SYMRNALI HOMEROS ………………………………………………….52 - 53
V SİKKE KULLANIMI VE BASIM TEKNİĞİ………………………………….54
V.A. SİKKELERİN ORTAYA ÇIKIŞI………………………………………...54 - 56
V.B. SİKKE BİRİMLERİ VE ÖLÇÜLERİ…………………………………….57 - 59
VI.. KALIP VE MAGİSTRATE İLİŞKİSİ……………………………………..60 - 61
VII.. MAGİSTRATE İSİMLERİ………………………………………………..62 - 64
VIII.. KATALOG……………………………………………………………….65 - 76
IX. SONUÇ………………………………………………
X. RESİM LİSTESİ…………………………………………
XI. RESİMLER………………………………………
XII. LEVHA LİSTESİ………………………………………
XIII. LEVHALAR…………………………………………


ÖNSÖZ


Anadolu Medeniyetleri Müzesinden bir grup Homerion sikkesi adlı bu çalışmada Helenistik dönemde Smyrna da (İzmir) ön yüzünde tanrı Apollon arka yüzünde ise Smyrna kentinin ünlü şahsiyeti olan şair Homeros’un bulunduğu sikke literatüründe Homerion sikkeleri adıyla anılan bir grup sikkenin incelemesini yapmış bulunmaktayım. Çalışmama ilk olarak kütüphane aşamasında başlayıp benden önce bu konu üzerinde çalışma yapmış Milne ve M.Tevfik Göktürk’ün yayınlarını inceledim. Stajyer olarak çalıştığım Anadolu Medeniyetleri Müzesinde Toplamı 287 adet olup bunlardan 249 tanesi sikke uzmanı M.Tevfik Göktürk tarafından müzemizin 2005 yılı yıllığında yayınlanmıştır. Yayın dışında kalan 24 adet sikke bilimsel anlamda çalışılması amacıyla bana verilmiştir. Bana bu konuda yardım ve desteğini esirgemeyen danışman hocam Remzi Yağcı başta olmak üzere nişanlım Ergül Şanlıya, sevgili hocam Numismat M.Tevfik Göktürk’e, Zehra Taşkıran’a, Asuman Alpagut’a, Oğuz Bostancıy’a, müze müdürümüz Hikmet Denizli’ye ve Anadolu Medeniyetleri Müzesinin bütün personeline teşekkürü bir borç bilirim. LEVENT İLGÜN GİRİŞ Arkeolojide Helenistik Dönem diye nitelendirdiğimiz period Makedonyalı kral Alexander’in (Büyük İskender’in) M.Ö. 330 yılında tahta çıkmasıyla başlayıp M.S. 30 yılına kadar Actium Deniz savaşına kadar olan aralığı kapsamaktadır. Bu dönem yoğun olarak görüldüğü coğrafyalar içerisinde Anadolu coğrafyasını birinci sırada göstermemiz gayet doğal karşılanmalıdır. Dönemin büyük lideri Büyük İskender Hindistan’a kadar yolan yol haritasını Anadolu üzerinden geçirmiş, İskender ardılı olarak nitelendirilen Diadochlar (Antigonas, Lsymakhos, Seleukos ) İskender’in varisi olabilmek için giriştikleri savaşları bu coğrafyada yapmışlardır. Ayrıca dönemin sanat anlayışına en büyük katkı Anadolu coğrafyasından sağlanmıştır. Örneğin Bergama da Barok sitilin temellerinin atılmış olması, dönemin sevilen kandillerinden olan kalp yapraklı kandillerin yine bu kentte üretilmiş olması, Efes kentinin ise ok uçlu kandillerin üretim merkezi olması, Büyük İskender’in bizzat gelip Anadolu da Alinda da manevi annesi diye nitelendirilen prenses Ada’yı ziyaret etmesi, Smyrna da bir ağacın altında uyurken gördüğü rüya sonrası alınan falla Smyrna kentini kıta Yunan’a taşıması ve örnekleri daha sayısız örnek verebileceğimiz nedenlerden dolayı Anadolu coğrafyasında Helenistik Dönem’in derin izlerinin olduğu görülebilmektedir. Anadolu da Helenistik Dönem’in yaşandığı birçok antik kent mevcuttur. Bulara örnekler verirsek: Efes, Priene, Antiocheia, Bergama, Alinda, Miletos, Symrna, Kyme, Phokaia, Aigai, Sagalasos, Termesos, Akmonia gibi bazı kentleri örnek gösterebiliriz. Helenistik Dönemde inşa edilen bu kentlerin bazılarına Diadoch eşleri ve kızlarının adları verilmiştir. Lodikeia, Strotonikeia, Euridikheia, Arsenioeya, gibi kentler kral eşlerinin ve kızlarının isimleriyle inşa edilmişlerdir. İnşa edilen kentler genellikle Hipodamik plana göre inşa edilmişleredir. Hipodamik plan adını Hopodamus adlı Prieneli Mimardan alır. Bu sistemde tüm cadde ve sokaklar bir birlerini dik keser. Bu plana uymayan tek yapı Stadiumlardır. Nedeni ise araziye uymaması Helenistik dönem kentler genellikle bir tepeye kurulurlar. Burada hem bölgeye hakimiyet kolaydır. Hem de Tiyatro inşa edebilmek için gerekli olan yamaç burada mevcuttur. Helenistik dönem savunmasında sur sistemi Arkaik ve Klasik dönemden farklı olarak yapılmış. Duvar çeşitleri farklılaşmış daha çok Bozajlı duvar olarak nitelendirdiğimiz duvar sistemi kullanılmıştır. Helenistik dönemde sosyal hayatta ve gündelik yaşamda da değişmeler olmuş: kap formları ve kap yapım malzemeleri ile kap yapım tekniklerinde değişimler olmuş yeni kap formları türemiş (Unguanterium) yeni kap yapım teknikleri türemiş(Kalıp yapımı) ve yeni kap yapım malzemeleri yaygınlaşmıştır (cam). Bunun yanı sıra Sikke kullanımı yaygınlaşmış, sikke ağırlık sistemleri ve sikke basımında kullanılan metallerin çeşitliliği arttırılmıştır. Bu dönemde sikke basımında en çok kullanılan malzeme olarak Gümüşü söyleyebiliriz. Ağırlık sistemleri ise Rhodos, Atina, İskenderiye gibi büyük sikke basan kent isimleriyle paralellik göstermektedir. Bu sistemler de para birimleri olarak Drahmi, Didrahmi, Tetradrahmi gibi birimler oluşturulmuştur. Daha büyük oranda para varlığını kastetmek için Talent terimi kullanılmıştır. Bir Talent yaklaşık olarak 6000 Drahmiye eşittir. Bu dönem de sikkelere genellikle ön yüzde kral veya tanrı portresi arka yüzde kent simgesi olan hayvanlar, önemli şahsiyetler, betimlenmiştir. Kent sikkelerinin yanı sıra Kistophori yani birlik sikkeleri dediğimiz sikkeler basılmıştır. Birlik sikkeleri Helenistik Dönemde 16 kentin bir araya gelerek bastıkları sikkelerdir. Helenistik dönemde sevilen tanrı ve tanrıçalar adına büyük tapınaklar inşa edilmiş bu tapınakların inşasında genellikle mermer malzeme kullanılmıştır. Taşra kentlerinde ise mermer yerini bölgesel özellikli taşlar bazalt, andezit gibi malzemelere bırakmıştır. Helenistik tanrılar Grek dünyasındaki 12 tanrı olarak sayılan tanrılardır. Bu tanrılar arasında yaygın olarak Zeus, Athena, Apollon, Artemis, Dionysos betimlenir. Bunarlın dışında Tykhe, Nike, Eros betimlenen diğer tanrılara birer örnek oluştururlar. Heykel sanatı Helenistik Dönemle sıçrama göstermiş doruk noktasına yükselmiştir. Bu dönemde krallar kendilerini varisleri olarak gördükleri İskender tipinde betimletmeye çalışmışlar ve böylece heykellerde tanrısal bir duruş veriliş Barok sitille de abartıya kaçılmıştır. Yapmış olduğum bu çalışmamda bulabileceğiniz konuları sıralayacak olursak Helenistik Dönemde Symrna kenti ve bu kentin tarihsel süreci, tanrı Apollon ve Apollon’unun Anadolu için önemi, Helistik Dönem Symrna kent sikkeleri ve bu kentin önemli şahsiyeti olan şair Homeros betimli sikkelerdir. Çalışmam Helenistik Dönem sikkeleri için anlaşılması kolay ama derinsel bir gerçeklilik oluşturmaktadır. Bu çalışmanın iyi incelenmesi durumunda Helenistik Dönem sikkelerinin gerek basım tekniği, gerek ağırlık birim ve ölçüleri, tanrı Apollon, şair Homeros ve antik Symrna hakkında geniş bilgilere sahip olacaksınız.

BÖLÜM I: SYMRNA’NIN TARİHSEL GELİŞİMİ

Smyrna Sözcüğünün Kökeni: Smyrna sözcüğü kelime anlamı olarak incelendiğinde Yunanca bir kelime olmayıp, Ege yöremizdeki birçok yer adı gibi Eski Anadolu kökenli olduğu anlaşılmıştır[1]. Bugünkü İzmir sözü, eski İon lehçesinde “Smurne” Attika lehçesinde ise “Smyrna” diye yazılmıştır[2]. Günümüze kadar Smyrna biçimi ile yaşayan ve Türkçeye İzmir şeklinde giren bu şehir, adının kökeni konusunda gerek antik metinlerden gerekse antik yazarlardan bilgiler elde edilmiştir. Bu doğrultuda yapılan incelemelerde MÖ 7. yüzyılın sonu ile 6. yüzyılın başında yaşamış olan Ephesoslu şair Kallinos’dan Ephesos kentini zapteden Amazonun Smyrna adını taşıdığını, İzmir şehri ile halkının ona göre yaşadığı öğrenilirken, yine Ephesoslu olup MÖ 540 tarihlerinde tyran Athenagoras tarafından kovulan ve yaşamını Klazomenai’da sürdüren şair Hipponax Ephesos civarında bir yerin adının Smyrna olduğunu kaynaklarında bildirmiştir. Ayrıca Heredotos’a atfedilen “Homeros’un Hayatı” adlı eserde Thessalialı Theseus’un karısı Smyrna adını taşıyordu ve Theseus İzmir şehrinde karısının adını verdi denilmiştir[3]. Kendi zamanında Smyrna’nın en güzel İon şehri olduğunu söyleyen Strat Smyrna sözcüğünün İzmir’i kuran Amazonun adı olduğunu söylerken başka bir eserinde ise Ephesos’un kendisi ve güney doğu bölümünün Smyrna adıyla anıldığını bildirmektedir. Romalı tarihçi Tacitus’a göre İzmir’in Kayser Tiberius döneminde, kentlerin Tantalos, Theseus ya da bir Amazon tarafından kurulmasından dolayı övündüklerini yazmaktadır. Ayrıca Tacitus’un aşağı yukarı çağdaşı olan ve Vesüv yanardağının patlaması(MS 79)nda lavlar altında kalarak can veren Plinius’ta da aynı bilgilerin varlığı dikkat çekici özelliklerdir. MS. 81–96 yıllarında Domitianus ile MS 260–268 yılları arasındaki Gallienus’un imparatorlukları incelendiğinde ise sikkeler üzerinde çeşitli kılık ve biçimlerde yaşayan Smyrna adlı Amazon’un tasvirlerine de rastlanılması bu bilgileri doğrular niteliktedir[4]. Yukarıdaki bilgiler ışığında İzmir’in adının Smyrna adlı bir Amazon tarafından verildiği düşünülmektedir. Diğer bir mitosa göre Smyrna adını güzel kokulu Myrrha ağacıyla ilgili olduğu düşünülmektedir. Bu mitosa göre Myrrha ya da Smyrna adındaki Kıbrıs kralı Kinyra’sın kızı, babası ile cinsel ilişki sonucu Adonis’i dünyaya getirmiştir[5]. Myrrha’nın babası kızıyla geçirdiği yasadışı ilişkinin farkına varmasıyla kızını öldürmek için kovalamaya başlamış. Kız da bu olay üzerine babasından kurtulmak için Myrrha ağacına dönüşmüştür[6]. Fakat Bürcher’e göre Akdeniz iklimine ait olmayan güzel kokulu Myrrha ağacı Smyrna sözü ile ilgisi yoktur derken Smyrna sözünün kökeninin Hesychios’un ve Stephanos Byzantios’un andıkları Artemis Samornia, Samania, Samaornas ve Samarna sözler- ininin olduğunu dile getirmiştir. Bu doğrultuda Smyrna sözcüğü Bürcher’e göre, Eski Anadolu dilleri ve dinleri ile ilgilidir. Antik yazarlar ve mitosların yanında Smyrna sözcüğüne MÖ 2. binin başlarına ait Kayseri’deki Kültepe yerleşmesinde de rastlanmaktadır. Elde edilen Kültepe metinlerinde Tismurma diye bir yer adından bahsedildiği saptanmıştır. Tismurma’daki “ti” bir ön ek olup muhtemelen şaluş ya da yer adını işaret etmektedir. Fakat Kültepe metinlerindeki Tismurma Smyrna dan bahsedebileceği gibi başka bir yerde aynı adı taşıyan bir kentin varlığından da bahsedilebilme ihtimali gözden kaçırılmamalıdır. Çünkü Anadolu içerisinde ad benzerliği olan pek çok şehir bulunmaktadır. Yukarıda incelendiği üzere Tismurnanın İzmir veya Ephesos ile yakınındaki bir kent olabileceğini bize Strabon tarafından bilgilendirilmiştir. Fakat Tismurna’daki “ti” ekinin bir ön ek olması durumunda bu metinlerdeki yerin Smyrna olabilme durumunda tabi ki yüksektir. Bu da bize MÖ. binin başlarında yada en geç MÖ 1800’lerden itibaren Smyrna kentinin isminin varlığını kanıtlamaktadır[7]. Eski İzmir’in Konumu Eski Smyrna, İzmir körfezinin kuzeydoğusunda ve yerleşim konumu olarak diğer antik dönem kentlerinde olduğu gibi bir tepe üzerinde yer almıştır. Son yüzyıllar boyunca Meles Irmağı ile Sipylos(Yamanlar) dağından gelen sellerin getirdikleri mil ile bu günkü Bornova ovası oluşmuş ve yarımadacık bir tepe haline dönmüştür[8]. Böylece Bayraklı höyüğü, Hellen kent kurma prensiplerinden biri olan yarımada üzerine yerleşimin en güzel örneklerinden birisi olmuştur[9]. Anadolu’daki Aiol ve İon kentlerinin çoğunun küçük yarımadacıklar üzerinde ya da deniz kıyılarında kurulmuş olmaları, şüphesiz Hellenliler’in denizci olmaları ile ilgili idi (Levha 2). Ancak bu biçimde Batı Anadolu’nun yerlilerinden çekinmelerinin, yani denize sığınmış olmalarının da etkisi vardır. Özellikle yarımadalılar en elverişli yerleşmeleri oluşturuyorlardı. Böylece Anadolu kıyılarındaki Doğu Hellenler, kara yönünden gelecek yerli tehlikesine olduğu ölçüde denizden gelmesi beklenen baskılara karşıda kara üzerinde olmak bakımından, güvence altında idiler. Yarımada yerleşmelerinin bir başka önemli yönü de sakinlerinin 2 hatta bazılarının 3 limana sahip olmaları idi. Böylece liman elverişsiz hava durumunda olduğu zaman yelkenliler 2. limanda kalıyorlardı[10]. Bu şartlar Smyrna’nın ilk kuruşunun bir yarımadacık ve deniz kıyısında kurulmasına neden olmuştur. Ayrıca yön olarak da imbat rüzgarlarına açık konumdadır. Smyrna da buna göre fazla yüksek olmayan bir yarımada üzerinde kurulmuştur[11]. Bunun sebebi ise tamamen doğal bir savunma sisteminin varlığıdır. Özellikle bu günkü İzmir körfezinin kuzey-doğu köşesinde yer alan bu kentin arkasında sarp kayalı bir dağın yükselmesi bakımından çok güvenceli bir yerdedir. Bölgenin toprak yapısı incelendiğinde ise alüvyal toprak diye bilinen bir akarsuyun taşıdığı toprak varlığı saptanmaktadır. Bu doğrultuda yapılan çalışmalarda denizin zamanla meles ırmağının getirdiği mil ile şimdiki toprağın oluştuğu anlaşılmıştır. Nitekim Bayraklı höyüğünün daha geçen yüzyıllarda burayı ziyaret eden yabancı gezginlerin yazdıklarına bakılırsa bataklık bir alan içinde bulunması bu gün toprak olan yerlerin antik çağlarda deniz olduğunun ayrı bir kanıtıdır[12]. Yukarıda belirttiğim özelliklerin yanında Smyrna’nın adı konumunu ticaret yollarına yakınlıkta önemli bir rol oynamıştır. MS 2. yüzyılda smyrna kuzeye giden ana kara yolunun, bu gün olduğu gibi Yamanlar dağının batısından geçtiği bilinmektedir. Ulucak yakınında bulunan bir kilometre taşı bunu ispatlayan kanıtlardan biridir[13]. I.B.B. Eski Smyrna’nın Tarihsel Gelişimi “Antik dönemlerdeki İzmir’den günümüze neler kalmıştır?”sorusunun cevabı İzmir tarihinin antik kaynaklarda verilen bilgiler harmanlanıp, günümüzde tespit edilebilen verilerle çakıştırılmasında, başka bir deyişle, antik dönemlerin muhteşem şehirden bugüne, ufak izlerle de ulaşmayı başarmış tarihsel kalıntılarında ve gün geçtikçe unutulmaya terk ettiğimiz şehrin henüz gün ışığına çıkmamış diğer yüzünde saklıdır[14]. Kendini unutturmamaya kararlı bu şehrin hikayesi, bir zamanlar körfezin kıyısındaki bir yarımada olan Tepekule’de (bayraklı) MÖ.3 bin yıllarına rastlayan ilk yerleşimle başlar. I.B.C. Eski Smyrna’nın Tunç Çağı(MÖ.3000–1050) Eski İzmir’in tarih öncesi yerleşmeleri Bayraklı Höyüğünün alt katlarında bulunduğu için onların geniş alanlar halinde kazılması ilerideki çalışmalar sırasında mümkün olacaktır. Bununla birlikte höyüğün çeşitli yerlerinde yapılan derin sondajlar sayesinde kentin tarih öncesi dönemleri üzerinde de bilgiler edinilmiştir. Kazılarda elde edilen bu sonuçlara göre ilk İzmirliler evlerini höyüğün en üst düzeyi, denizden 3–5 metre yükseklikte olan kayalar üzerinde kurmuşlardır. Bu ilk yerleşme Erken Tunç Çağı Uygarlığına aittir. Çanak-Çömlek Troia 1 (MÖ.3000–2500) uygarlığı ile benzerlik göstermektedir. Bu konu üzerinde Meral Akurgal hocamızın yaptığı çalışmada ise görülen ilk yerleşimin yine erken tunç çağına denk geldiği ve bulunan ürünler üzerindeki yapılan çalışmalarla Troia I tabakasıyla benzerlik içerdiği saptanmıştır (Levha 1). Birinci yerleşim tabakasının üstünde orta tunç çağına ait tabaka yer almaktadır. Bu katmanda saptanan seramik eserler Troia II uygarlığıyla çağdaştır.(MÖ.2500–2000)Üçüncü yerleşme katı Troia VI ile Hitit uygarlığı ile çağdaşken(MÖ 1800–1500),bu katmandan elde edilen bir vazo, Afyon ve Uşak kentinin güneyindeki Beyce Sultan kazılarında elde edilen kapların bir çeşidi olmasıyla dikkat çeker. Ayrıca birçok kap biçimi Orta Anadolu ile olduğu ölçüde Troia VI kap kaçağıyla benzerlik göstermektedir. Bundan başka yine Troia VI da gün ışığına çıkan “Minyas” tipi vazolar Bayraklıda da elde edilmiş, bunun dışında 4–5 Myken seramiğine de rastlanmıştır. Bulunan Minyas seramikleri birçok Batı Anadolu kentinde olduğu gibi burada da II. Binde Akalıların bir ticaret kolonisi bulundurduğunu gösterir[15]. I.B.D. Eski Smyra’nın Demir Çağı(MÖ 1050–650) Bayraklı höyüğü MÖ 1050 tarihinde kurulmaya başlanan yeni yerleşimin Hellas kökenli olduğu saptanmıştır[16]. Dönem içinde Eski İzmir’de Hellas’tan göç eden Aioller ve Ionlar yaşamışlardır. Fakat bu bölgede yerli halkın yaşadığına dair bir iz olmaması şaşırtıcıdır ( Levha 3 ). Bölgede yerli halkın yaşamaması bize bu bölgenin Hellas kökenli bir yerleşimin varlığını kanıtlamamızı sağlar. 400 yıl süren bu ilkel dönem boyunca başlıca beş yerleşme katı saptanmıştır[17]. I.Aiol yerleşmesi(MÖ 1050–1000) II. Erken, Orta ve Geç Pratogeometrik yerleşme(MÖ 1000–875) III. Erken ve Orta Geometrik yerleşme(MÖ 875–750) IV. Geç Geometrik yerleşme(MÖ 750–675) V.Subgeometrik yerleşme(MÖ 675–650) Söz konusu 5 tabaka denizden 6.40 m yükseklikte başlamakta ve 9.50 m de son bularak 3 m. Kalınlığında bir tabaka oluşturmaktadır. MÖ 850 lere gelindiğinde ise Eski İzmir’in çevresi kerpiç surlarla korunmaya başlanmıştır. Artık devlet olma özelliği gösteren Eski İzmir’i bu dönemle birlikte Basileus adı verilen bir bey yönetmeye başlamıştır. MÖ 750–650 yıllarında bu güzel yarımadanın nüfusu giderek artmaya başlamıştır. Daha önce bir niş (naiskos) içerisinde taptıkları Tanrıca Athena adına MÖ 725–700 tarihlerinden günümüze değin ulaşan bir Athena Tapınağı kalmıştır. Eski Smyrna’da Parlak Dönem(MÖ650–545) Eski İzmir’in parlak dönemi MÖ650–545 yılları arasına düşer. Bu yüzyıllık süre, özünde bütün Ion uygarlığının en yüksek düzeyini oluşturur. Söz konusu dönemde Milet’in önderliğinde mısır’da Suriye ve Lübnan’ın batı kıyılarında, Propontis (Marmara Bölgesinde) Pontus’ta (Karadeniz’de) koloniler kurulur ve Doğu Helen dünyası Kıta Yunanistan ile yarışmaya girerek birçok alanda ve konuda onun yerini almaya başlar[18]. Bu dönemde Eski Smyrna’da yeniliklerin ardı arkası kesilmezken, tarımla yetinememeye başlarken Akdeniz ticaretinde boy göstermeye başlamıştır. Bulunan buluntular ışığında Eski İzmir Kıbrıs, Fenike, Ön Asya ve Akdeniz’deki merkezlerde ticaret yapmıştır. Hitit çağıyla (MÖ 1800–1200) yazıyı kullanan Anadolu insanı Balkan kavimlerinin gelip Troia VIII a ve Hattuşaş’ı yok etmesiyle tekrarda karanlık çağlara gömülmüştü. Tarihler MÖ 650’lere geldiğinde ise Eski İzmir üzerindeki o karanlık sis artık kendini yazıyla gelen aydınlığa bırakmıştı. Tanrıçaları Athena’ya Smyrna halkı ithaf kitabesi yazabiliyordu. Bu dönemde yapısal değişikliklerde söz konusu döneme damgasını vurmuştur. Athena Tapınağı Doğu Hellen sanatının en eski mimarlık eseri olmasıyla dikkat çekmekte ve şu ana kadar tamamlanan kazılarla Samos, Miletos, Ephesos, Erythrai ve Phokaia’yı gerek zamansal gerek görsel olarak geride bırakmayı başarmıştır. Eski Smyrna’nın Hellen sanatının en özgün mimarlık öğeleri olan Aiol ve Ion türü başlıkları ile Ion ve Lesbos biçimi Kymation’la doğuşlarını büyük bir olasılıkla Anadolu Hitit sanatına borçludur. Bu zenginliğinin yanı sıra MÖ 6.yüzyılın ikinci dörtlüğüne ait Aiol tipi sütun başlıkları da eski Smyrna’nın mimarlık alanından gelişmesinde önemli rol oynamıştır[19]. Mimari atılımlar bununla kalmamış ve gelişim sürecini devam ettirmiştir. Öyle ki Smyrna öncesinde yan yana dizilmiş megoron evler Smyrna ile birlikte yerini çok katlı ve çok odalı ev biçimine bırakmıştır. Yakındoğu da önceki dönemlerden beri bilinmesine rağmen batı dünyasında en erken örnek olduğu düşünülen MÖ 5. yy a ait Hippodamos tipi kent planı yine Smyrna da bulunmuştur. Yine aynı dönemde en eski parke döşemeli yol Smyrna’yı diğer şehirlerden mimari gelişim olarak ayrılmasına katkın sağlamaktadır[20]. Dönem içerisindeki atılımlar sadece mimari alanda kalmamış sanatsal düşüncesel ve sportif alanda da devrimler gerçekleşmiştir. Eski Smyrna sanatsal anlamda çömlekçi işçiliğinde atılımlar yaparken Arkeoloji literatüründe “oryantalizan” ya da “friz stili” adıyla anılan seramik türünün güzel örneklerini üretmiştir. Ayrıca taşçı ustaları mimarlık eserlerinden başka anıtsal boyda heykeller ve heykelcikler üretmiş ve bütün bu sanat yaratılarının bir bölümünü dış pazarlara sürmüşlerdir[21]. Yapılan çalışmalarda her ne kadar edebiyat, şiir, tarih, felsefe ve bilim alanında belge çıkmamıştı. Tarihin her döneminde gizemini koruyan bu şehrin Athena Tapınağındaki güzel ithaf sözleriyle yine bu alanda çalışmış insanları acaba yine gizliyor mu düşüncesini doğurmaktadır. Eski Smyrna’nın sportif alanda başarısı ise MÖ 450’lerde yaşamış olan yazarlardan öğrenilmektedir. Dönemin gücünü ve ihtişamını adeta yumrularıyla anlatmak isteyen Onamastos MÖ 688 de düzenlenen 23. olimpiyatlarda yumruk dövüşünü kazanmış ve Eski İzmir in bu anlamda ilk zaferini kazandırmıştır. Her ne kadar Onamastos olimpiyatlardaki başarısıyla Smyrna’nın gücünü göstermeye çalışsa da 88 yıl sonra Smyrna Lydia kralı Alyattes tarafından alınmıştır. Bu olayı Heradotos yazdığı kaynaklarında da teyit etmektedir. Yapılan araştırmalarda bu olayın akışını bir nevi izlemek mümkün olacaktır. Höyüğün bir noktasındaki kerpiç tuğlalar olasılıkla kent surlarının hedik açılan üst kemsinden düşmüştür. Başka noktalardaki kömürleşmiş ahşap kalıntıları ve yanık izleri ise savunmadakilerce alınan önlemlerin bir süre başarıya ulaştığını göstermekte saklı kalan bu şehrin ipuçlarını vermektedir. Fakat şehir ve tapınak tahrip olmasına rağmen kısa bir sürede toparlanmayı başarmıştır. Buna karşılık MÖ 6. yy’ın ortalarında uğradığı ve hiç şüphesiz MÖ 545 tarihlerinde bütün Anadolu’yu ele geçiren Persler’in neden olduğu tahribat parlak dönemin sona erip gerileme döneminin başlamasına neden olmuştur. Gerileme Dönemi(MÖ 500–300) MÖ 5. yy boyunca küçük bir yerleşimin yer aldığı Bayraklı Höyüğü bu yy ın sonunda ve MÖ 4.yy başlarında yeniden yoğun bir iskâna sahne olmuştur. Bayraklı höyüğünün bütün üst düzeyinin MÖ 4. yy da biri 6 biri 8 ve diğeri 16 odalı olmak üzere 3 ev gün ışığına çıkarılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Anadolu’da Pers işgali MÖ 4. yy da gücünü yitirmiş ve Ionia şehirlerini yeniden gelişmeye başlamıştır. Şehir MÖ 300 tarihlerinde Pagos eteklerine taşınmıştır[22]. Yeni Smyrna’nın Konumu İzmir güney yönüne düşen Kadifekale deniz seviyesinden 186 m yükseklikteki Pagos denilen dağın üzerine kurulmuştur. Sahip olduğu konumu itibariyle her yer görülmektedir. Daha eski dönemlere ait bilgiler elde etmek için yapılan çalışmalarda bulunan deniz hayvanlarının kabukları bize Kadifekale’nin çok eski zamanlarda deniz içinde olduğunu göstermektedir[23]. Dünyanın en güzel köşelerinden biri olan İzmir, ülkenin iç kesimlerinden gelen bir yolun denize ulaştığı noktada ince, uzun bir körfezin başındaki korunaklı konumu, gelişmeye dönük bir liman kenti olmasını sağlamıştır. Bunca etmenin yanında bu güzel şehre doğal güzellikler, iklim şartları ve verimli topraklar da eklenince İzmir tarih öncesi çağlardan bu yana önemini yitirmeden koruyabilmiş yegâne şehirlerdendir. Yazların sıcak ve kurak kışların ılık ve yağışlı geçtiği şehirde yıllık ortalama yağış miktarı Londra’dakinden 2.5-5.0 cm fazla olsa da yağışlar sadece yılın 3 ayında görülür. Yıllık sıcaklığın 32°C olduğu İzmir de esen imbat sayesinde yazın kavurucu sıcaklığı bir nebzede olsa azaltmaktadır[24]. Kentin hemen gerisinde, artık evlerle büyük ölçüde kaplanmış bir tepe yükselir. Antik çağda Pagos Dağı, şimdi Kadifekale diye anılan bu tepenin doruğundan olağanüstü güzellikte bir manzara vardır. Ufukta 48,3 km genişliğindeki körfez uzanmakta, Karaburun kütlesi, yani antik çağın “Sarp Mimas” ı, körfezin yarısını kaplamaktadır. Solda İki Kardeşlerin ikiz dorukları vardır. Bunların üzerine çöken bulutlar, yağmur habercisidir. Sağda ilerilerde bu gün Manisa dağı diye bilinen, Tantalos ve Niobe efsaneleriyle ünlü Sipylos Dağı yükselir; doğusunda antik çağda Olimpos adını taşıyan on dokuz dağdan biri olan Nif Dağı yer almaktadır[25]. Antik Çağda batıya doğru bakan kişi, günümüzdekinden farklı bir görünüm ile karşılaşıyordu. Körfezin bu günkü kuzey kıyısı, 1886 yılına dek İki Kardeşlerin tam karşısında denize ulaşan Hermos (Gediz) nehrinin getirdiği mil ile oluşmuş bir birikintidir. 1886 da yapılan bir değişiklik ile nehir şimdiki yatağını almıştır. Yani yatağın Antik yatak ile çakıştığı anlaşılır; çünkü Herodotos a göre Hermos’un ağzı Phokaia’ya yakındır, tıpkı günümüzdeki gibi. Yatağın ne zaman kuzeye kaydığı bilinmemekle birlikte eski çağda çok daha kuzeyde aktığı kuşkusuzdur. Nehir taşıdığı mili körfezin etrafında biriktirmiştir. Bu durum Kadifekale’den bakıldığında görülmektedir[26]. Doğu Pagos Dağının düz tepesini sanki antik kentin Akropolis’i için özellikle biçimlendirmiştir. Oysa eski İzmir’in kurulduğu ilk yer burası değildir. Genelde ilk Yunan kolonistleri kuracakları yerleşme için iki tür çevreyi yeğlemişlerdir: denize yakın orta yükseklikte bir yarımada ya da anakaraya dar bir kıstak ile bağlanan, küçük bir yarımada. Smyrna her iki koşuluda sağlamış ilk Aiol kenti için ikinci seçenek ağır basmıştır. Bayraklı semtinin yanında Tepekule denen alçak bir tepe yer alır. Eski çağda bu tepeninde bir yarımada olduğu anlaşılmaktadır; kıyı şeridinde yine bir ilerleme söz konusudur. Aioller, kökleri MÖ 3. bine dek giren eski yerleşmeyi alarak, yarımadaya yerleşmişlerdir. Burası 1948–1951 yıllarında Ankara üniversitesi işbirliğiyle Atina’daki İngiliz Okulu tarafından kazılmış, sonraki yıllarda Ekrem Akurgal kazıyı aralıklarla sürdürmüştür. Yıllarca toprak altında kalan gizemli şehir İzmir in Kadifekale ve eteklerinde kurulması Büyük İskender’e bağlanan güzel bir efsaneye dayanmaktadır. Yeni Smyrna’nın Efsanesi Efsaneyi anlatan Pausanias MÖ 334 yılında Sardes’ten gelen İskender kısa bir süre için Smyrna ya uğramış ve pagos dağına avlanmaya çıktığını söylemiştir[27]. Av sırasında yorulan İskender buradaki iki Nemesis tapınağının önünde ulu bir çınar veya palmiye ağacının altında uykuya dalmıştır. Düşünde görünen tanrıçalar ona, orada bir kent kurmasını ve Eski Smyrna kentinin halkını oraya yerleştirmesini söylemişlerdir. Bunun üzerine Smyrna halkı, bir kent kurulurken adet olduğu üzere Klaros’taki Apollon kâhinine danışarak zamanın uygun olup olmadığını sormuşlardır. Kâhinin verdiği:” Kutsal Meles’in ötesindeki yerleşmeye gidecek olan bu insanlar, üç ya da dört kez mutlu olacaklardır.”yanıtı üzerine yeni yerleşim Pagosun eteklerine kaymıştır[28]. Yüreklenen halk yeni kentlerinin kurulması için sevinçle harekete geçmişti. Kuşkusuz İskender’in işi başlatabilecek zamanı yoktu. Strabon’dan öğrenilen bilgiye göre kenti İskender’in ardıllarında Antigonos ve onun ardından Lysimochos kurmuştur. Muhtemelen bu kentin inşası ikisi zamanında devam etmiştir, çünkü Roma gibi Smyrna’nın da bir gün içinde kurulamayacağı apaçık ortadadır. Yinede şehrin kurucusu İskender olarak kabul edilmektedir. Kısa bir süre için kent Lysimochos’un kızının adı Eurydikeia diye anılsa da artık İskender’in kurduğu kent Tepekule’den alınarak Pagostaki yeni yerine kavuşmuş ve böylece Smyrna halkının yeni tarihi Pagos eteklerinde başlamıştır[29]. Yeni Smyrna’nın Tarihi Büyük İskender’in Pers kralı Darius’u yenerek(MÖ 333) Pers egemenliğine son vermesi ve tüm doğuyu ele geçirmesi sonrasında, Anadolu da kentler gelişmeye başlamış ve bir nüfus patlamasına sahne olmuştur. İskenderiye, Rhodos, Pergamon ve Ephesos kentlerinden her biri yüz binin üstünde bir nüfusa erişmişlerdir. Oysaki küçük bir tepeciğin üstünde bulunan eski İzmir kentinin duvarlarının içinde yalnız birkaç bin kişinin yaşayabilmesi nedeniyle İzmir için yeni bir yerleşim zorunlu hale gelmiştir. Yeni bir şehir projesinin uygulama çalışmaları başlamış, yeni İzmir’i kurma projesinin yürütülmesini İskenderin generali Lysimochos üstlenmiş ve o da İzmir’i pagos dağının eteklerine inşaa etmiştir[30]. M.Ö 300 yılında kent tamamlanmıştır. Smyrna MÖ 3. yy’ın başlarında Ephesosların tavsiyesiyle 13. üye olarak Panionion Birliğine kabul edilmiştir. Helenistik dönemde güç savaş yılları boyunca özgür bir kent statüsünü kurmayı başarmıştır[31]. M.Ö 281 yılına gelindiğinde ise Lysimachos’un ölmesiyle Smyrna, Pergamon ile birlikte kısa bir süre Suriye kralı Antiokochos’un eline geçmiştir. MÖ 197 de ise bu güzel şehir Pergamon krallığına I. Eumenes döneminde bağlanmıştır. Bu süreç Bean’e göre farklılık içermektedir. Bean bu süreçte Smyrna’nın ilk olarak Seleukosların yanında olduğunu, II. Seleukos tarafından “kutsal ve yenilmez” unvanıyla ödüllendirildiğini fakat Pergamon krallığının gücü artınca da Smyrna’nın I. Hattalos tarafına geçtiğini bildirmiştir. Ayrıca Smyrnalıları aynı politik sezgi ile Anadolu’nun gelecekteki hükümdarı Roma’yı ilk tanıyanların arasında olduğunu söyleyen Bean, MÖ 195 yılında Tanrıça roma adına ilk kült tapınağı kurduklarını ve III. Antiochos’a karşı Roma ordularının doğuya gelmelerinde de Smyrnalı elçilerin rol Aldıklarını eserinde bildirmiştir. MÖ 190 yılına gelindiğinde Antiocos’un Magnesia’daki yenilgisinden sonra Smyrnalılar Pergamonlu Attalosların egemenliği altında, Asia eyaletlerinin kuruluşuna değin olaysız biçimde yaşantılarını sürdürmüşlerdi. Krallığı iddia eden Aristonikos’a hiçbir destek vermeyen Smyrna, Roma’ya “özgür kent” statüsüyle ödüllendirilmişler fakat Mithridates’in ortaya çıkmasıyla, bir süre, isteksizce de olsa, ona boyun eğmişlerdi. B dönemde sikkelerin üzerine portresini yaptıran Mithridates, sikkelerdeki portreleriyle günümüze kalan o günlerin en önemli tanıklarıdır. Mithridates’e rağmen Smyrna öbür kentler ile birlikte, Roma cumhuriyet döneminde tüm eyaletin sıkıntısını, imparatorluk döneminde ise refahını paylaşmıştır. MS 178 depreminde yıkılan kent İzmirli hatip Aristeides’in çağrısı üzerine imparator Markus Aurelius tarafından kısa bir sürede eskisinden daha görkemli bir şekilde imar edilmiştir. Agora, Kadifekaledeki akropol, tiyatro, stadium, altın yol bu güne kadar izleri kalmayan kütüphaneler, çeşmeler bu dönemde yapılmıştır[32]. MS 395 yıllarında İzmir Bizans imparatorluğuna geçmiştir. Bu dönemde İzmir de önemli bir ilerleme görülmezken, Hristiyanlığın yayıldığı dönemde ve sonrasında, Smyrna’nın önemli bir Piskoposluk merkezi olduğu bilinmektedir. MS 5. ve 6. yy’larda gelişme gösteren şehir, 7. yy’daki Arap akınlarıyla birlikte gerilemeye yüz tutmuştur. Bundan sonraki yy larda Smyrna eskisi kadar önemli olmayan bir şehir durumundadır. Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah zamanında Kutalmışoğlu Süleyman Beyin 1076 da şehri kuşatması, İzmir de Türk egemenliğinin başlangıcını oluşturur. 1097 deki Haçlı seferlerinin ilki ile İzmir istila edilerek yağmalanır ve Bizanslılara geri verilir. 1320 de Aydınoğullarının İzmir i fethetmeleriyle İzmir de yeniden Türk egemenliği başlar ve bu egemenlik sadece Kadifekale’de kesintiye uğramaz. Liman bölgesi Cenevizliler ve Rhodos şövalyelerince kuşatılır ve liman alınır. Bu bölge bir süre şövalyeler de kalır. Bu nedenle buraya “Gavur İzmir “ Türklerin oturdukları Kadifekale’ye de “Türk İzmir “ denilmiştir. Liman kalesi 1402 ye kadar Bizanslılarda kalır. 1402 de Timur’un oğulları şehri kuşatır ve bir yıl içerisinde tümüyle sahip olurlar. Liman kalesini temellerine kadar yıktıran Timur, şehri yeniden Aydınoğullarına bırakır. 1415 yılından itibaren İzmir tamamen Osmanlı egemenliğine girer. İzmir i yüzyıllardan bu yana süsleyen Osmanlı-Türk mimari eserleri bu dönemin seçkin ürünleridir[33].

II. HELENİSTİK DÖNEM TARİHÇESİ:

II. A. HELENİSTİK DÖNEM MÜCADELELERİ:

Makedonya Kralı II. Philiph’in Olimpiastan olan oğlu Büyük İskender’in Makedonya da tahta geçmesi ile başlayan (M.Ö 330) ve Actium Deniz Savaşına kadar geçen süre aralığına (M.Ö 30) Helenistik Dönem adı verilir (Levha 6 ). Büyük İskender 12 yıl 8 ay süren krallığı döneminde ilk önce M.Ö 334 te Granikos Savaşında ardından M.Ö 333 te İsos Savaşında ve daha sonra M.Ö 331 yılında Gaugumela Savaşında Persleri yenilgiye uğratarak Yunan dünyasında büyük bir kahraman olarak anılmaya başlar (Levha 5 ). Büyük İskender kazandığı bu başarılar sonrası büyük hedefler düşlemektedir. Bunların başında Yunan dünyasını tek çatı altında toplamak, Yunan dünyasına kalıcı barış getirmek ve insanoğlunun giremediği çöllerden geçerek Büyük Asya Seferine çıkmaktır. 1. hedefi olan Yunan kültür birliğini sağlamış, Yunan dünyasını pers esaretinden kurtarmış ve Büyük Asya Seferi İçin hazırlıklara başlamış karısı Roxane kız kardeşi Kleopatra ve oğlu IV Alexander’i geride bırakarak Büyük Asya Seferine çıkmıştır (Levha 4). Sefer dönüşü 323 yılında Babilonda ölmüştür[34]. Ölüsü Mısırlı Ptolomeioslar tarafından Büyük İskender’in adıyla anılan Alexanderia (İskenderiye) şehrine gömülmek üzere mısıra kaçırılmıştır. Büyük İskender’in ölümünden sonra egemenliğindeki topraklar İskenderin komutanları tarafından paylaşılmıştır. Bu paylaşıma göre… Antigonos’a = Trakya ve Makedonya Çevresi Ptolomeios’a = Mısır ve Çevresi Lsymakhos’a = Batı Anadolu ve Çevresi Seleukos’a = Suriye, Irak ve Çevresi Her biri İskender’i örnek alan İskender gibi bir kahraman olmayı düşünen komutanlar arasında kıyasıya bir mücadele başlamıştır. Ardıllar (diadoch) dönemi olarak adlandırdığımız bu süre içerisinde birçok savaş gerçekleşmiş komutanlar birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışmışlardır. İskender ölmeden önce yüzüğünü kardeşi Kleopatra’nın kocası olan komutan Perdikkas’a vermiştir. Perdikkas Kapadokya’nın çoğuna hakim olan Ariarethes’e karşı savaş yürütmek için Eumenes’i görevlendirmiş ve Eumenes’e yardımcı olmaları içinde Antigonas ve Leonnatos’u görevlendirmiştir. Ancak Antigonas ve Leonnatos bu emre uymamışlardır. Emirlerine uyulmayan Perdikkas Anadolu’ya girip Ariarethes’i yenip çarmağa gerdirmiştir. Antigonas’a elçi gönderip neden emrine uyulmadığını sordurtmuştur. Bunun üzerine Antigonas Makedonya’ya Antipatros’un yanına sığınmıştır. Antipatros’a Perdikkas’ın İskenderin yerini almak istediğini anlatmış Ptolomeioslarla yapılan görüşmeler sonucu Ptolomeiosları da kendi yanlarına çekmişlerdir. Böylece Büyük İskender’e ardıl (diadoch) olma savaşları başlamıştır[35]. (M.Ö 322) Perdikkas kendisiyle birlik olan Eumenes’e, Krateros ve Antipatros’u engelleme görevini verdi. Kendisi Ptolomeioslar’ın üzerine Mısır’a yürüdü. Krateros Eumenes tarafından öldürüldü Perdikkas Ptolomaioslara yenildi ve ordusu Ptolomaiosların ordusuna katıldı. (321) Birleşmiş krallar Eumenes ve diğer Perdikkas yandaşlarının Orantes/Asi Irmağı Kıyısında öldürülmesine karar verdiler ve kral naibi olarak Antipatros’u seçtiler. Yapılan yeni toprak paylaşımı ise şöyle idi. Mısır = Ptolomaioslara Babil Yöresi = Seleukos’a Suriye = Laomedantos’a Lidya Bölgesi = Kleitos’a Klikia = Philaxenos’a Likya ve Frigya Bölgesi = Antigonos’a Mezopotamya = Amphimachos’a

II. A.1 ANTİGONOS DÖNEMİ OLAYLARI: (M.Ö 321 – 301) Antigonos atlı savaşçılarını ovada daha iyi savaşacağını düşünerek Sardes civarına Eumenes üzerine yürüdü. Antigonos M.Ö 321 – 320 yıllarında Eumenes’in ordusunun bulunduğu Kapadokya’ya saldırdı. Kuşatmada kalan Eumenes’e Antigonas barış önerdi ama Eumenes bu öneriyi kabul etmedi.

II. A.2 SELEUKOS DÖNEMİ: M.Ö 281 yılında Kuroipeidon savaşında Lsymakhos’u yenen Seleukos 280 yılında Lsymakhos Devletinin Başkenti Lsymakeia’ya gelmiştir. Keraunos (Yıldırım) Ptolomaios tarafından öldürülmüştür. Keraunos Antipatros’un kız kardeşi Eurydike ile I. Ptolomeiostan olan çocuktu. I. Ptolomaios daha sonra Eurydikeden boşanmış başka biriyle evlenmişti. Bu kadından olan II. Ptolomaios Philedelphos (kardeşini seven) M.Ö 283 babası I. Ptolomaios’un ölmesiyle tahta çıkmıştır. Keraunos Seleukos’u öldürüp Lsymakhos’un öcünü aldı. Lsymakhosun topraklarının bir kısmını ele geçirdi bu krallık M.Ö 279 da son buldu. Antigonos’un torunu, Demetrios’un oğlu Antigonas Gonatas hâkimiyeti ele geçirdi. Epeiros Kralı Prryos Makedonya’ya gelip Gonotas’a saldırarak savaşı kazandı. Prryos’un kısa süre içerisinde ölmesiyle bu topraklara yine Gonatas sahip oldu. M.Ö 225 te tahta çıkan Seleukos Kralı III. Seleukos Phirigyada askerlerin ayaklanması sonucu öldürüldü. Yerine III. Antiachos (megas=büyük) geçti. Megas’ın yeğeni Akhaios Sard da Attallos’u yendi.(M.Ö219) Kıyıdaki Myrina, Kyme, Phokia Attallostan ayrılıp Akhaiosla anlaşma imzaladılar. Pontus Kralı Mitradates kızını Akhaios’a verdi. Bu yakınlığı gören Bergamalılar Galatlar ve III. Antiachos ile anlaştı. (M.Ö 218) Galatları Çanakkale civarına yerleştirdi. Bithynia Kralı I. Prousias galatları kılıçtan geçirdi. III. Antiachos Akhaios üzerine yürüdü. Sardeste 3 yıl kuşatmada kalan Akhaios öldürüldü. Antiachos Demre, Limra, Patara, Xantos kentlerini topraklarına kattı. Efes’i ele geçirdi. Yunanistan’daki yardıma giden III. Antiachos’un Yunanistan’ı ele geçirmesinden korkan Roma İmparatorluğu Thermopyloi geçidinde Antiachos’u sıkıştırdı burada olan savaşı Roma İmp kazandı. (M.Ö 191) Bir yıl sonra Bergama Krallığının Roma İmparatorluğuna yandaşlık yaptığı savaşta Magnesia Savaşında yine yenildi. Bu savaş sonrası yapılan Apemeia Barışına göre Antiachos Toroslara kadar çekilecek bu toprakları Bergama Krallığına bırakacaktı. (M.Ö.190) I.

A.3 LSYMAKHOS DÖNEMİ: Daha önce Trakya’ya hakim olan Lsymakhos’a yapılan anlaşmalar sonrası Toroslar’ın kuzey kısımları da verildi. Bazı bölgeleri egemenliği altına alan Lsymakhos bazı bölgeleri ise hiç alamadı. Örneğin Bithynia kralı Zipoiteis’i yenip Bithynia’yı, Paphlagonia ve Pontusuda ülkesi topraklarına katamadı. Karia, Likya, Pamphylia’yı topraklarına kattı. Demetrios Fenike de Tyros, Sidon, Anadolu da Efes, Milet kentlerini ele geçirdi. Demetrios kızı Strotonikeia’yı Seleukos’a verdi. Ptolemaios ve Lsymakhos Seleukos’a karşı birlik kurdular. Pyrrhos ile Lsymakhos Makedonya’ya saldırıp krallık topraklarını ele geçirdiler. Demetrios Seleukos üzerine yürüdü esir düştü. M.Ö. 283 de 55 yaşında öldü. Demetrios ölünce yerine oğlu Antigonas Gonotas’ı bıraktı. Bu dönemde çok güçlü olan Lsymakhos Batı Anadolu, Anadolu, Trakya, Makedonya’yı elinde bulunduruyordu. Lsymakhos’un yaptığı mimari işler olarak Gelibolu da bulunan Lsymakeia, Alexanderia Troas ve Efes şehirlerini kurmasını gösterebiliriz. Smyrna kentini tamamlayanda Lsymakhostur. Mısır kralı I. Ptolemaios kızı Arsinoe’yi Lsymakhos’a vermiştir. Arsinoe Lsymakhos’u kışkırtarak oğlu Agathokles’i öldürtmüştür. Agathokles’in karısı Lysandra ve Lsymakhos’un birçok askeri kaçarak Seleukos’a sığındılar. Seleukos Lsymakhos’a savaş açtı M.Ö. 281 yılında Manisa yakınlarında yapılan Kurou Peidon savaşında (oğlan ovası ) Lsymakhos ölmüştür.

III. TANRI APOLLON

III. A. APOLLON’UN DOĞUŞU:

Apollon’un doğduğu yer tartışma konusudur. Bazı araştırmalar Apollon’un köken olarak kesin olarak Anadolu’ya dayandığını söyler. Delphoi ve Delos efsanelerinde ise Apollon’un doğumu hakkında farklı efsaneler dile getirilir. Azra Erhat Mitoloji Sözlüğünde, Tanrı Apollon’un Lykia’da doğduğunu, isminin bile Anadolulu olduğunu söylemektedir. Homerik denilen hymnos, yani övgüler arasında Apollon’a ayrılmış iki övgü vardır, biri Delos’lu Apllon’a, öteki Delphoi tanrısına. Bilim bu iki övgü arasında bir zaman ayrımı saptamış, besbelli ki Delos övgüsü daha eski, Delphoi’nin ki çok daha yenidir ve sonradan eklenmiştir birincisine. Ayrıntıya girmeden şunu söyleyeyim ki araştırmaların verdiği sonuç şu: Apollon tanrının asıl doğuş yeri Anadolu kıyıları, yani Liykia ve özellikle Lykia’da tanrının doğduğu kent sayılan Patara’dır, ama sonradan önce adalarda sonra Yunanistan’da kültü yayılınca birçok yerler (tıpkı Homeros için olduğu gibi) tanrıya beşik olma şerefini elde etmek için efsaneler düzdürmüşlerdir, bunların arasında başta gelen ve en çokta tutunan Delos efsanesi[36]. İlyada’nın ilk dizelerinde şöyle tanıtılır Apollon: ”Lete ile Zeus’un oğlu”,”güzel saçlı Leto’nun doğurduğu” (İl. I, 9 ve 36) Apollon’un doğumu ile ilgili başlıca efsane Delos efsanesidir ve Leto’nun doğum için Hera’dan kaçarak sığındığı Delos Adasındaki efsanesini anlatır. Keos ile Phobe'nin Latona adlı güzel bir kızları vardı. Zeus ona gönül vermişti. Hera, bu kızın kendi kocasından gebe kaldığını anlayınca kıskançlıktan deli oldu ve zavallıya yapmadığını bırakmadı. Yer tanrıçası Demeter'e, Leto'ya doğurmak için yer vermemesini rica etti ve Eileityia'yı yani doğum tanrıçasını Olimpos'ta alıkoydu. Nihayet bir çakıl taşı olarak bir gün asteria denilen ve deniz ortasında yüzen bir adanın kıyısına, kumlar üstüne düştü, sevgilisine sığınak olması için Zeus bu adayı denizin derinliklerinde bulunan bir ka­yaya bağladı. Sonradan gemiciler bu adayı hep aynı yerde görerek ona, Delos yani Parlak adını taktılar. Burası sert rüzgârlarla dövülen, ekime elverişli olmayan kısır bir ada idi. Adeta deniz ortasına bağlanmış, uğursuz bir kaya gibi, acı acı bağırarak uçan martı kuşlarına yol gösteriyordu. Muhterem Leto yorgunluktan bitkin bir halde bu biçimsiz fena adanın ıssız ve vahşi kıyılarına düştüğü zaman şunları söyledi: “Ey ada bana acı ve çocuğumu dünyaya ge­tirmek için bana yer ver. Şimdiye kadar hiçbir canlı mahluk kıyılarına ayak basmamış ve senden bir şey istirham etmemiştir. Hiçbir koyun, hiçbir Sığır sende koparacak bir ot bulamamıştır. Eğer sen benim oğlumu göğsüne basar, kayaların arasında barındırır, ona bir tapınak yaparsan, sen şenlenecek, zenginleşeceksin, çünkü karnımda taşıdığım Tanrı için buraya halk akın akın kurban kesmeye gelecekler”. Adanın üstünden eserek geçen rüzgar ona karşılık verdi: ''Muhterem Letona'' dedi ''için rahat etsin, senin oğlunu alacağım, yalnız doğuracağın çocuğun daima bende kalması için onu kandıracağına dair söz ver bana.'' ''Namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum'' diye cevap verdi. Letona, iki kolunu bir palmiyeye doladı, dizlerini yumuşak çimenlere dayadı, doğum ağrıları ile kıvranan zavallı kadının etrafını Tanrıçalar sarmış onun bir an evvel kur­tulmasını istiyorlardı. Bu sırada İris kindar Hera'nın hilelerini altüst edip, doğum Tanrıçasını Olimpos'tan aşağı indirerek Delos adasına getirdi, bir aralık orada kuğu kuşları peyda oldular ve ötmeğe başladılar. Yer neşeden tebessüm etti, gök güldü. Denizler, dağlar kızardı. Altın ve Erguvan renklerine girdiler, uzaklara ışıktan oklarını fırlatan Apollon, uzun bir sevinç çığlığı atarak, ışığın içinden doğdu, Themis Olimpos'tan aşağı indi ve yeni doğan yavruya Ambrosia ve Nektar sundu. Fakat parlak Apollon İlahi içkiyi içer içmez, annesinin sardığı kundak kımıldaması ile yırtıldı, gümüş kemer parçalandı, altın İşlemeli bağlar kendi kendilerine kırıldılar, düştüler ve parlak yüzlü Tanrı derhal bağırdı. ''Bana ahenkli sesler çıkaracak bir Lir getiriniz. Bir elime de ok ve yay veriniz, mucizeler göstermek istiyorum,'' Bukle bukle saçları olan Apollon bunları söyleyerek kendi adasının kısır toprağı üzerinde yürümeğe başladı. Bastığı yerlerden neşeli çiçekler baş kaldırıyor, otlar bitiyor ve Delos adası baştan başa cennet kesiliyordu[37]. Burada şu noktaya dikkat edelim ki Apollon’un doğumu bir “kral tanrı”nın doğumu sayılmakta, Homeros destanlarında da “anaks” efendi, kral diye nitelenir[38]. Delos’lu Apollon övgüsünden epey sonra ve onun örneği üzerine kaleme alınmış Delphoi’li Apollon övgüsünde şu efsane anlatılır: Apollon doğar doğmaz, başının üstünde kuğu kuşları uçuşmaya başlamış, tanrı Zeus’da oğluna kuğuların çektiği bir araba, başına bir altın külah ve eline de bir rebap vermiş, gidip Yunanistan’da bir tapınak kurmasını buyurmuş. Ama kuğular onu Hyperbore’liler ülkesine uçurmuşlar. Orada bayram ve şenlikler içinde yaşamış, sonra Yunanistan’a gelmiş. Önce Boiotia’da Telphusa pınarının yanı başında kurmak istemiş tapınağını, periden izin alamayınca (Telphusa), Korinthos körfezinin kuzeyinde, Parnasos dağının eteğinde yer yer ormanlarla örtülü yemyeşil bir ovaya inmiş, burada tanrıça Themis’e adanmış bir sunak varmış, tanrıça kehanet verirmiş o sunakta. Ne var ki bölgeyi bir ejder kasıp kavurmakta, Python denilen bir canavar ekinlerin hepsini yok etmekteymiş (resim 25). Efsaneye göre bu ejderi Hera salmış Leto ve çocuklarını başına. Apollon Python’u öldürür ve büyük merkezini de ejderi öldürdüğü yerde kurar. Pytho diye anılan bu merkez sonradan Delphoi adını almıştır. Tanrı canavar da olsa bir cana kıydığı için arınmak zorunda kalmış, bir süre Thesalya’da Admetos’a sığırtmaçlık etmiş; başka bir anlatıma göre Admetos’un yanındaki uşaklığı Kyklops’u öldürdüğünden dolayıdır; dönüşünde Pytho yarışmalarını kurmuş. Delphoi tapınağında dünyanın göbeği (Yun. Omphalos) sayılan bir çukurun üstüne bir üç ayak yerleştirilmiş, tanrının bilici kadını Pythia bu üç ayak üstüne oturarak ve çukurdan yükselen gazlarla kendinden geçerek fal vermiş. Bu falcılık, bilicilik sanatıyla Delphoi tapınağının ne hazineler topladığı dillere destan olmuştu[39]. III. B.

APOLLON’UN NİTELİĞİ:

Apollon müzik ve şiirin tanrısı olduğu gibi kaynaklarda acımasızlaşabilen bir savaşçı tanrı olarak da geçer. Salgın hastalıklar gönderir; salgınları önlemekte kendi elindedir ya da tedaviyi oğlu tıp tanrısı Asklepios’a bırakır ve kehanet tanrısıdır da aynı zamanda. İnsanlar geleceklerini öğrenmek, günahlarından arınmak ya da güzel öğütler alabilmek için onun adına yapılmış bilicilik merkezlerine giderlerdi. Işık tanrısı olan, canlı cansız her şeye hayat ve enerji veren, çiçekleri dirilten, sonra onları solduran, yakan Apollon aynı zamanda, insan kalbindeki temiz duyguların, heyecanın, musikinin, şiirin, yani güzel sanatların da tanrısı sayılırdı. Gerçekten günün parlak yıldızı, sabahleyin erkenden, tanyerini kızıl renklere boyayarak yükseldiği vakit dünya, neşe ahenk ve güzellikle dolar taşar. Onun ışıklarının ateşi, altın bir gitarın titreyen telleri gibi uzar, genişler ve bütün tabiat kuşların cıvıltılarıyla, ilk baharın kokulu rüzgarlarının şarkılarıyla onun uğurlu dönüşünü selamlar, onu överlerdi. Böyle zamanlarda insanların kalplerinde hoş duygular uyanır. Bütün bu duyguları uyandıran Apollon’dur. Gönüllere, güzel sanatların tohumlarını saçan onun nurlu elidir. Işıklarının sembolü olan yay ve lir, yahut gitar ona tahsis edilmiştir (resim 28).[40] Apollon adının Yunanca olmadığı artık herkesçe bilinir. Ama asıl kaynağı bugüne kadar açıklanamamıştır. Acaba bu ad kimi Hitit yazıtlarında rast gelinen Apullunas tanrının adıyla bir olmasın? İlk çağdan beri bu adın köken ve anlamını açıklamak için boşuna çabalar gösterilmiş: ”Apollon” yani cezalandırmak, ya da “apello” defetmek, kötülüğü önleyip korumak anlamına gelen, ya da başka kökenlerden türemiş olduğu ileri sürülmüştür. Ne var ki Yunanlılar bile bu adı almamış olacaklar ki, tanrının özünü belirtmek için bir ek ad takmışlar ona: Phoibos demişler. Phoibos’un anlamı belli, parlak demektir ve tanrının ışık saçan aydınlık varlığını dile getirir. Kaldı ki bu adın Apollon tanrının büyük annesi olarak gösterilen dişi Titan Phoibe ile de bir ilişkisi vardır. Yanız şuna da dikkat edilsin ki hiçbir kaynak ya da efsanede Phoibos Apollon asıl güneşi simgeleyen Helios tanrı ve onun soyundan gelen tanrısal varlıklarla ilişkide gösterilmemektedir. Bunun nedeni de Apollon’un güneş olmadığı, güneşi simgelemediğidir. Apollon güneş tanrı değildir, ne adı, nede nitelikleri Yunan mythos’unda Güneş tanrı ile bir tutulduğunu belli etmez. Apollon kaynağında ve özünde bambaşka bir varlıktır. Bu varlığı bize ilk niteleyen metin de Homeros’un İlyada’sıdır[41]. Apollon İlyada’nın ilk dizelerinde okçu tanrı olarak çıkar karşımıza. Okçu ve yaman okçu oluşu onun doğu ile ilişkisini[42] daha da pekiştirir; Olympos’a ilk ayak bastığı gün öbür tanrıların korkuyla yerlerinden fırlamaları da bundan, kargıcı Yunanlıların ödleri kopardı çünkü Doğulu okçulardan. İlyada’nın konusu Agememnon’la Akhileus arasındaki bu kavganın nedeni de Apollon’un öfkesidir. Kız kardeşi Artemis’le paylaştığı bu yetenek tanrıya büyük bir üstünlük sağlar. Apollon ya da Artemis’in okuyla ölmek ansızın tatlı bir ölüme kavuşmak anlamına gelir. Leto’dan doğma iki okçu tanrı bu yetilerinden birçok efsanelerde faydalanırlar (Niobe) [43]. Apollon’un sanat ve müzik yeteneği üzerine de birçok efsaneler anlatılır. Musa’ların yöneticisi olarak ünü Yunan-Latin şiirinden başlamak üzere bu güne dek söylenmiştir. Müzik alanında başka tanrılar ve ölümlülerle giriştiği yarışmalar da birçok efsanelere konu olmuştur. Işıklı tanrının aşkları da önemli bir rol oynar efsanelerinde. Güzel delikanlılara olduğu kadar, doğayı simgeleyen perilere de yönelmiş bu aşkların çoğu sonuç vermeyen bahtsız sevgiler diye nitelenir.

III. C. APOLLON’UN ÖNEMLİ MİTOSLARI:

Olympos tanrıları, Yunan mitolojisinin konusudur. Mythos, çok tanrılı bir dinin Tanrıları üstüne anlatılan efsanelerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu efsaneleri Homeros ve Hesiodos kaleme aldılar ve bir Theogonia ortaya çıkardılar. Ne var ki bu tanrıların bir bölümü, Anadolu ve Ege bölgesinde eskiden beri benimsenmiş bulunuyordu ve bir kısmını da Dor’lar getirdi. Homeros ve Hesiodos tarafından yazıldıktan sonra bu efsaneler üzerinde yeni yorumlamalar yapılarak başka ifadelerle anlatıldı ve ayrıca yeni mitoslar da yaratıldı. Bu efsanelerde önemli bir yeri olan Apollon büyük tanrılar arsında idi ve Yunan Pantheonun da çok sevilen tanrılarındandı bu nedenle hakkında birçok hikayeler uydurulmuş ve bunlar sanata farklı biçimlerde yansımıştır.

TROYA SAVAŞI VE APOLLON:

Troya Savaşın da Apollon’u Homeros şöyle anlatır: (İl. VII, 20 vd.): Görmüştü tanrıçayı Pergamos kalesinden, İstiyordu zafer Troya’lıların olsun. Karşıladı meşe ağacı altında. Önce Zeus’un oğlu kral Apollon dedi ki: Ne diye geldin Olympos’tan ulu Zeus’un Kızı, Söyle hadi, niyetin ne, Nereye götürür seni ulu yüreğin? Oymak zaferi mi vermek istersin Danaolara? Kırılan Troya’lılara acımazsın, bilirim, Gel, dinle beni, en hayırlısı bu: Gel de günlük savaşa ara verelim… Aklınıza esmiş, ölümsüz tanrıçalar, belli, Gönlünüz bu şehri yok etmek ister. Apollon Hektor’un gönülden bir koruyucusudur (resim.35), Athena’nın Hektor’u aldatarak öldürmek üzere kurduğu tuzak karşısında Apollon’un tutumu insancadır. Hektor’la yüz yüze gelir, başka kılığa girmeden Hektor’a görünür. Hektor güvenle sorar (İl. V,247 vd.): Kimsin sen sevgili tanrı, kimsin sen? İda’dan bir savaş ortağı gönderdi sana Kronos oğlu, Yanında durup seni koruyacak, kendine gel hadi, Altın kılıçlı Phoibos Apollon’u gönderdi na buradayım, gör, bak işte, Öteden beri korurum senide, yüksek kentini de. Hektor’la Akhileus arasındaki son ve korkunç çarpışma başlayınca Hektor’u kurtarmak için etrafında dört döner (İl. XX,443 vd.): Akhileus korkunç çığlıklarla atıldı öne, Hektor’u öldürmek için yanıp tutuşuyordu. Ama Phoibos Apollon kaçırdı Hektor’u, Sakladı koyu bir bulutun arkasına, Bir tanrı için işten bile değildi bu. Zeus Akhilleus’la Hektor’un ecelini tartıya koyup Hektor’un ölümü ağır basınca, Apollon da Hektor’u kaderine bırakmak zorunda kalır ve tanrılara karşı tanrı şu sözleri söyler (İl. XXIV,33 vd.): Phoibos Apollon ölümsüzlere şöyle dedi: Amansız tanrılar, işiniz gücünüz kötülükte, Ölüyken bile yüreğiniz varmıyor onu Kurtarmaya, Onu görmesini karısı, anası, çocuğu, Görmesin mi babası Priamos, Troya halkı, Alıp saygı göstermesinler mi ölüsüne, Yakmasınlar, ateş payını vermesinler mi? Siz şu uğursuz Akhilleus’u tutuyorsunuz demek Oysa bilmez o töresince düşünmesini, Yumuşar bir yürek taşımaz göğsünde, Azgın bir aslan gibidir tıpkı, Bir güzel doyurmak için karnını, Gelir saldırır insan kuzusuna. Akhileus da sıyrıldı tıpkı onun gibi Her türlü acıma duygusunda, İnsanlara saygıdan çekti kendini… İyi bir şey mi bu, güzel bir şey mi? Tanrılar arasında bu tartışma Apollon’un yenilgisiyle biter. Apollon ne yapsın, Aphrodite ile birlikte Hektor’un ölüsünü saklamaktan başka çare bulamaz (İl. XXII,185 vd.): Aphrodite kovuyordu köpekleri yanından, Zeus’un kızı, gece, gündüz, Gül kokulu tanrısal bir yağ sürmüştü ölünün bedenine, Akhileus onu sürüklerken yüzülmesin diye derisi. Phoibos Apollon, gökten ovaya Onun için kara bir bulut indirmişti, Gözden kaçırmıştı ölünün kapladığı yeri, Güneşin gücü, gövdesini saran deriyi Vakitsiz kurutsun istemiyordu.

PYTHON EFSANESİ:

Tanrı Apollon’un Parnassos eteğindeki bir sur başında bulup öldürdüğü yılan Bütün ejderler gibi Python’da toprak anadan doğmadır ve tanrı Apollon ile olan mücadelesi şöyle anlatılır: Doğumundan dört gün geçince tanrı Apollon kuvvetini göstermek istedi. Parnasos dağında, bir mağarada büyük bir yılan yaşıyordu. Bu yenilmez başa çıkılmaz ejder o bölgeyi kasıp kavuruyor, insanları parçalıyor, yiyor sürüleri yutup yok ediyordu. İyilik seven ve herkesin yardımına koşan Apollon, memleketini bu beladan kurtarmak istedi. Bir gün yanan bir meşale ile yayını, okunu aldı. Sapa yoldan yavaşça bu korkunç ejderin ini bulunan mağaraya doğru ilerledi. Oraya gelince, elindeki reçineli meşaleyi havada salladıktan sonra inin tam ağzına attı. Dumanın zoru ile canavar inden dışarı çıktı. Bunun üzerine Apollon hızla uçan ve her şeyi delip geçen okunu fırlattı (resim 25-38). Havada süzülen ok gitti ejdere saplandı. Can acısından korkunç sesler çıkaran hayvan, kocaman gövdesini sürükleyerek ormana daldı. Sonra kıvranarak, uzanarak, zaman zaman kendini ısırarak oraları kan deryasına buladı. İğrenç bataklıklardan yaratılmış olan ve Python adını taşıyan bu ejderi yere seren Apollon dedi ki: “Ey güneş’in oklarıyla yere serilen Python; orada olduğun gibi kal, artık insanlara fenalık yapmayacaksın[44]”

APOLLON VE HERMES:

Zeus Maia ile Arkadia’nın güneyinde Kyllene dağının bir mağarasında buluşmakta ve sevişmektedir. Gölgeli mağaraya sığınmış olan nympha’yı tanrılar tanrısı geceleri karısı Hera uykuya daldıktan sonra gelip bulur. Bir süre sonra Maia bir çocuk doğurur. Çocuk kundaklanır, beşiğe yatırılır, ama doğduğu gün Hermes olağan üstü işlere girişmekle kafa gücü ve yetenekleri tanrıların hepsini aşan üstünlükte olduğunu gösterir. Bebek Hermes beşiğinde kalmaz, akşam olur olmaz kundağını çözer ve ayakları üstüne basıp olmayacak serüvenlere girişmek üzere yola çıkar: Mağaranın önünde bir kaplumbağa görür, hemen aklına bir cin fikir doğar, hayvanı öldürür, kabuğunu boşaltır ve koyun bağırsağından yedi tel gererek bir gitar yapar, ondan güzel sesler çıkarmakla eğlenir, sonrada gider, güneş tanrının Pieria ovalarındaki inek sürülerini bulur ve onlardan elli hayvan çalar. Tutar inekleri Kyllene’ye doğru sürer, ama hırsızlığı belli olmasın diye inekleri gerisin geri götürür, kendide oradaki çalı çırpıdan ayağına tuhaf sandallar örerek izlerini gizler. Yolda bir ihtiyara rastlar, ona gördüğünü kimseye söylememeye yemin ettirir, karşılığında bir düve armağan edeceğine söz verir (Battos). Kutsal inekleri bir mağaraya kapattıktan sonra, gider, gene masum bir bebek gibi kundağına girer. Sabah Apollon günle birlikte doğunca sürülerinin eksildiğinin farkına varır ve ihtiyar Battos’u sorguya çekip gerçeği öğrenir. Gelip Hermes’i beşiğinde bulur ve inekleri geri vermezse Trataros’a atacağını söyler. Bebek pozundaki Hermes babası Zeus’un başına suçsuz olduğuna ant içer, ama o sırada Apollon onu kolundan tutup tartaklayınca birden yellenir, Apollon buna gümlemezlik edemez, konuyu Zeus’un hakemliğine bırakmaya karar verir. Kararı şudur: Hermes inekleri nerede saklandığını gösterecektir. Apollon mağaraya gelince Hermes’in yaptığı gitarı görür, çıkardığı güzel seslere bayılır, sazı alıp inekleri bırakmaya razı olur. Bir süre sonra Hermes Pan kavalını icat eder, Apollon syrinks denilen bu güzelim kavalı da ister, karşılığında Hermes’e karykeion denilen sihirli altın değneği verip kavalı alır[45].

NİOBE’NİN KAYA OLUŞU:

Bir gün, Lydia kralı Tantalos’un kızı Niobe, hepsi birbirinden güzel 12 çocuk annesi olduğundan gurura kapılmış ve topu topu iki çocuk sahibi olan Apollon ile Artemis’in anası “Leto”dan kendisini üstün görmüştü. “Ben talihliyim, mes’udum, ne olursa olsun daima mutlu kalacağım; diye bir gün bağırdı. Benim bir sürü çocuğum var. Ecel onların hepsini birden elimden alarak beni çocuksuz bırakamaz, bu bakımdan ben kuvvetliyim, kimse benim neslimi kurutamaz. Hâlbuki Leto iki çocuk annesi olmakla kendini bir şey sanıyor. İki çocuk da neymiş ki !” Leto, çocuklarının çokluğu ve güzelliği ile övünen kadının söylediği bu sözleri işitti ve çok üzüldü. İzzetinefsi yaralanmış olduğu halde çocuklarını çağırdı ve tanrılara ana olan bir kadına hakaret eden Niobe’den öç almalarını emretti. Öç gecikmedi hemen alındı. Niobe’nin altı oğlu Kitheron dağının kayalıklı ve sarp yamaçlarında avlanıyorlardı. Öğle vakti Apollon oklarıyla onları yere serdi (resim 29). Bu felaket haberi etrafa yayılınca, talihsiz delikanlıların güzel kız kardeşlerinin altısı naaşların bulunduğu dağa doğru koştular. Fakat oraya ulaşacakları zaman gece olmuş ve Artemis, semanın boşluğunda parlamaya başlamıştı. Şimdi sıra onundu. O da görünmez okları ile birbirinden güzel olan bu altı kız kardeş evladı, birer birer vurdu, öldürdü. Tam dokuz gün hiç kimse Niobe’nin evlenmemiş altı kızı ile altı delikanlı oğlunun naaşlarını alıp getirmedi. Onlara ölüm merasimi yapılmadı. Zavallı ve talihsiz anne evlatlarının cesetleri arasında saçını başını yoldu, dizlerini dövdü kendini yerden yere çaldı, ağladı, sızladı, çok sevgili yavrularının başına gelen bu felaketten ötürü o kadar çok gözyaşı döktü, o kadar hıçkırdı feryat etti ki, artık bir an geldi, hıçkırıkları işlemez oldu. Gözyaşlarının kaynağı kurudu. Kalbinin feryatlarını hıçkırıklarla, içinin zehrini gözyaşları ile dışarı dökemeyen zavallı Niobe’nin ıstırabı o kadar büyük, o kadar dayanılmaz bir hal aldı ki, sesi dahi çıkmaz oldu. O, böylece korkunç sessizliğin hüküm sürdüğü bu dağda, sevgili evlatlarının cesetleri arasında dilsiz bir varlık, adeta bir ıstırap heykeli halinde kas katı kesildi, kaldı. Dayanılmaz acılarına son vermesi için Ulu tanrı Zeus’tan kendisinin kaya haline sokulmasını istirham etti. Bunun üzerine Spylos dağına gitti, bu sarp dağın kayarlı onun etrafından yükselerek kuvvetli sarmaşık gibi onu kucakladılar, sardılar ve o kocaman kayalardan yapılmış bir kın içine girmiş oldu. Orada bu acıklı ve yürekler parçalayan hadisenin izleri hala durmaktadır. Bir ıstırap heykeli gibi dikilen ve bir kadına çok benzeyen kocaman bir kaya[46] bugün Manisa dağında, görülmektedir. Bu kayanın bir yüzü, gece, gündüz, yaz mevsiminin en sıcak günlerinde bile nemli ve ıslaktır[47].

MARSİYAS’IN ÖLÜMÜ VE MİDAS’IN EŞEK KULAKLARI:

Hera ile Aphrodite Athena’nın kaval çaldığını görerek onunla alay etmişler, tanrıça da Phrygia’ya giderek duru bir suda yüzünün gerçekten çirkin olduğunu görmüş de kavalı atarken, onu yerinden toplayacak olanı en büyük cezalara çarpacağına ant içmiş, Marsyas bunu nerden bilsin, yerde bulduğu kavalı almış ve çalmaya koyulmuş. Marsyas bayılmış sesine, o kadar sevmiş ki dünyada bundan güzel ses veren saz olmadığını ileri sürmüş ve Apollon Tanrının lyra’sıyla yarışmayı bile göze almış. Tanrı bu yarışma için bir şart koşmuş: Kim yenerse yenilene istediğini yapacak. Yargıç olarak Tmolos (Bozdağ) tanrısını almışlar. Birinci yarışma sonuç vermemiş, ikincisinde Apollon Marsyas’a meydan okuyarak kavalını tersine tutup çalmasını buyurmuş, kendisi lyra’yı ters tutunca aynı sesleri çıkardığı halde, Marsyas kavalını öttürememiş, bu yüzdende yenik düşmüş. Yarışmayı izleyen Phrygia kıralı Midas gene de kavalın lyra’dan üstün olduğunu söyleyince tanrı onun kulaklarını eşek kulakları haline getirmiş. Ama bununla kalmamış, Marsyas’ı tutmuş, bir ağaca bağlamış ve derisini yüzmüş. Marsyas bu korkunç işkence içinde can vermiş. Apollon sonradan yaptığına pişman olmuş derler, lyra’sını yere atarak kırmış, Marsys’ı bir ırmak haline getirmiş. Gökbel’de akan Çine çayı işte bu ırmakmış[48]. Kulakları eşek kulaklarına çevrilen Phrygia kralı Midas aptallığının cezasını bu şekilde görmekten çok utandı. Eşek kulaklarını kimseye göstermemek için onları saçlarının arasına sakladı. Başına geniş bir kalpak örttü. Fakat kralın saçlarını kesen berber uzun kulakların farkına vardı. Kral bu berberi ölümle korkutarak sırrın etrafa yayılmasına mani olmak istedi. Fakat sırrını içinde saklayan, hayatından korktuğu için kimseye söyleyemeyen zavallı berber, sararıp solmaya, adeta patlayacakmış gibi sıkılmaya başladı ve bu sırrı toprağa tevdi etmeyi düşündü. Issız bir yerde bir çukur kazdı, oraya eğilerek yavaşça fısıldadı: “Haberiniz var mı, Kral Midas eşek kulaklıdır.” Bunu söyleyince üzerinden bir yük kalkmış gibi oldu ve kalbi rahatladı. Fakat berberin açtığı çukurun yanında bulunan kamışlar, onun fısıldadığı şeyleri işitmişlerdi. Onlar rüzgarla sallandıkları zaman “haberiniz varmı, kral Midas eşek kulaklıdır.” Bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmış oldu ve kalbi rahatladı. Fakat berberin açtığı çukurun yanında bulunan kamışlar, onun fısıldadığı şeyleri işitmişlerdi. Onlar rüzgârla sallandıkları zaman “haberiniz varmı, kral Midas eşek kulaklıdır.” diye sırrı her tarafa yaydılar[49]. Bu mitosları’nın yanında şüphesiz ki bazı ölümlülerle olan ilişkileri vardır ve bu ilişkileri genel olarak hüzünlü biter bunlardan en önemlileri şunlardır: DAPHNE: Bir gün Apollon Thessalia’da, kıyıları ağaçlarla gölgelenen Peneus ırmağı kenarında, güzel, genç bir kız gördü. Bu eşsiz güzelin adı Daphne idi. Artemis gibi o da lekesiz bir kız olarak kalmaya ant içmişti. O, ormanların derinliklerinde yalnız başına dolaşmaktan zevk alıyordu. Ay ışığında, yabani hayvanları kovalamak, avlamak, derilerinden faydalanmak onun için en büyük eğlence idi. Uzun saçları omuzları üstünde canlanan güzel Daphne; Erkeklerden iğrenir ve bir adamın karısı olarak yaşamayı aklına bile getirmezdi. Sık sık babası ona; —Kızım beni torun sahibi etmelisin; dediği zaman, Daphne kollarıyla babasının boynuna sarılıyor ve ona şöyle karşılık veriyordu: —Ey dünyaya gelmeme sebep olan sevgili babacığım, kadınlık görevlerini bilmeden ve birisinin karısı olmadan, bağımsız olarak yaşamama müsaade et… İşte bu hoş kızın güzel saçları, alev saçan gözleri, mütenasip endamı, Apollon’un kalbinde arzular uyandırdı. Bir gün yalnız başına ormanda dolaşan bu bakireye rastlayınca onunla konuşmak istedi, fakat çok güzel ve genç delikanlı olan Apollon’u, Daphne karşısında görür görmez sırtını ona çevirdi ve bir rüzgâr gibi yahut göğün boşluğunda hızla kayarak ayın yuvarlak ve yaldızlı çehresini tülleyen bulutlar gibi koşmaya başladı. Fakat tanrı onun peşini bırakmadı. Hem koşuyor hem de şöyle bağırıyordu: —Daphne, yalvarırım sana dur, benden sana zarar gelmez. Ben senin düşmanın değilim, dur, peri, dur; beni peşinden koşturan yalnız sevgimdir; lütfen hızını biraz yavaşlat, hiç olmasa, arkandan koşanın kim olduğunu öğren. Arkandan koşan ne yabani bir dağlı; ne de dik yamaçlarda keçilerini otlatan kaba bir çobandır. Ben ışık tanrısıyım. Benim babam bütün tanrıların büyüğü olan Zeus’dur. —Bana insanların mazisini, halini, üzüntülerle dolu istikballerini okuyan ve her şeyi bilen, her şeye hayat veren Tanrı Apollon derler. O, böyle söylüyordu. Fakat bu takipten korkan Daphne uçuyormuş gibi koşuyordu. Rüzgârın nefesi ruhunun ince kıvrımlarını havaya kaldırıyor, kokulu saçlarını ensesi üstünde dalgalandırıyordu. O koşarken daha hoş bir hal alıyor, bakir güzelliği daha çok beliriyordu. Apollon bu periyi muhakkak yakalamak arzusuyla idi. Aşkının kudreti ona kanat vermiş gibi idi. O, adeta uçuyordu. Şimdi, onu yakalamak üzere idi, Daphne’nin havada uçan saçlarını sıcak nefesi okşamaya başlamıştı. Kuvvetinin azaldığını, bu hızlı sürekli koşudan yorulduğunu hisseden güzel peri birden bire durdu ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırdı: —Ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni kurtar. Bu yürekten kopan yalvarış biter bitmez o ağırlaşan uzuvlarının odunlaştığını hissetti. Gri renginde bir kabuk, olgun göğsünü kapladı. Kokulu saçları yapraklara çevrildi, kolları dallar halinde uzadı, Nazik ve küçük ayakları kök olup toprağın derinliklerine daldılar. Başı ise büyük bir ağacın tepesi oldu. —Şaşırmış bir halde Apollon, peri kızını kucaklamak isterken bir defne ağacının gövdesine çarptı. Fakat ağaca sarılarak sert kabukların altında henüz ölmemiş olan Daphne’nin kalbinin heyecanlı heyecanlı çarptığını duydu. —Daphne, dedi. Bundan sonra sen Apollon’un kutsal ağacı olacaksın, senin solmayan ve dökülmeyen yaprakların benim saçlarımın çelengi olacak (resim 30)[50].

KORONİS, AKLEPİOS’UN DOĞUŞU VE ÖLDÜRÜLMESİ:

Thessalia kralı Phlegyas’ın Koronis adlı bir kızı vardır. Apollon’la sevişir ve ondan gebe kalır, ne var ki tanrının dölünü karnında taşırken Arkadya’dan gelme bir yabancıyı da yatağına alır Kronis. Bu olayı tanrıya kutsal kuşu kuzgun (resim 31) haber verir, tanrıda öfkesinden bembeyaz olan bu kuşun tüylerini karaya boyar. Şair Pindaros bu masalı benimsemez, ışık tanrı Phobios Apollon’un olayı kendi gözüyle gördüğünü ileri sürer. Koronis korkunç bir cezaya çarptırılır: Bir odun yığınının üstünde diri diri yanacaktır. Alevler Koronis’i yalamaya başlar, kadın can vermek üzeredir ki, Apollon kanından olan çocuğun yok olmasına katlanamaz, ölünün karnından dölünü çıkarır ve büyümesi için at adam Kheiron’a teslim eder. Bu olay hekim tanrının kurtarıcı olarak yetişmesinin simgesidir. Asklepios’a hekimlik sanatını öğreten Kheiron doğanın içinde yaşayan, doğanın sırlarına ermiş bir varlıktır. Sağlığın kaynağı da doğada olduğuna göre Kheiron‘un açık havada, güneşin altında, şifalı sulardan ve otlardan faydalanma yollarını bilmesi şaşılacak bir şey değildir[51]. Bu çocuk daha sonra hekimlik tanrısı olan Asklepios oldu. Kheiron ona hastaları iyi etmenin sırrını öğretmişti. Bu yüzden Asklepios, iyi olacaklarından ümit kesilen hastaları bile kurtarıyordu. Hastaları iyi ederek ölümün önüne geçmesi “Ölüm diyarının Tanrısı” olan Hades’i kızdırdı. Hades, Zeus’a, Asklepios’u şikayet etti. “Her hastayı iyi ederse kimseler ölmeyecek ve benim mülküm bomboş kalacak”, dedi. Mukadderat’a karşı gelen, ölmek üzere olanları dirilten hekimlik tanrısını cezalandırmak icabetti. Çünkü Asklepios, Minos’un ölmüş bulunan oğlu Glaveus ile Zeus’un atları tarafından parçalanan Hippolytos’u diriltmiş ve Zeus’un buyruğuna karşı gelmişti. Bunun üzerine Olympos’un Tanrısı fazla sabredemedi, yıldırımını fırlattı ve Asklepios’u öldürdü[52].

APOLLON’UN CEZALANDIRILMASI:

Apollon’un iki kez ilginç bir sınamadan geçirildiği ve ölümlülerin hizmetinde köle gibi çalışmak zorunda kaldığı anlatılır. Bunların ilki, onun, Poseidon, Hera ve Athena ile birlikte, Zeus’u demir zincire vurup gökyüzüne asmak için hazırladığı komplonun ardından meydana geldi. Bu komplonun başarısızlığa uğramasından sonra, Apollon’la Poseidon, Troya kralı Laomedon hesabına çalışmak zorunda kaldılar. Şehir duvarlarını inşa etmekle görevlendirildiler. Bazılarına göre duvarın yapımında Poseidon tek başına çalışırken, Apollon’da kralın sürülerine İda’da gözcülük ediyordu. Hizmet süresi bitiminde, Laomedon iki tanrıya kararlaştırılan ücreti ödemeye yanaşmadı. Tanrılar buna itiraz ettikleri zamanda, Laomedon onları, kulaklarını kesmekle ve köle gibi satmakla tehdit etti. Apollon tanrısal niteliğini ve gücünü yeniden kazanınca. Troya’ya, ülkeyi kırıp geçiren bir veba gönderdi. Çoban Apollon efsanesi de tanrının geçirdiği ikinci sınamanın hikayesi içinde yer alır. Apollon’un Kentavros Kheiron’dan tıp sanatı öğrenen oğlu Asklepios, sanatında ölüleri diriltecek kadar ilerleyince, Zeus onu yıldırımlarıyla çarptı. Bu Apollon’u çok derinden yaraladı. Apollon, bizzat Zeus’tan öç alamayacağı için, yıldırımları yapan zanaatkâr Kyklopslar’ı oklarıyla öldürdü. Zeus, onu cezalandırmak için Tartaros’a atmayı bir an için düşündüyse de, Leto’nun müdahalesi üzerine cezayı hafifletmeyi kabul etti: Apollon’un bir yıl boyunca bir ölümlüye köle gibi hizmet etmesini buyurdu. Bunun üzerine, Apollon, Pherai’ye (Tesalya’da) kral Admetos’un yanına gidip, ona sığır çobanı olarak hizmet etti. Onun sayesinde inekler ikiz buzağılamaya başladılar, her bakımdan kral ailesine refah geldi[53]. Apollon, Admetos’a sevdiği kız olan Alkestis’i alması için yardım etmiştir. Admetos sevdiği kızı elde edebilmek için arabasına bir aslan; bir yaban domuzu koşmak zorunda kalınca Apollon tanrı ona yardım etmiş (resim 26) ve Admetos Alkestis’i almış, ne varki düğün günü Artemis’e kurban kesmeyi unuttuğu için, tanrıça gerdeğini yılanlarla doldurmuş. Apollon Admetos’u bu beladan kurtarmış, bununla da kalmayıp Admetos’un kaderini değiştirmeyi başarmış: Kader Admetos’un ölümü için saptadığı gün Pherai kralı yerine ölecek başka birini bulursa ertelemeye razı olmuş. Ama o gün gelince Admetosyerini alacak kimseyi bulamamış: Ne anası, ne babası, ne uşağı, kimse ölmek istememiş, yalnız genç karısı Alkestis kendini feda etmiş. Alkestis, Hades’e indikten sonra Herakles tarafından kurtarılır[54].

MİLETOS ŞEHRİNİN KURULUŞU:

Dione adı ile de çağırılan Akakallis, Girit kralı Minos’un kızı idi. Babası onu Lybia’ya göndermişti. Orada Apollon’u tanıdı, onunla sevişti, ondan Miletos ve Garamas, Amphmemis adlarını taşıyan üç oğlu oldu. Miletos dünyaya geldiği zaman annesi kral “Minos”tan yani babasından korkarak çocuğunu ormana bıraktı. Fakat Apollon oğlunu korudu. Onu kurtlara emanet etti. Çocuk kurt sütü emerek, kurtlar arasında büyüdü. Bir gün çobanlar kurt ininde buldukları bu güzel çocuğu oradan aldılar ve onu insanlara alıştırdılar. Çocuk büyüdü, delikanlı oldu. Büyük babası, “Minos” ondan şüphe edip öldürmek isteyince Miletos, Küçük Asya’ya “Anadolu”ya kaçtı ve Miletos şehrini kurdu[55].

III. E. ANADOLU’DA APOLLON:

Yunan kültürünün, gerek Yunanlı kökeni olan Apollon’a ibadet edildiğini, gerekse Anadolulu Apollon’un Yunanlı bir kisve altında rağbet görmüş olduğunu söyleyebiliriz. Yunan kültürünün çok görüldüğü bölgelerde, Apollon’a ibadet edenlerin sayısının arttığı, girmediği yerlerde ise bir azalmanın olduğu anlaşılmaktadır. Mesela, sahil ülkelerinden özellikle Aiolia ve İonia’nın hemen hemen her şehrinde Apollon kültünün varlığı ve yerli Anadolu kültleriyle kaynaşarak yepyeni bir Apollon kültünü ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu yerli Anadolu Apollon kültlerine örnek olarak Symrna’da Apollon Kisalaudenos kültüyle, Klaros’ta Apollon Klarios, Miletos’ta da Apollon Didiymeus kültlerini verebiliriz. Bunların yanında İonia’nın ve diğer bazı bölgelerin büyük şehirlerinde bağımsız bir Apollon kültüne rastlamamaktayız. Olympos doruğunda tanrılar toplantısına varıp da aşırı bir saygıyla karşılandığı zaman bile Apollon sanki başka bir diyardan gelmektedir Olympos’lu tanrılar arasına. Bu güçlü tanrının Leto’nun oğlu olduğu, Leto’nunda Lykia’da Leda yahut Lat adıyla anılan Anadolu’nun Ana Tanrıçasından başkası olmadığı göz önüne alınırsa, Yunan tanrı dünyasına sonradan katılan ve adı bile Yunanca olmayan Apollon’un Kybele’nin oğlu Attisle bir tutulması gerekmez mi ? [56] Anadolu’da Apollon çeşitli isimlerle anılmaktadır, şimdi bu özellikleri ile tanrıyı Anadoluda ki antik bölgeler başlıkları altında inceleyelim. Aiolis: Aiolis bölgesinde dahil şehirlerden birinde bir Apollon kültü tespit edilmiştir. Maalesef mühim şehirlerden Phokaia (Foça)’da Apollon kültünün bulunmayışı bizi hayrete düşürmektedir. Bu bölgede geçen sıfatlar, Aigai’de sırf bir Yunan tanrısı, Temnos ile Grynion’da ise Apollon ile idantifiye edilmiş bir yerli tanrı tanımaktayız. Strabon da ki kayıtlardan da Apollon kültünün Aiolis den ziyade Troas da daha revaçta olduğunu görürüz[57]. Bithyna Bithynia bölgesinde biri Dereköyün’de, diğeri Bursa’da olmak üzere Anadolu’ya has yer isimlerinden yapılmış Apollon’un iki sıfatına, yani Krellenos ile Libotenos’a rastlanmaktadır. Helenizasyon devrinde bu iki sıfatın Yunan Apollon’ ile idantifye edilmiş olduğunu elimizdeki kitabelerle ve bu kitabelerin kabartmalarının temsil ettikleri sahnelerle tespit etmiş bulunuyoruz. Şu halde Bythinya’da türlü sıfatlarla görülen Apollon’un mahiyet itibariyle farksız olduğu meydana çıkar. Apollon’un bu türlü görünümünü, hemen hemen bütün vasıfları ile Mysia’nın Kyzikos ve Krateia şehirlerinde de gördüğümüze işaret etmek isteriz. Şunu da ilave edelim ki, Bithynia’da Apollon’un kültünün epey ilgi gördüğünü belgelerimizden anlamaktayız[58]. Galatia: Anadolu’nun Galatia bölgesi hakkında, genel olarak Apollon kültünün pek revaçta olmadığını ve İmparatorluk devrini müteakip hiç görülmediğini söyleyebiliriz[59]. İonia: İonia’nın, Anadolu’nun her hususta en önemli bir bölgesini teşkil ettiği hepimizin malumudur. Kült bakımından da bu bölgenin aynı üstünlüğü muhafaza etmiş olduğuna şüphemiz yoktur. Anadolu’nun bütün bölgelerine nazaran en meşhur tapınak ve kehanet ocaklarını kendi hudutları dahilinde toplamış olması bu memleket halkının diğer komşu memleketler halkından her bakımdan üstünlüğünü ifade etmektedir. Bununda manasını Aka göçlerinde (M.Ö.1900–1800) hatta daha eski tarihlere giderek M.Ö. 3. binde Doğu batı mücadelelerinde ilk ve en esaslı rolü oynamış olmasında aramak gerekir. Başka hiçbir Anadolu bölgesi İonia ve sonra kıyı komşusu Aiolia kadar parlak ve zengin şehirler ve bu şehirlerde bütün Helen dünyası ile boy ölçüşebilecek tapınaklar meydana getirememiştir. Bunun da sebebini, belki parlak bir zekaya sahip müstevi Aka’ların, kendilerine aynı derecede denk Anadolu kavimleri ile tam manası ile bağdaşabilmelerinde aramak icap etmektedir. Efes Artemis’i ismi verilen meşhur Anadolu tanrıçasının kültünü hatırlatmak kafidir. İş’te İonia’da gelişen Apollon kültlerini bu açıdan inceleyecek olursak, Klaros ve Didyma tapınaklarının ve bu tapınaklarda vücut bulmuş kehanet ocaklarının yüksek değer ve şöhretlerinin manasını anlamış oluruz. İşte, bunun içindir ki İonia, Aiolis’e ve diğer bölgelere, mesela, Troas’a vs. mıntıkalara nazaran çok daha çeşitli tanrılara sahiptir. Ve gene işte bunun içindir ki, İonia, Aiolis’e ve diğer bölgelere mesela, Troas’a vs. mıntıkalara nazaran çok çeşitli tanrılara sahiptir ve gene işte bunun içindir ki, sahip olduğu tanrılar da diğer bölgelerindekinden çok daha barışçıl, çok daha manalı ve kullarına fazlasıyla yakındırlar. Yalnız dikkatimizi çeken şey, her bölgede olduğu gibi burada da, tapınakların büyük şehirlerin dışında küçük mevkilerde kuruluşudur. Bu da belki müstevi Helen tanrılarının, yerli tanrıları karşısında üstünlük kazanmasının ifadesi olabilir. Ve işte böyle bir karşılıklı dayanışma din ve kültür ve hatta sosyal alanlarda hakiki bir uyuşma ve idantifikasyondur ki bunun arkasından bütün dünyayı hayretler içinde bırakmış olan bir İon medeniyetinin doğmasını sağlamıştır[60]. Karia: Karia belgeleri üzerinde yapmış olduğumuz incelemeden, Karia’da Apollon kültünün oldukça geniş bir sahaya yayılmış olduğu kanaatini edinebiliriz. Dorlar’ın bu bölgeyi iskan etmiş olmaları buranın diğer sahalarda olduğu gibi, din mevzuunda da özel bazı tesirlerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Yani, Dorlar, sanat alanında nasıl ki erkek ve sert bir stile sahip idiyseler diğer sahalarda da, mesela, dil ve din erkek alanında da Karia ve Anadolu’nun başka bir yerinde dahi, aynı sertliği ve sivriliği göstermişlerdir. Dorlar’ın Anadolu’ya geçişleri İonya ve Aiolia’lılardan daha geç değildir. Bu böyle olduğu halde, İonia’nın fikir, ilim ve sanat sahasındaki müspet neticelerinin yanında Dorlar’la meskun bulunan Karia’nın aynı bakımdan kıyas kabul etmeyecek kadar sönük kaldığı hepinizin malumudur. Din sahasında da aynı neticeyi beklemek doğru olur. Peloponnesos’tan getirdikleri Apollon Karneios kültü aynı sertlikte Karia’da da devam edip gitmiştir. Belgelerimizde Apollon Karneios bu bölgenin milli bir tanrısı olarak görünür. Böyle olduğu halde bu tanrının yerli tanrı ile diğer bölgelerde olduğu gibi, tabii bir indifikasyon’u göze çarpmaktadır. Apollon burada bir arkhegetes’tir, bir Pythios veya başka bir Yunan sıfatının almış olarak görünür. Fakat İonia, Mysia veya başka bölgelerde ki yumuşaklık burada yoktur. Yerli tanrılarla ilgili herhangi bir kült birliğine de rastlanmaz. Mesela bu bölgenin bir hususiyeti sayılan gaipten haber verme (kuşların uçuşundan v.s. den) sır ve hünerine sahip Telmissos mabedi uluhiyetinin yanı başında ayrıca bir Yunan tanrısını göremiyoruz. Keza Apollon Triopios’da Apollon Kynneios Samnaios da böyledir. Bu yerli tanrılar kendi dar muhitlerinde eskiliklerini aynı eski özellikleriyle korumuş ve devam ettirmişlerdir. Bu bakımdan, Anadolu Dorik dünyası bu özelliğini tarihler boyunca devam ettirmiş ve dolayısıyla din alanında olduğu gibi, medeniyetin diğer kültür sahalarında da, Anadolu’da, İonia ve Aiolia’ya kadar olumlu sonuçlar doğuran bir unsur haline gelememiştir. Bu kısırlığı Karia’da değil, Karia’yı iskan etmiş olan Dorik unsurda ve onun nispeten kısır olan hayal aleminde, tanrılarında aramak lazımdır[61]. Lydia: Lydia’da Apollon ibadeti oldukça geniş bir sahayı işgal etmiş bulunuyordu. Bu bölgenin karakteristik niteliği öncelikle Apollon’un Phirigia’da olduğu gibi çift ağızlı balta ile görülmesidir (resim 46). Kayda değer başka mühim bir şeyde M.Ö. V. asra ait başta, Lydce yazılı iki Sardes kitabesinde Apollon ve Artemis kaydının aynı şekilde değişiksiz olarak geçişidir. Bu Apollon ve Artemis kardeş uluhiyetlerinin Liydia kitabelerindeki bu türlü kaydını merakla karşılamamız lazımdır. Lidya şehirlerinin Apollon kültünü tanıyanların çoğunda yerli isimlerden yapılmış Apollon ephitetlerine sıkça rastlanmaktadır[62]. Lykia: Lykia bölgesinin üzerimizde bırakmış olduğu genel kanı, Apollon’un, bütün Lykia şehirlerinde, aynı şekillerde, yani kendisi adına yapılan dini törenlerin bir tek cepheden yapılmış olduğu merkezindedir. Ve esasen Apollon veya Apollon Patros Lykia birliğinin milli tanrısı olarak tanınmasının da manası bu demektir. Ve sonra bu Lykia birliği’nin Apollon’un dahil olduğu Leto ve Artemis müşterek kültüne de yaptığı tespit edilmiş durumdadır. Bu keyfiyeti Lykia’nın bazı şehirlerinde görmekteyiz. Eldeki kaynaklar anne evlat müşterek kültünün Lykia’da esas teşkil ettiğini ifade etmek istemektedir. Unutmayalım ki, Lykia bölgesi, Apollon kültünün en çok ilgi gördüğü bölgelerin başında gelmektedir. Yalnız Apollon kültünün bu kadar çok yayılmış olduğu bir memlekette Lopptoi veya Lopta Apollon’u ile henüz sıfatı kesin şeklini bulmamış olan Apollon Pe….gibi ancak ayrı ayrı iki hususi mevkide yeri olan tanrının esaslı bir kültünü tespit etmiş bulunuyoruz. Bunların dışında Lykia’da ayrıca birde Apollon Lykios veya Lykeios kültünün varlığından bahsedilmektedir, fakat bu sıfatlara Lykia’nın hiçbir kitabesinde geçmemektedir[63]. Mysia: Mysia’da merkezi Kyzikos olmak üzere, Apollon Krateanos ile Apollon Kitharoidos kültlerinin bu bölgede bir milli kült halinde birleşmiş oldukları neticesini çıkartabiliriz. Ayrıca bu birleşmiş iki tanrının yanı başında, gene Anadolu mevki isimlerinden yapılmış ve hususi ve kendi dar sahalarında aslında bir olup, sadece bir isim değişikliği ile görünen Apollon Tadokomeites, Mekastanos ve hatta Leonteios gibi tanrıların da ayrı birer hususi kültü varmış gibi görünürse bunların tapınıcılarının kendi hususi dar sahalarına çekilmiş olmaları ile bu isim değişmeleri meydana gelmiş olabileceği kanaatindeyiz. Şu halde genel olarak Mysia bölgesinde, Apollon kültü’nün yaygın bir şekilde oldukça mühim bir yer işgal etmiş olduğu neticesine varmak isabetli olacaktır[64]. Pamphylia: Pamphylia’nın belli başlı uluhiyetleri, Athena Arkhegetes ile Apollon Sidetes’dir. Fakat Apollon Sidetes sıfatının Anadolu’da eski bir maziye sahip olması bu tanrı ve sıfatın milli bir özellik taşımasına sebebiyet vermektedir. Pamphilia’nın mühim şehirlerinden biri olan Aspendos’ta bir Apollon kültüne rastlanmayışı hayretle karşılanmaktadır[65]. Paphlagonia: Paphlagonia’da Sinope hariç hiçbir yerinde Apollon kültüne işaret eden bir vesikaya rastlanmamıştır. Sinope hariç, fakat bu da birkaç sikkesi ile bu istisnai durumu sağlamış bulunmaktadır fakat bu da bir değer teşkil etmemektedir[66]. Pontus: Pontus bölgesi Apollon kültünün girmediği tek yer olarak görülmektedir. Sadece Amisos’da Roma devrinden bir kitabede Apollon ibaresi bulunmaktadır[67]. Phrygia: Phrygia’da Apollon Lairbenos ve Apollon Kitharoidos (Arkhegetes) gibi biri yerli, diğeri Yunanlı olmak üzere iki tanrının pek fazla rağbet gördüğünü anlıyoruz. Bunların yanı başında Phoibos v.s. gibi yerli olmayan sıfatlar taşıyan Apollon’a rastlanır. Yapılan incelemelerde, Phrygia’nın belli başlı şehirlerinde Apollon Lairbenos kültünün bütün Phirigia’yı kapsayabileceğini söyleyebiliriz. Bu kültün izlerinin bilhassa Mysia, Lydia ve Psidia’da da görülmesi dikkat çekicidir. Alamet ve karakterlerinin temessül değil temsil edilmiş bir mahiyet arz etmiş olmasıdır ki kendisinin böyle yegane ve katkısız kalmasına sebep olmuştur. Yunanlı Apollon, Lairbenos kültünü ancak yumuşatmakla yetinmiştir. Ona bir uysallık ve ahenk vermiş, fakat tanrının azametine hiçbir zarar getirmemiştir. Yunanlı Apollon kültünün bu faydalı tesirlerinin Mysia’da ve Bythynia’da daha canlı olarak görebiliriz. Kurban merasimlerinin kabartma halindeki tasvirlerinde buna ait örnekleri bütün canlılığıyla fark etmek mümkündür[68]. Psidia: Elimizdeki belgelerden Psidia bölgesinde Apollon kültünün genellikle önemli bir yerinin olduğu anlamış bulunuyoruz. Yalnız bu bölgede yer etmiş olan bu kültün tarihini, belgelerimizde Roma devrine ait olarak gösterirler. Bu mıntıkanın özel bir durumu da, Apollon’a Atlı tanrı olarak ibadet edilmesidir. Bu özelliği Phrygia’nın Kotiaion şehri ile Lydia’nın Trimnaios şehrinde görmek de mümkündür. Bu atlı tanrıya verilen sıfat Epekoos’tur. Yani genel ve bir Yunan sıfatıdır. Halbuki Atlı tanrı Anadolu’ya has bir özelliktir. Bu da gösteriyor ki, Yunanlılar Pisidia’ya gelip yerleştikleri zaman bu tanrıyı burada bulmuşlar ve onu kendi Apollon’ları ile idantifiye etmişlerdir. Bundan başka Psidia’da gene Anadolu tanrısı olarak kendisine kült icra edilen, Periminundeis’lerin Apollon’u adı verilen bir tanrı daha vardır. Sonradan gelenler buna da Epekoos sıfatını vermişlerdir. Buna karşın vaziyet gösteriyor ki, bu iki yerli tanrı, yani Atlı tanrı ile Periminundeis‘lerin Apollon’unun aynı tanrı olmaları ihtimali akla yakın gelmektedir[69]. Troas: Troas bölgesi, Apollon’a verilen sıfatlar bakımından en çeşitli ve en kalabalığıdır. Fakat bununla beraber, burada çok yayılanı Smintheus sıfatıdır. Ve Apollon en çok bu sıfatla Troas bölgesinde revaç bulmuştur. Killaios, Tymbraios, İlieus, Hekatos gibi sıfatlarla görünen Apollon hususi ve mevzii vaziyettedir. Bu böyle olunca Apollon Smintheus bu bölgenin yerli milli tanrısı halini almış bulunuyor demektir[70].Anadolu’da Apollon kültünü bütün yönleriyle işledikten sonra, Apollon kültünün hangi bölgelerde daha yaygın olduğunu anlamış bulunuyoruz. Aiolis ve özellikle Troas’ta Apollon kültünün fazla revaç görmekte ve hemen hemen bütün şehirlerde bir Apollon kültü göze çarpmaktadır. Bithynia, Mysia ve Lydia’da durum biraz başkaca ve yarı İon yarı Phryg unsuru göze çarpmaktadır. Bu başkalık Phrygia ve Lydia’da daha çok kendini göstermektedir. Yunan Apollon’u bir yerli Phryg tanrısı ile ne kadar birleşmiş olsa, gene de idantifiye edilmiş bir İonia veya Aiolia tanrısı karakterini taşımadığı anlaşılmaktadır. Karia Apollon kültünde de aynı başlıkları görmek mümkündür. Orada da Dorik unsurun tesirini bariz bir şekilde bulmaktaysak da, bu tesirin, yerli kültürün mukavemeti karşısında kırıldığına ve fazla gidemediğine şahit olmaktayız. Psidia ve Pamphylia bölgeleri bambaşka bir karakter arz etmekte ve daha ziyade geç devirlere ait basit bir Apollon kültünü aksettirmektedirler. Bunun sebebini, bu bölgelerin, Helenizasyon yerleşmelerine sahne olmayışlarıyla izah edebiliriz. Pontus ve Paphlagonia’da Apollon kültünün hemen hemen hiç denecek kadar yokluğu, bu memleketlerin Hellenizasyon kaynaşmalarından uzak kalmış olmalarıyla izah edebiliriz. Anadolu’nun asıl enteresan bölgelerinden bir tanesi bilhassa ışık memleketi adını verebileceğimiz Lykia bölgesidir. Bu mıntıkanın diğer Anadolu bölgelerine nazaran hususi bir vaziyeti olduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki Lykia, yer yer sivrilen dağları, derin vadileri ve nispeten limansız sahilleriyle, hele batıda heybetli dağ silsileleri arasında kaybolan İndus (Dalaman Çay) yatağının vahşiliği yüzünden diğer komşu memleketlerle irtibatı hemen hemen kesilmiş bir vaziyette bulunmaktadır. Tabiaten kapalı bir memleket olan Lykia, batı Anadolu memleketleri gibi irtibatı kesecek bir sürü adalardan mahrum olduğundan, bu tecrit edilmiş haliyle, en eski ahlak ve müesseselerini uzun zaman muhafaza etmesi ve yabancı tesirlerin buraya kolayca nüfuz edememesi, hala sanat ve din sahasında burasının tamamen kendisine has bir mahiyet arz etmesinin tabii bir netice olduğu kabul edilebilir. Liykia’da eski ve bütün birlik şehirlerini kapsayan bir tek Apollon kültünün mevcudiyeti mühim ve üzerinde durulabilecek bir nokta sayılabilir. Elimizde ki antik ve klasik metinlerden ve diğer kaynaklardan, mesela, Patara Apollon’unun eksikliğinin Homerik devre kadar uzandığını tespit etmek mümkün olmuştur. Yalnız burada şunu da belirtelim ki, bu Patara Apollon’unun çok meşhur oluşu ve o nispette eksikliği de, bu memlekette yaygın ve Lykia birliğinin müşterek tanrısı haline getirmiştir[71]. Lykia’da sürdürülen Arkeolojik araştırmalar bu tezi gün geçtikçe pekiştirmektedir. Xsanthos, Patara ve birçok anıtları gün ışığına yeni çıkarılıp, Apollon’la Artemis’in anası Leto’nun bölgede büyük yer tuttuğunu açığa vuran Letoon kutsal merkezi bu üç tanrının Anadolu topraklarına ne denli kök saldığını kanıtlar. Lykia yazısının çözümü de bir gün başarılırsa, varsayımlarımızın hepsinin somut bir gerçek olacağı umulabilir. Ama bir başka yönden de bakılınca ışık tanrı Apollon’la Lykia arasında sıkı sıkıya bağlantı kurulabilir. Apollon musa’ların yöneticisi, çalgı ve ezgiyi, şiir ve dansı, kısacası her türlü sanatı esinleyen büyük yaratıcı tanrıdır. İlk çağdan bu yana lirik şiirlerin hepsinde belli bir hava içinde canlandırır, İşte bu hava Liykia’da sezilir, ışıkla dokunmuş, müzikle yoğrulmuş gibi bir şiir havasıdır bu. Gündüz gümüş yaylı tanrıya bir altın taht kuran, gece çatır çatır yıldızlarla birlikte kız kardeşi aya doğru yükselen yalçın dorukları bu hava sarar, ak çöller gibi mavi engine kadar yayılan dalga dalga kumların arasında süzülerek, renk renk çakıllar üstünde çağlayan dereler de satyr’lere, nympha’lara yemyeşil bir yunak olmaktadır. Kıyılarında dolaştınız mı, Debussy’nin müziğini duyar, ağzında kavalıyla bir Pan ya da Marsyas’ın korularda hoplaya hoplaya oynadığını görür gibi olursunuz. Hele Fethiye’nin görkemli kral mezarlarından başlayıp, Kekova, Kaş, Demre, Olympos ve hepsi Anadolu’ya özgü adlar taşıyan daha nice kentler boyunca, her biri birer tapınak gibi karşımıza çıkan, kayalara oyulu ya da denizde yüzen o eşsiz mezarları, lahitleri gördük mü burası Apollon’un ülkesidir demekten alamayız kendimizi[72].

III. D.1. BİLİCİLİK MERKEZLERİ VE KEHANET:

Antik dönemde yaşayan insanlarda, günümüz insanı gibi geleceğini öğrenmek istiyordu. Bunun için de, bugünden farklı olmayan bir şekilde, kahin ve büyücülere danışıyorlardı ya da doğrudan ünlü kehanet merkezlerine, Delphi, Apollon Klaros ve Milet yakınlarındaki Didyma’ya gidiyorlardı. Kehanet merkezi, kehanette bulunmaktan ziyade öğüt ve direktif verir: Nelerin olacağını söylemek yerine, ne yapılması gerektiğini bildirirdi. Kuramsal öğreti yeride değildi. İnsanlar bu merkezlere dini konularda, kent kuruluşlarında, savaşlarda, kıtlık zamanlarında, salgınlarda, depremlerde ve diğer toplumsal felaketlerde başvururdu; fakat evlilik, evlat edinme, iş güç, tarım, aşk meşk, seyahat gibi gündelik kaygılar konusunda da bu merkezlere başvururdu. Doğal olarak birçok saçma soru da sorulurdu: Doğacak çocuğun başkasından olup olmadığı, nerede hazine arana bileceği, yatakları kimin çaldığı, Homeros’un nerede doğduğu, vb. Delphoi yeni koloniler’in nerede ve nasıl kurulacağı gibi konularda, zaman zaman çok isabetli kararlar vermesi bakımından bir tür koloni dairesi, kendinden sonrakiler kadar tarafgir ve güçsüz olan bir tür hakimler kurulu, dini konularda bir konsül derecesindeydi, yinede dogmatik konularda asla yanıt vermezdi, bu rahipler kurulunun işiydi. Ama Pythia kehanette de bulunuyordu: Fokurdayan yarıktan, yükselen buharla kendinden geçer, “hızlı hızlı konuşarak”, tanrının kendisine aktardıklarını naklederdi. Ayrıca rüyalardan en azından tapınak uyurları hayvan ciğerlerinden, kuş uçuşundan, şimşekten, tanrı heykellerinin terinden, atların kişnemesinden, çoğunlukla şerre alamet olan hapşırıktan, kısmet taşlarından kehanette bulunulurdu[73]. Apollon’un esinlendiği ön görme yetisiyle insanlar, kadın ya da erkek “mantis” yani bilici, falcı, kahin olur. Biliciliğin ilk çağda nasıl gerçekleştiğini ve ne büyük bir rol oynadığını tarihçiler anlatmakla bitiremez. Bu sanat, bilicilik merkezlerine tükenmez bir gelir kaynağı olmuştur. Delos övgüsünde Leto, kurak ve karanlık adacığa parlak bir gelecek müjdeler. Bir tanrıçanın ağzından dile gelen bu modern turizm anlayışı Yunanistan’da pek tutunmuş ve Delphoi bu politikayı benimseyerek göz kamaştırıcı bir zenginlik toplamış, öbür bilicilik merkezlerini zamanla gölgede bırakmıştır. Ne var ki bu sonradan olmuş, ilk ve en eski bilicilik merkezleriyse Anadolu’dadır[74]. Boğazlardan başlayarak bütün Ege ve Akdeniz kıyıları Apollon’un bilicilik merkezlerinden bir çelenk ile çevrilmiş gibidir. Bunların kiminin izi silinmiş, Didyma tapınağı gibi, kimisi de akıllara durgunluk veren koca bir anıt gibi dikilir karşımızda. Ama bunları saymakla bitiremeyiz: Troya’nın yanı başında Thybra’lı Apollon tapınağı vardır ki, tanrı orada Helenos’la Kassandra’ya esinlenmiş biliciliği, Laokoon o tapınağın rahibidir (Helenos, Kassandra, Laokoon). Biraz ötede Khryse, Killa, Zeleia var, yerleri pek bilinmeyen bu merkezlerin de önemli olduğu anlaşılır İlyada’dan sonra sırayla bugünde bilinen merkezler: Erythrai, Klaros, Didyma ve tanrının asıl doğum yeri ve yurdu sayılan Patara, bunların arasında daha bir sürü kutsaklar ve Ksanthos(Kocaçay) vadisiyle Pamphylia’ya kadar uzanan bütün Lykia kıyıları vardır. Biliciliğinde bu merkezlerden çıkıp Yunanistan’a yayıldığı hem efsane, hem de arkeolojik bulgularla kanıtlanır. Helenos’la Kassandra bir yana, Miletos’un kurduğu büyük Didyma tapınağı ve onu işleten Brankhos oğulları da bir yana, Erythrai (Ildır) bilicisi Sbylla adıyla dünyaya ün salmıştı. Bu bilicilerin en ünlüsü Herophile, tıpkı İlyada’nın ilk dizelerin de adı geçen Khryses gibi Simintheus Apollon’un tapıcısı bir kadındır. Simintheus ek adı, fare ve sıçan kovan anlamına gelir ve Apollon tanrının “Aleksikakos”, yani kötülükleri def etme gücünü dile getirir. Erythrai bilicisiyse, Anadolu’dan Güney İtalya’ya göçüp orada kent kuran Kyme’lilerin Sibylla’sıyla birlikte ilkçağ dünyasının en ünlü dört kadın bilicisinden biri sayılırdı. O kadarki Raphael Vatikan’daki Sixtina Kilisesinin tavanına yaptığı freskin bir köşesinde Erythrai, bir köşesinde Cumae Sibylla’sını oturtmuştur. Herophile adlı Sibylla, Pausanias’a göre, İda’lı bir nympha’nın kızıymış. Bütün bunlardan anlaşılan şu ki, Apollon tanrıyla ilgili bilicilik Anadolu’dan çıkmış ve yayılmıştır. Kalkhas ve Mopsos gibi efsanelik kişilerin serüveni de aynı gerçeği kanıtlar[75]. Yunanistan da Delphoi merkezinin kuruluşuna kadar efsaneden de aynı sonucu çıkarmak mümkündür. Delos’lu Apollon övgüsünden sonra ve onun etkisiyle yazılmış Delphoi’li Apollon övgüsünde şu efsane anlatılır: Apollon doğar doğmaz, başının üstünde kuğu kuşları uçuşmaya başlamış, tanrı Zeus’da oğluna kuğuların çektiği bir araba, başına bir altın külah ve eline de bir rebap vermiş, gidip Yunanistan’da bir tapınak kurmasını buyurmuş. Ama kuğular onu Hyperbore’liler ülkesine uçurmuşlar. Orada bayram ve şenlikler içinde yaşamış, sonra Yunanistan’a gelmiş. Önce Boiotia’da Telphusa pınarının yanı başında kurmak istemiş tapınağını, periden izin alamayınca (Telphusa), Korinthos körfezinin kuzeyinde, Parnasos dağının eteğinde yer yer ormanlarla örtülü yemyeşil bir ovaya inmiş, burada tanrıça Themis’e adanmış bir sunak varmış, tanrıça kehanet verirmiş o sunakta. Ne var ki bölgeyi bir ejder kasıp kavurmakta, Python denilen bir canavar ekinlerin hepsini yok etmekteymiş. Efsaneye göre bu ejderi Hera salmış Leto ve çocuklarını başına. Apollon Python’u öldürür ve büyük bilicilik merkezini de ejderi öldürdüğü yerde kurar. Pytho diye anılan bu merkez sonradan Delphoi adını almıştır. Tanrı canavar da olsa bir cana kıydığı için arınmak zorunda kalmış, bir süre Thesalya’da Admetos’a sığırtmaçlık etmiş; başka bir anlatıma göre Admetos’un yanındaki uşaklığı Kyklops’u öldürdüğünden dolayıdır; dönüşünde Pytho yarışmalarını kurmuş. Delphoi tapınağında dünyanın göbeği sayılan bir çukurun üstüne bir üç ayak yerleştirilmiş, tanrının bilici kadını Pythia bu üç ayak üstüne oturarak ve çukurdan yükselen gazlarla kendinden geçerek fal vermiş. Bu falcılık, bilicilik sanatıyla Delphoi tapınağının ne hazineler topladığı dillere destan olmuştu[76]. Pythia tıpkı Sibylla gibi tanrı sözlerinin ya da buyruklarını insanlara Homerik destanların vezni olan hexemetron ile aktarır. Bu vezin ise Dakyl’ler ve Kybele kültüyle ilişki görünmektedir. Bu nokta birde Delphoi’in dünyanın göbeği sayılması ve omphalos kavramıyla Kybele kültüne özgü bir motifi benimsemesi, Anadolulu Apollon’la Anadolulu Ana Tanrıça ile bir bağ kurmayı esinler. Kaldı ki anası Leto ve kız kardeşi Artemis de doğrudan doğruya Kybele ile bağlantılıdırlar[77].

III. D.2 SANATTA APOLLON

Yunan Pantheonun’da önemli bir yeri olan Apollon şüphesiz ki Yunan sanatında ve Anadolu’daki tasvirleriyle seramikler, heykeltıraşlık eserleri, kabartmalar, sikkeler ve tapınak mimarisinde önemli bir yere sahiptir. Her tanrı’da olduğu gibi Apollon’da sanatta belli bir tarz ve şekilde betimlenmiş ve Yunan Sanatında önemli bir yeri oluşturmuştur. Bazen kardeşi Artemis ile betimlenen Apollon’un, aletlerden ok, yay, lir ve kithara; hayvanlardan kurt, yunus balığı (resim.37), kuğu, karga (resim 32); bitkilerden defne (resim 31), palmiye ve zeytin ağacı tanrının simgeleridir. Şimdi Apollon’un sanatta nasıl tasvir edildiğinin ayrıntılı bir şekilde inceleyelim. Apollon François vazosundaki tanrılar alayında Hermes’le birlikte betimlenmiştir, Hermes arabayı kullanırken uzun bir khiton giymiş olan sakalsız Apollon, yanında durmuş kitharasını çalmaktadır. Bu Apollon’un antik sanatta en sık rastlanan halidir. Arkaik betimlerde zaman zaman sakalsız olduğu görülür; tıpkı 650’lere tarihlenen bir Melos amphoras’sında ya da François Vazosunun Troilos frizinde olduğu gibi. Klasik ve daha sonraki dönemlerde her zaman sakalsız olmuştur ve genç erkek güzelliğine bir örnek olarak çoğunlukla çıplak betimlenmiştir (resim 29–31–41–42–43). Kithara ve bazen de lyra (resim 44) onun en sık görülen atribütleridir[78]. Hem siyah, hem de kırmızı figürlü vazolarda genellikle Artemis ve Leto’nun arasında, ya da beraberinde mousa’larla, kitharasını çalarken görülür. Bu sahnelerin anlatımcı içeriği olmasa da yumuşak huylu ve mantıklı olan bu tanrı için çok kullanılan “aşırıya kaçmayan” deyişini temsil ederler. İyi bir nişancı olan Apollon, diğer doğası ile çok bilinen ve kız kardeşi ile ortak atribütü olan yay aracılığıyla ölüm ve yok etmeyi sembolize eder. Yay ile betimlenen bağımsız Apollon heykelleri (resim 43), 6.yüzyılın ortalarında itibaren var olurlar. 4.yy bronz orijinalinin bir kopyası olan Apollon Belvedere (resim 41), en tanınmış örneklerinden biridir. Tityos’un ölümü betimlemelerin çoğunda, Apollon ve Artemis yaylarını kullanırken görülür. Aptalca kendi soyunu öven ve Leto’yla alay eden Niobe’nin çocuklarını katledende yine onların yaylarından çıkan oklardır. Bu mitosu anlatan bir sahneye, 550’lere tarihlenen siyah figürlü bir Attika amphorası üzerinde rastlamak mümkündür. Ne var ki aynı sahne, ancak bir yüzyıl sonra, bir duvar resminden etkilendiği kesin olan kırmızı figürlü bir kraterde karşımıza çıkar (Resim 29). Mitos, Olympia Zeus Tapınağında Phidias’ın yaptığı ve bazı bölümlerine ait kopyaların bulunduğu tahtın frizinde konu edilmiştir. 5.yüzyılın ortalarından günümüze ulaşan ve ölmekte olan Niobitleri betimleyen heykeller olasılıkla bir alınlık gurubuna aitti. 4.yüzyılda ise mitos, Güney İtalya vazolarında konu edilmiştir. Üçayaklı kazan ve geyik yavrusu (resim 31), antik sanatta Apollon’un en sık rastlanan atribütleridir. Üç ayaklı kazan, tanrının Delphi’deki kehanet merkezi ile bağlantılıdır ve Herakles çoğu zaman onu çalmaya çalışırken betimlenir (Resim 27–31–34). Bu mitosun anlamı pek kesin değildir, zira eldeki yazılı kaynaklar daha geç bir döneme aittir ve mitos ile çelişirler. Ama öyle anlaşılıyor ki Herakles, üç ayaklı kazanı, kendi kehanet merkezini kurmak amacıyla çalmak ister ve Delphi’de karşılaştığı ters bir davranış bu hareketine yol açmış olabilir. Mitosun en erken betiminde, Olympia’dan, 8. yy.’ a tarihlenen bronz bir üç ayaklı kazanın ayağı üzerinde rastlanır. Paestum’da, 6. yy’ın ortasından bir metop kabartmasının ve Delphi’deki Siphnoslular Hazine binası’nın doğu alınlığının’da konusu olmuştur. En revaçta olduğu dönem ise 6. yüzyılın son çeyreğiyle 4. ilk çeyreği arasında, Attik siyah ve kırmızı figürlü vazolar üzerindedir. Vazolar üzerinde çoğunlukla Artemis, kardeşi Apollon’a yardım ederken Herakles’in hamisi Athena da onun arkasında durmaktadır (Resim 34). Bu aslında, Attik siyah ve kırmızı figürlü vazolar yer alan en bilindik Herakles sahnesidir. Geç 6. yüzyıldaki kalkan şeritlerinde, bir Khalkis skyphos’unda ve siyah figürlü Boiotia vazolarında, 4. yüzyılda ise birkaç Lucania ve Apulia vazosunda konu edilir. Apollon ve Herakles’in bir geyik için dövüştükleri benzer bir sahne, 6. yüzyılın ikinci yarısından birkaç Attika vazosunda (ve belki de daha erkene tarihlenen birkaç kalkan şeridinde) yer alır.[79]. Mitolojilerden, niteliklerinden, sanattaki işlenişinden ve Anadolulu özelliklerinden anlaşılacağı üzere Apollon Anadolu’da doğmuş ve Yunan kültürünün etkisiyle gelişmiş bir tanrıdır. Zeus’un oğlu olan bu tanrı Yunan kültüründe önemli bir yere sahip olduğu gibi Anadolu’nun da çeşitli bölgelerinde tapınım görmüştür. Troya savaşında Troya’lıların yanında kardeşi Artemis ile savaşan ve özellikle batı ve güney Anadolu’da adına birçok tapınak yapılan bu tanrıyı bu çalışmamızda doğuşu, önemli mitolojileri, nitelikleri, Anadolu’daki önemi gibi konu başlıkları altında ele aldık. Sonuç olarak Apollon, Anadolulu kökenleriyle Yunan toplumunda kendisine önemli bir yer edinmiştir. Apollon’un Hitit yazıtlarında geçen “Apullunas” ismi, Annesi Leto ve kardeşi Artemis’in Anadolu’daki Kybele tanrıça ile bir tutulması Apollon’un Anadolulu özelliğini kanıtlıyor olabilir.

IV. SYMRNALI HOMEROS HOMEROS VE SYMRNA

Homeros adı İ.Ö. 7. yy dan beri bilinmekte İyonya filozofları, şairleri, tarihçiler ondan söz eder(bkz. Resim41). Tarihçi Herodotos (İ.Ö. 450) Hesiodos ve Homeros Yunan dinini ve efsanesini kurdular. “Onlar benden 400 yıl önce yaşadılar” der. Platona kadar Homeros’u anmayan tek bir yazar yok gibidir. İlyada ve Odysseia’nın bir çok sahneleri 7.yy dan beri vazo resimlerine konu olmakta, bu destanlar İyonya da olduğu gibi Yunan yarım adasında da tanınmaktadır. Platona göre de Homeros, Yunan dünyasında tüm inanışların babasıdır. Platon Homeros’un okulunda yetişmiş ancak bu eğitime başkaldıran da kendisi olmuştur. İlkçağ filozofları, İskenderiye, Bergama, Miletos, Roma, Bizans bilginleri Homeros’un nerede ve nasıl yaşadığını araştırmaya girişmişler; elde ettikleri bilgilerle birçok “Vitalar” (yaşam öyküleri) yazmışlardır (Resim: 42). İ.S 5yy da “edebiyat üzerine el kitabını yazan proklos, Homeros kimin oğluydu, nerede yaşadı, nerede doğdu? Bunu açıklamak kolay değil amma, İlyada ve Odysseia’nın yazarı olup olmadığı hakkında eski çağlardan bu yana çeşitli fikirleri ileri süren ve onun kör olduğunu bile iddia edenlere dünyada Homeros kadar çok şey gören biri var mı? Ona kör diyenlerin kendileri kördür der. Proklos’a hak vermemek mümkün değil. Homeros’un gelişen olaylarla ilgili yaptığı doğa benzetmeleri ve çeşitli konularda verdiği ince ayrıntılar karşısında, ona kör demek olası görülmemektedir (Resim 43). Ancak yaşısın ilerlemesinden dolayı görme yetisini kaybettiğini söyleyebiliriz. Kaynaklara göre Homeros’un babası Maion’muş. Meles ırmağı kenarında doğduğu için Melesigenes lakabını almış. Bu ırmak İzmir’deki kemer köprüsünün altından geçen çaydır. Nitekim Heksametron vezniyle yazılmış olan şu iki mısra, onun İoniada özellikle de İzmir dolaylarında yaşadığını ifade etmektedir. eipa poles dierixouoin peri rixan omhrau emurna rodos kolofvn ealamin cios argos athnai İzmir, Rodos, Kolophon, Sakız, Salamis, Argos, Atina şehirleri Homeros’u paylaşamıyorlardı. Bu ifade destan şairinin anavatanının, Yunanistan ile adalardan çok Anadolu’nun İonia bölgesi olduğu kanısını kuvvetlendirmektedir. Çünkü sayılan bu yedi kentten 4 tanesi Anadolu’dadır. Şiir’in Aiolik ve İonik unsurları bir arada taşıması Aiol ve İon bölgelerinin kesişme yeri olan Smyrna (İzmir) olması ihtimalini güçlendirmektedir(Resim 44 ). Frederic-August Wolf adlı bir Alman bilgini 1795 yılında yayınladığı “Prologomena Ad Homerum” Homeros sorunu adlı eseriyle Homeros destanlarının bir bütün olmadığı, Homeros isimli bir şairin yaşamadığı fikriyle bilim dünyasını alt üst etti (Resim 45). Ancak yapılan araştırma ve kazılar sonucunda Homeros’un bahsettiği Troia kenti ile İzmir Bayraklı Tepekule’de M.Ö. 3000 yıllarına giden Smyrna adlı gelişmiş bir kentin varlığı ortaya çıkarılmıştır. İlyada ve Odysseia’nın sözlü bir geleneğin ürünü olduğu muhakkaktır. Kulaktan kulağa anlatılarak gelen bu destanların üç asır sonra yazıya dökülmesi gayet doğaldır (Resim 46). Ünlü yazar Strabon şöyle der “Homeros Smyrna’lılar tarafından çok sevilirdi. O kadar sevilirdi ki adına bir mabedi inşa edilmiş hata Smyrna’lılar Homeros adına sikkeler basmışlardır” der[80]. Şehirden şehre dolaşan halk şairleri (Homeridai – Rhapsodos) yılın belirli günlerinde Homeros’un manzumelerini tekrar ederlerdi. Solon (M.Ö. 660 ta) çıkarttığı bir kanunla her Rhapsodos diğer bir Rhapsodos’un bıraktığı yerden başlamak zorundaydı. Peisistratos (M.Ö. 561 – 527) destanları toplatıp düzeltti. İlias (İlyada) Troia savaşının yapıldığı İlios ve ilion şehirlerinin destanı anlamına gelir. Latince karşılığı İliumdur bu da Troia’daki kalenin adıdır. İlyada destanı M.Ö 720 de düzenlenmiş olup her bir bölümü eski Yunanca harfle belirlenerek 24 bölüm halinde düzenlenmiştir. Toplam 16000 mısradır. Troya savaşının dokuzuncu yılında tam 51 günlük bir süreyi anlatır. M.Ö 670 yılını anlatan Odysseia İtaka kralı Odyseseus’un Troya savaşı dönüşü başından geçen olayları anlatır. 24 bölüm halinde 12000 mısradır. Odysseia içinde şu beş destanı içerir. 1-Telemakhe 2- Kalypso’nun adasında 3- Phaiak’ların ülkesinde 4- Odysseus’un serüvenleri 5- İthake’de. 7.yy sonlarında Homeros destanları İyonya’dan Yunanistan’a getirilmiş; Atina’nın en büyük bayramı Panathenaia yortularında yalnız Homeros destanları okunacağı karar altına alınmış ve böylece Homeros Atina’nın din ve devlet eğitimine girmiştir[81]. Kralların saraylarında bayram günleri ve akşam yemeklerinde bu kahramanlık destanları Iyra (rübab) eşliğinde okunurdu. Homeros destanlarının yazıya geçmesiyle destanların konusu olan mythoslar da çoğalır. Yeni anlatım ve ezgilerle zenginleşen mythoslar ezgilerde, övgülerde başlıca konu olurlar (Resim 47).

V. SİKKE KULLANIMI VE BASIMI TEKNİĞİ:

V.A. SİKKELERİN ORTAYA ÇIKIŞI:

İnsanlar henüz yerleşik düzene geçmeden önce kendi gereksinimlerini kendileri karşıladıkları için para gereksinimi duymuyorlardı. Ne zamanki insanlar yerleşik düzene geçtiler (Neolitik) malların değerinin saptanması veya diğer eşyaların karşısındaki değerlerinin saptanması gerekti. Ve gereksinim sonucu takas (tranpa/barter) yöntemi doğdu. Değiş tokuş, yani barter, malın malla değiştirilmesidir. İlkel toplumlarda bu yöntem toplumun gelişmesine paralel olarak değişti. İlk zamanlar tahıl ürünleri, hayvanlar, aletler vs. gibi mallar para mantığı ile kullanıldı. Para gibi aracı olarak kullanılan bu malları korumak, istenildiğinde hemen ortaya koymak, gerektiği kadar parçalara bölmek, bir yerden bir yere taşımak güç olduğundan zamanla yalnızca madenler para gibi kullanılmaya başlandı. Doğal olarak bu gelişmeler sonucu altın ve gümüş az bulunurluğundan, bozulmadan saklanabilmesinden, değerlerinde azalma olmadan kolayca bölünebilmesinden dolayı ön plana geçti. Arkeolojik kazılarda ele geçen yazıtlar, MÖ. 3.binyıl sonralarında Yakındoğu'da kullanılan değişim aracı konusunda bilgiler verir. Sümer ve Asur kültürlerine ait tabakalarda yapılan kazılarda ufak gümüş parçaları veya kesilmiş ya da kırılmış gümüş takılardan oluşan defineler elde edilmiştir. Bu buluntular bu gün elimizde olan yazıtlarla paralellik gösteren en erken dönem kanıtlarıdır. MÖ. 3. binyıl sonunda, III. Ur Sülalesi döneminde zengin bir Sümer şehri olan Nippur'da ele geçen çivi yazılı tabletlerde ödünç alıp verme ile hububat yada hayvana dayalı ödeme şeklinin yanı sıra en çok ''gümüş şekel''den söz edilir. Gümüş ve altın başta olmak üzere madenlerin takas aracı olarak kullanılmasının bir başka sebebi ise doğa şartlarından etkilenmemesi idi. Hayvan veya hububat kuraklık, hastalık gibi doğal olaylardan fire verirken madenlerin böyle bir sorunu yoktu. Ege dünyasında altın ölçüm birimi, ufak bir parça, bir çubuk veya bir yüzüktü. Ağırlığı yaklaşık 8,5 gr. kadardı. Bu da bir öküze bedeldi. Bu devirlerde maden takas aracı olarak kullanılsa da yine de referans olarak hayvan (öküz) kullanılıyordu. Homeros'un anlattığına göre Akhilleus, arkadaşı Patroklos onuruna düzenlediği cenaze töreni oyunlarında kazananlara verilmek üzere çeşitli ödüller koyar. Koşu yarışında ilk ödül gümüş bir kaptı. İkinci ödül büyük ve yağlı bir öküz, üçüncü ödül ise yarım altın talantondu. Başka bir örnekte: öküzün MÖ. 12.yy.da Homeros'un Akhaların standart bir değer ölçüsü olmasıyla ilgili olarak, Troia ovasında karşılaşan Glaukos ve Diomedes'in silahlarını değişmesi ''......Ama Kronosoğlu Zeus, tam o sıra, Glaukos'un aklını başından aldı, Tydeusoğlu Diomedes'le değişti silahlarını: altını tunçla değişti, yüz öküzlük silahı dokuz öküzlük silahla........''' Latince para anlamına gelen pecunia sözcüğü, hayvan anlamına gelen pecus'tan türemiştir. Fakat şunu da biliyoruz ki Homeros döneminde artık sığır ile ödeme yoktu. Yukarıdaki bölümden de anlaşıldığı gibi sığır doğrudan doğruya para olarak değil değer ölçüsü olarak kullanılıyordu. Sikkeden önce para yerine kullanılan altın, bakır, gümüş çubuk veya külçelerdi. Asurlar bu düşünceyi MÖ.8.yy da biraz daha geliştirip metal külçeleri disk biçiminde yaptılar. Bu disklerin üstünde Kral Barrekub'un adı yazılıdır ve Zincirli kazılarında çıkarılmıştır. Bu düşünce yapısı daha gelişerek Heredot'dan öğrendiğimize göre Anadolu’nun batısında Lidya'da Sikkeye dönüştü. Sikke, ağırlığı ayarlanmış, kendisini darbedip tedavüle çıkaran ve üzerinde, istendiğinde tekrar geri almayı taahhüt eden yetkili idarenin ya da devletin arma veya işaretini taşıyan yuvarlak, ufak bir metal parçasıdır. Ödeme aracı olarak kullanılan sikke ile para arasındaki fark, her sikkenin bir para olduğu buna rağmen her paranın sikke olmadığı şeklinde açıklanabilinir. Çünkü sikkeden önce para vardı. Tahıl ürünleri hayvanlar, aletler, üçayaklı kazanlar, baltalar, metaller vs. hep para olarak kullanılıyordu. Sikke bu çeşitliliğe bir son verip, standart bir şekilde işlem görmeyi sağlamıştır. Batı Anadolu'da MÖ. 7.yy ın ikinci yarısında icat edilen sikke, kısa bir zamanda Ege ve Akdeniz dünyasına yayılmıştır. İlk sikke aristokrat kesim tarafından Lidya'da basılmıştır. Lidya krallığı sikke basımını ele alıp belli bir düzene soktuktan sonra Batı Anadolu'daki kent-devletler bu sistemi benimsemişlerdir. İlk sikkeler günlük alışverişten veya ticaretten ziyade askerlerin maaşlarının ödenmesi için basıldı. Sikkenin ortaya çıkması her ne kadar Lidya Krallığı içinde olmuşsa da, ona kimlik ve kullanım alışkanlığı kazandıran, başka deyişle model oluşturan batı Anadolu'daki Ionia bölgesi kentleri olmuştur. Bu kentlerin bazıları Yunanistan'dan gelenlerce kolonize edilmişler ve bu yüzden de Grek kültürünün nüfusu altında gelişmişlerdir. Bu nedenle Arkaik, Klasik ve Helenistik çağlarda, Cebelitarık Boğazından Kuzey-batı Hindistan'a kadar Akdeniz dünyasında basılan çeşitli sikkeler ''Grek Sikkeleri'' terimi altında ele alınır. Tabi ki bu tanım tam olarak doğru değildir. Bu denli büyük bir yeryüzü toprağında yaşayan toplumların kendilerine özgü kültürleri ve yaşam biçimleri vardı. Bastığı sikkeler aynı modele göre olmasına rağmen her şeyden önce kendi sikkeleri idi. Fakat dünyada nümismatlar ve diğer ilgili kişiler tasnifi, katalogların hazırlanması ve alanı biraz daraltmak için Pers, Parth, Kartaca, Fenike, Nabati gibi Grek olmayan, fakat az ya da çok Grek kültürü etkisi altında kalan devletlerin sikkelerini de ''Grek Sikkesi'' adı altında ele alır. Sikkenin alım gücü şüphesiz metalin cinsine bağlıdır. Fakat böyle bile olsa o zaman da enflasyon vardı. Ve sikkeler alım güçlerini yitiriyorlardı. MÖ. 5.yüzyılın sonlarında, bir gurup yazıtta Atinalı devlet adamı Alkibiades ve diğer bazı kişilerden haciz yolu ile alınan eşyaların satışları ve fiyatları hakkında bilgi edinebiliriz. Alkibiades'in eşyaları arasında bulunan bir koltuk, 2 drahmi bir obol (basit bir iskemle) ise 1 drahmi ediyordu. MÖ. 5. yy sonlarında bir kölenin fiyatı, erkek 179 drahmi, kadın 178 drahmi, çocuk 72 drahmi idi. Aynı dönemde Atina'daki Erekhteion tapınağında çalışan mimar ve taş ustası günde 1 drahmi alıyordu. MÖ.6.yy. Solon zamanında bir koyun 1 drahmi iken, MÖ. 5.yy da 12- 17 drahmi arasında olduğunu biliyoruz. Kıtlık zamanında MÖ. 329–328 de Eleusis'te bir koyun için 30 drahmi ödeniyordu. MÖ. 4.yy da güzel bir fahişenin fiyatı ise 3.000 drahmi idi. Aynı yüzyılın ortalarında ise bir kişinin günlük ihtiyacını karşılaması için 3 obol yeterli olurdu. Fikir vermesi açısından örnek olarak Attika ağırlık sistemini incelememiz de yararlı olacak kanısındayım.

V.B. SİKKE BİRİMLERİ VE AĞIRLIK ÖLÇÜLERİ:

Dekadrahmi = 10 drahmi: 43 gr.
Tetradrahmi = 4 drahmi: 17,2 gr.
Didrahmi = 2 drahmi: 8,6 gr.
Drahmi = 6 obol: 4,3 gr.
Tetrobol= 4 obol: 2.85 gr.
Triobol= 3 obol: 2.15 gr.
Diobol = 2 obol:1.43 gr.
Trihemiobol=1,5 obol: 1.07 gr.
Obol= 0.72 gr.
Tritartemorion=3/4 obol:0.54 gr.
Hemiobol=1/2 obol: 0.36 gr.

Sikkenin üzerinde basıldığı yörenin, ulusun, şehrin, şehri koruyan tanrıların veya bitki ve hayvan figürleri bulunur. Sikkenin üzerindeki yazılara ''lejand'' denir. 'Lejand'' ise okumak anlamına gelen latince legere'den gelmektedir. Sikke lejandları bize aşağıdaki bilgileri verirler: 1. Sikkeyi basan halkın veya hükümetin adını, 2. Sikkeyi basımından sorumlu magistrate (memurun) adını, 3. Sikke tipini açıklayıcı bilgiyi, 4. Sikke kalıpçısının adını, 5. Tarih, 6. Birim. Sonuç olarak, sikkelerin geçmiş kültür ve uygarlıkların tarihsel, dinsel, askeri, sosyal ve kültürel yapıları ile yaşantıları hakkında bizlere ışık tuttuğunu ve sikkeyi basan devlet, toplum veya kişilerin özelliklerini yansıttıklarını söyleye biliriz. En fazla kullanılan ağırlık ölçüleri, esas birimleri ve kullanıldığı yerlerle birlikte aşağıda gösterilmiştir. Aigina:12,2 gr.lık stater (didrahmi). Drahmi ve daha ufak birimler mevcuttur. Aigina, Sikyon, Elis ve Peloponnesos'daki diğer yerlerde: Boiotio, Thessalia, Phokis ve Lokris'te: güney Ege adalarında ve Girit'te: Kamiros ve Knidos'ta. Akha:8 gr.lık stater. Drahmi ve triobol aly birimleri mevcuttur. Peloponnesos'tan giden Akhaların kurdukları Güney İtalya kolonilerinde kullanıldığı için bu adı almıştır. Attika:17,2 gr.lık tetradrahmi. Drahmi (4,3.gr) ve obol (0.72 gr.) al birimleri basılmıştır. Atina, Euboia, Khrenaika ve Büyük İskender tarafından kullanılmıştır. Euboia:17,2 gr.lık tetradrahmi. Trite ve hekte alt birimleri vardır. Attika sistemine dahil olduğu MÖ. 6.yy. sonlarına kadar Euboia'da: Khalkidike ve Sicilya'daki Euboia kolonilerinde(Himera, Naksos, Zankle), Samos'ta Fenike: 7 gr. şeker. Sidon, Tyre ve byblos'ta kullanılmıştır (Phoinike) Khios:/ 15,6 gr.lık tetradrami. Drahmi ve diğer alt birimleri vardır. Rhodos: Khios, Rhodos, Ainos ve MÖ. 4.yüzyılda Küçük Asya'da yaygın olarak kullanılmıştır. Korinthos: 8,6 gr.lık stater ( = her 2,9 gr. ağırlığında üç drahmi ). Korinthos, Ambrakia, Leukas ve kuzey-batı Yunanistan'da kullanılmıştır. 2 Attika drahmisine eşit olup, ağırlık ölçüsü Euboia ağırlık ölçüsünün yarısı kadardır. Lydia:14,1 gr.lık stater. 1/96'ya değin inen elektron alt birimleri basılmıştır. Ionya'nın güneyinde (Miletos, Ephesos, Khios vs.) elektron sikkelerde: Lindos, Melos gümüş sikkelerinde kullanılmıştır. Lykia: 8,3–8,6 gr.lık stater (Lykia'nın batısında): 9,5–10 gr.lık stater Lykia'nın orta bölgesinde. Miletos:14,1 gr.lık stater. 1/96'ya değin inen elektron alt birimleri basılmıştır. Ionya'nın güneyinde (Miletos, Ephesos, Khios vs.) elektron sikkelerde: Lindos, Melos gümüş sikkelerinde kullanılmıştır. Pers: 8.35 gr.lık altın dareikos, 5.35 gr.lık gümüş siglos (MÖ.5. yüzyılda 5.55 gr.a yükseltilmiştir. Altın: Lydaia, Persia, Lampsakos'ta: gümüş: Lydaia, Persia, Anadolu'nun güneyi, Kıbrıs'ta (çift siglos). MÖ. 4.yüzyılda Abdera ve Maroneia'da yaygın olarak Batı Anadolu'da kullanılmıştır. Pers sistemi, Kroisos'un Lydia sisteminden alınmıştır, fakat ağırlıkta biraz farklılık vardır. Phokaia: 16,1 gr.lık elektron stater ve alt birimler (özellikle hekte) basılmıştır. Phokaia, Lesbos ve Kyzikos'ta kullanılmıştır. Samos: 13.1 gr.lık tetradrahmi. Triobol ve daha ufak alt birimler de basılmıştır. MÖ. 5.yüzyılda Samos'ta kullanılmıştır.

VI. KALIP VE MAGİSTRATE İLİŞKİSİ:

Bazı magistrateler aynı ön yüz kalıplarını kullanmışlardır. Sikkelerin darbı sırasında darbeye daha çok maruz kalan arka yüz kalıbı değiştirilirken ön yüz kalıbı aynı kalır (Levha 8). Buradan hareketle yaptığımız bu çalışmada kalıp karşılaştırmaları yapılırken bazı sikkelerde, aynı ön yüz kalıbı kullanılmasına rağmen değişik magistrate isimlerinin bulunduğu farklı arka yüz kalıplarına rastlanmıştır. Bir başka değişle aynı ön yüz kalıbını kullanan iki ya da üç değişik magistrate ismi görülmüştür. Bu durum ön yüz kalıplarının değiştirilme vakti gelmeden, değiştirilmesi gereken arka yüz kalıplarının yenilenmesi sırasında, eski isimlerin yeni isimlerle değiştirildiğini göstermektedir. Muhtemel arka yüz kalıbı değiştirilirken önceki yetkili memurun görev süresi sona ermiştir. Homereion sikkeleriyle ilgili ilk ve en detaylı çalışmayı 19. yüzyıl başlarında J.G. MİLNE yapmıştır. MİLNE bu sikkelerdeki ön ve arka yüz tasvirlerini devir özelliklerine göre ayrıntılı bir şekilde sınıflandırarak tarihlendirmiştir. Bu tarihlendirme günümüzde bazı ufak nüanslarla geçerliliğini sürdürmektedir. Yaptığım çalışmamda MİLNE’ nin ve M. Tevfik GÖKTÜRK’ ün yapmış olduğu çalışmaları baz alarak tasniflendirmeyi uygun buldum MİLNE’ ye göre bu sikkeler aşağıda görüldüğü gibi gruplandırılabilirler.

VIII: Dönem----------------------------------------------M.Ö. 190–170
IX: Dönem--------------------------------------------- M.Ö. 170–145
X: Dönem----------------------------------------------M.Ö. 145–125
XI: Dönem--------------------------------------------- M.Ö. 125–115
XII: Dönem--------------------------------------------- M.Ö. 115–105
XIII: Dönem----------------------------------------------M.Ö. 105–95
XIV: Dönem--------------------------------------------- M.Ö. 95–85
XV: Dönem----------------------------------------------M.Ö. 85–75

Yapmış olduğum çalışmada MİLNE’nin gruplara ayırdığı Magistrate isimlerinden de bulunmaktadır. Ayrıca bu çalışmada MİLNE ve M.Tevfik. GÖKTÜRK’ün çalışmalarının dışında kalan yeni Magistrate isimlerine de rastlamış bulunmaktayım. Magistrate isimleri başlangıçta yalın yazılırken daha sonra bu isimlerin yanına bazı harfler ilave edilmiştir. Zamanla bu harflerin yerini monogram şekilli harfler, daha sonra ise detaylı bir veya iki monogram almış, magistrate isimleri bazen çift isim olarak görünür olmuştur. Magistrate isimleri genellikle Homer figürünün önünde ve yukarıdan aşağıya doğru yazılırken, çift isimli örneklerde nadir olarak ikinci ismin, figürün altında soldan sağa doğru yazıldığı saptanmıştır. Bazı sikkelerin arka yüz kalıbı incelendiğinde farklı arka yüz kalıbı olmasına rağmen aynı isim veya monogramı taşıyan Magistrate isimleri ile karşılaşılır. Bu durum henüz yıpranmamış olan ön yüz kalıbının değiştirilmeden eskimiş olan arka yüz kalıbının değiştirildiğinin ve bu sırada o yetkili memurun halen görevde olduğunun kanıtıdır. Bazı Magistratelerin ikinci hatta üçüncü ön yüz kalıbı kullandıkları görülmektedir. Bu da bize o yetkili memurun ikinci, üçüncü ve muhtemelen daha fazla ön yüz kalıp serileri kullandıklarını gösterir. Arka yüz kalıbına nazaran daha az değiştirilen ön yüz kalıplarının çoğunluğu, aynı zamanda o yetkili memurun uzun süre sikke bastığı yani halen görevde olduğunun kanıtıdır. Arka yüz kalıbı bozuk ve tek harfi bile okunmayan Magistrate isimleri için kalıp ilişkileri fikir verebilir. Çünkü Magistrate ismi okunmayan bir sikkenin ön yüz kalıbı ile Magistrate ismi belli bir sikkenin ön yüz kalıbının birbiri ile aynı olduğu durumda, akla ilk gelen yukarıda izah edildiği gibi bu iki sikkenin aynı Magistrate ile bağlantılı olduğudur. Yani her iki sikkeyi de aynı Magistrate bastırmış olmalıdır. Böylece adı bozuk olan bazı sikkelerin de Magistrate isimleri hakkında tahminde bulunabiliriz. Symrna Homerion definesindeki değişik

Magistrate isimleri: A AKLEIDHS ALEXIWN APOLLODWROS APOLLONIOS SHPIA ARISTAGORAS ARRIDAIOS ARTEMIDOROS ARCIAS B BOULARCOS D DIOGENHS TOU DIODOROS FANAGOROU DIONUSIOS DWROQEOS E EKATWNUMOS HFAISTIWNOS EPIKRATHS ERMAKRAT EPMAGORAS ERMIPPOS ERMOGENHS ERMOGENHS TIRIKKAS ERMOKLHS PUQEOU EUDWROS EUMHLOS EUMHLOS ITPU EUMHLOS IWPUROU H HRAKLEI DHS HRQIDHS NAKOUS Q QARSUNWN QEOTIMOS QERSIPPOS I IASWNIASONOS IHNIS IKESIOS IWTIWN K KALLISTRA KATWNUMOS FAISTIWN KWNWN M MENEKRATHS MENEKRATHS EFLIS MENEKRATHS KEFALIWNOS MHNODOTOS MHTRODWROS PASIKRATOU MOSCOS MOSCOU N NIKIAS LEPROS P PASIKRATHES POLLIS POSIDEOS MOSCOU PURROS S SARAPIWN SHMAGORAS SHMAGORAS TOB F FANOKRATHS Milne ve M.Tevfik Göktürk’ün belirttiği Magistrateler dışında bu çalışmada ortaya çıkan Magistrate isimleri şöyledir. EKANPIBAL --TRAOH MHTRODOROS -HNATORAS -HNODWROS KATWMUMOS MIZTIWNOS MENEKRATHS -RIOST MNHOFILOS KRABAUS RIN DHMHTRI DIOGENHS ATRODOROS KATALOG


SMYRANA HOMERİON SİKKELERİ:

1: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyimli, aralıksız sandalyede dik oturur vaziyette, başı hafif öne eğik, sağ bacağı dizinden bükülmüş ve sol bacağından geride parmaklarının ucuna basar şekilde, sağ eli ile şiirlerini yazdığı kağıt rulosunu tutan Homeros baş sola dönük arkasında uzun bir asa mevcuttur. Magistrate (sikke memuru) adı olarak ----ENHS adını okuyoruz. Olası ihtimalle sikke basımında görevli bu memurun tam adı ERMOG[ENHS] yada DIOG[ENHS] TOU olmalıdır ve IMURNAIWN kent ismi okunmaktadır. Envanter No: 1865.288/50 Çap: 2.00 Ağırlık: 7,56 Müzeye geliş tarihi: 1.1.1969 Müzeye geliş şekli: Hamza Selçuk’tan (Satın alma yoluyla)

2:ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Enseden boyuna doğru sarkan saçı lüleli biçimdedir. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Magistrate adı olarak ---ROQ[EOS] adını okumaktayız. Bu Magistrate’nın tam adı büyük olasılıkla DWROQEOS olmalıdır ve kent ismi IMURNAIWN adı yer almaktadır. Envanter No: 1865.288/51 Çap: 1,9 Ağırlık: 6,62 Müzeye geliş tarihi: 1.1.1969 Müzeye geliş şekli: Hamza Selçuk’tan (satın alma yoluyla)

3: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikke’nin Magistrate olarak DIODWROS FANA[G]OROU adını net bir şekilde okumaktayız. Yine kent ismi olarak IMURNAIWN adı görülmektedir. Envanter No: 1865.288/52 Çap: 2,1 Ağırlık: 7,24 Müzeye geliş tarihi: 1.1.1969 Müzeye geliş şekli: Hamza Selçuk’tan (Satın alma yoluyla) İlgili kaynak:

4: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri görülmektedir. AY: Himation giyimli, aralıksız sandalyede dik oturur vaziyette, başı hafif öne eğik, sağ bacağı dizinden bükülmüş ve sol bacağından geride parmaklarının ucuna basar şekilde, sağ eli ile şiirlerini yazdığı kağıt rulosunu tutan Homeros baş sola dönük arkasında uzun bir asa mevcuttur. Magistrate adı olarak bu sikkede EKANPIBA[L?] adı okunmaktadır. Kent adı olarak da IMURNAIWN ismi okunmaktadır. Envanter No: 1865.288/53 Çap:1,9 Ağırlık: 7,24 Müzeye geliş tarihi: 1.1.1969 Müzeye geliş şekli: Hamza Selçuk’tan (Satın alma yoluyla)

5: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikke’nin Magistrate adı olarak --- TRAOH adını okumaktayız. Kent adı olarak ta IMURNAIWN adını okumaktayız. Envanter No: 1865.288/54 Çap: 2,1 Ağırlık: 6,94 Müzeye geliş tarihi: 1.1.1969 Müzeye geliş şekli: Hamza Selçuk’tan (Satın alma yoluyla)

6: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikke’nin Magistrate olarak [A] POLLO [NIOS] [SH] PIA ve kent adı olarak ta IMURNAIWN adını okumaktayız. Envanter No:1865.288/55 Çap: 2,00 Ağırlık: 8,17 Müzeye geliş tarihi: 1.1.1969 Müzeye geliş şekli: Hamza Selçuk’tan (Satın alma yoluyla)

7: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Enseden boyuna doğru sarkan saçı lüleli biçimdedir. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Magistrate adı olarak --KLH-- kent adı olarak ta IMURNAIWN adını okumaktayız. Envanter No: 1865.288/56 Çap: 2,00 Ağırlık: 7,86 Müzeye geliş tarihi: 1.1.1969 Müzeye geliş şekli: Hamza Selçuk’tan (Satın alma yoluyla)

8: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikke’nin Magistrate adı olarak ----AS kent ismi olarak ta IMURNAIWN adını okumaktayız. Envanter No: 1865.288/57 Çap: 2,00 Ağırlık: 9,70 Müzeye geliş tarihi: 1.1.1969 Müzeye geliş şekli: Hamza Selçuk’tan (Satın alma yoluyla)

9: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri görülmektedir. AY: Himation giyimli, aralıksız sandalyede dik oturur vaziyette, başı hafif öne eğik, sağ bacağı dizinden bükülmüş ve sol bacağından geride parmaklarının ucuna basar şekilde, sağ eli ile şiirlerini yazdığı kağıt rulosunu tutan Homeros baş sola dönük arkasında uzun bir asa mevcuttur. Magistrate adı bu sikkede okunamıyor. Kent ismi olarak IMURNAIWN ismi net olarak okunmaktadır. Envanter No: 12.76/24–91 Ölçüsü: 25 x 4 mm Müzeye geliş tarihi: 15.02.1991 Müzeye geliş şekli: H. Sırrı Göktürk’ten satın alma İlgili Kaynak: BMC 245/85–98

10 ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikke’nin Magistrate adı okunamıyor. Kent adı olarak ta IMURNAIW[N] yazısını okumaktayız. Envanter No: 12.76/25–91 Ölçüsü: 21 x 4 mm Müzeye geliş tarihi: 15.02.1991 Müzeye geliş şekli: H. Sırrı Göktürk’ten satın alma İlgili Kaynak: BMC 245/85–98

11:ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikke’nin Magistrate olarak -HNATORAS --RU kent adı olarak ta [IMU]RNAIW[N] adını okumaktayız. Envanter No: 30-104/4-90 Ölçüsü: 21 x 5 mm Ağırlık: 13,7 Müzeye geliş tarihi: 9.03.1990 Müzeye geliş şekli: H. Sırrı Göktürk’ten satın alma İlgili Kaynak: BMC 244/79

12: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikke’nin Magistrate adı olarak [MH] TRODOROS kent ası olarak ta [I] MURNAIWN adını söyle- yebiliriz. Envanter No: 30-104/5-90 Ölçüsü: 24 x 4 mm Ağırlık: 11,76 Müzeye geliş tarihi: 9.03.1990 Müzeye geliş şekli: H. Sırrı Göktürk’ten satın alma İlgili Kaynak: BMC 244/79

13:ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri görülmektedir. AY: Himation giyimli, aralıksız sandalyede dik oturur vaziyette, başı hafif öne eğik, sağ bacağı dizinden bükülmüş ve sol bacağından geride parmaklarının ucuna basar şekilde, sağ eli ile şiirlerini yazdığı kağıt rulosunu tutan Homeros baş sola dönük arkasında uzun bir asa mevcuttur. Magistrate adı bu Sikkede okunamamaktadır. Kent ismi olarak [I]MURNAI[WN] adı okunur. Envanter No: 30-104/6-90 Ölçüsü: 22 x 4,5 mm Ağırlık: 12,68 Müzeye geliş tarihi: 9.03.1990 Müzeye geliş şekli: H. Sırrı Göktürk’ten satın alma İlgili Kaynak: BMC 244/79

14 ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikke’nin Magistrate adı olarak KATWMUMOS MIZTIWNOS kent adı olarak ta IMURNAIWN adı okunmaktadır. Envanter No: 70-20/9-92 Ölçüsü: 22 x 4 mm Ağırlık: 7,45 Müzeye geliş tarihi: 1.07.1992 Müzeye geliş şekli: Nihat Şahin’den satın alma İlgili Kaynak: BMC 246/99–111

15 ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Enseden boyuna doğru sarkan saçı lüleli biçimdedir. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Magistrate adı olarak MENEKRATH[S] --RIOST kent adı olarak ta IMURNAIWN adı okunmaktadır. Envanter No: 70–20/10–92 Ölçüsü: 20 x 4 mm Ağırlık: 8,25 Müzeye geliş tarihi: 1.07.1992 Müzeye geliş şekli: Nihat Şahin’den satın alma İlgili Kaynak: BMC 244/79-84

16: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri görülmektedir. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikkede Magistrate adı olarak APOLLONIOC SEPIATOR kent adı olarak ta IMURNAIWN yazısını okumaktayız. Envanter No: 70–20/11–92 Ölçüsü: 20 x 4 mm Ağırlık: 8,33 Müzeye geliş tarihi: 1.07.1992 Müzeye geliş şekli: Nihat Şahin’den satın alma İlgili Kaynak: BMC 244

17: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri görülmektedir. AY: Himation giyimli, aralıksız sandalyede dik oturur vaziyette, başı hafif öne eğik, sağ bacağı dizinden bükülmüş ve sol bacağından geride parmaklarının ucuna basar şekilde, sağ eli ile şiirlerini yazdığı kağıt rulosunu tutan Homeros baş sola dönük arkasında uzun bir asa mevcuttur. Magistrate adı olarak ERMOKLES PUQEOU kent adı olarak ta IMURNAIWN adı okunmaktadır. Envanter No: 70–20/12–92 Ölçüsü: 19 x 4 mm Ağırlık: 8,54 Müzeye geliş tarihi: 1.07.1992 Müzeye geliş şekli: Nihat Şahin’den satın alma İlgili Kaynak: BMC 244/103

18: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikkede Magistrate adı olarak MNHOFILO[S] KRABAU[S] kent adı olarak ta IMURNAIWN adı okunmaktadır. Envanter No: 70–20/13–92 Ölçüsü: 20 x 3 mm Ağırlık: 6,69 Müzeye geliş tarihi: 1.07.1992 Müzeye geliş şekli: Nihat Şahin’den satın alma İlgili Kaynak: BMC 244/105

19: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Enseden boyuna doğru sarkan saçı lüleli biçimdedir. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikkede Magistrate adı olarak EPIKRATHS ERMOKRAT kent adı olarak ta IMURNAIWN ismi okunmaktadır. Envanter No: 70–20/14–92 Ölçüsü: 18,5 x 4 mm Ağırlık: 6,45 Müzeye geliş tarihi: 1.07.1992 Müzeye geliş şekli: Nihat Şahin’den satın alma İlgili Kaynak: BMC 246

20: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri görülmektedir. IMURNAIWN baskı hatası. AY: Himation giyimli, aralıksız sandalyede dik oturur vaziyette, başı hafif öne eğik, sağ bacağı dizinden bükülmüş ve sol bacağından geride parmaklarının ucuna basar şekilde, sağ eli ile şiirlerini yazdığı kağıt rulosunu tutan Homeros baş sola dönük arkasında uzun bir asa mevcuttur. Magistrate adı yoktur. Kent adı olarak IMURNAIWN yazısı yer alır. Envanter No: 76–27/18–90 Ölçüsü: 20 x 4 mm Ağırlık: 9,22 Müzeye geliş tarihi: 20.06.1990 Müzeye geliş şekli: H.Sırrı. Göktürk’ten den satın alma İlgili Kaynak: BMC 245/85–98

21: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikkede Magistrate adı olarak HNODWROS kent adı olarak ta SMURNAIWN yazısı okunur. Envanter No: 15–85/54–99 Ölçüsü: 23 mm Ağırlık: 9,94 Müzeye geliş tarihi: 22.02.1999 Müzeye geliş şekli: H.Sırrı. Göktürk’ten den satın alma İlgili Kaynak: Seaby 4571

22: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri görülmektedir. AY: Himation giyimli, aralıksız sandalyede dik oturur vaziyette, başı hafif öne eğik, sağ bacağı dizinden bükülmüş ve sol bacağından geride parmaklarının ucuna basar şekilde, sağ eli ile şiirlerini yazdığı kağıt rulosunu tutan Homeros baş sola dönük arkasında uzun bir asa mevcuttur. Magistrate adı ATRODOROS kent adı olarak ta IMURNAIWN ismi okunmaktadır. Envanter No: 33.1.80 Ölçüsü: 23 mm Ağırlık: 13,69 Müzeye geliş tarihi: 22.02.1999 Müzeye geliş şekli: H.Sırrı. Göktürk’ten den satın alma

23: ÖY: Noktalı bordür içerisinde defne yaprağı çelenkli Apollon baş sağa dönük. Enseden boyuna doğru sarkan saçı lüleli biçimdedir. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikkede Magistrate adı olarak RIP DEMHTRI kent adı olarak ta IMURNAIWN yazısı okunmaktadır. Envanter No: 49–6/2–84 Ölçüsü: 23 x 4 mm Ağırlık: 9,94 Müzeye geliş tarihi: 30.03.1984 Müzeye geliş şekli: Zülfikar Uzun çakmaktan satın alma

24: ÖY: Noktalı bordür içerisinde sağa dönük Apollon başı. Diadem giyinmiş saçları alın ve şakaklarda düzgün bir hat yaparak tepeye taranmış. Enseden boyuna doğru sarkan lüleleri ve şakakta bir perçem mevcuttur. AY: Himation giyinmiş aralıksız sandalyede dik vaziyette oturan Homeros, baş hafif öne eğik, sağ elini çenesinin alt hizasına doğru hafifçe kaldırmış ve elinde bir rulo, sol eliyle uzunca bir asa tutmaktadır. Bu sikkede Magistrate adı olarak DIOGENHS kent ismi olarak ta [IMU]RNAIW[N] adı okunur. Envanter No: 11–61/26–88 Ölçüsü: 22 x 2 mm Müzeye geliş tarihi: 08.03.1988 Müzeye geliş şekli: Kemal Kopal’dan satın alma İlgili Kaynak: BMC İonia XXV/15

RESİM LİSTESİ

01: 1865.288/50 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
02: 1865.288/51 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
03: 1865.288/52 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
04: 1865.288/53 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
05: 1865.288/54 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
06: 1865.288/55 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
07: 1865.288/56 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
08: 1865.288/57 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
09: 12.76/24–91 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
10: 12.76/25–91 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
11: 30–104/4–90 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
12: 30–104/5–90 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
13: 30–104/6–90 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
14: 70–20/9–92 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
15: 70–20/10–92 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
16: 70–20/11–92 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
17: 70–20/12–92 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
18: 70–20/13–92 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
19: 70–20/14–92 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
20: 76–27/18–90 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
21: 15–85/54–99 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
22: 33.1.80 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
23: 49–6/2–84 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
24: 11–61/26–88 Envanter Numaralı Homerion Sikkesi
25: Python ve Apollon.
26: Apollon atları Admetos’un arabasına koşuyor.
27: Artemis, Apollon, Herakles, Athena. Üçayak mücadelesi
28: Lir çalan Apollon
29: Apollon ve Artemis Niobe’nin çocuklarını öldürüyor.
30: Apollon elinde mücadele. Simgesi olan defne dalı ile
31: Apollon ve Herakles’in üç ayak Apollon geyik ile betimlenmiştir.
32: Apollon ile kuzgun. Apollon lir çalıyor
33: Apollon Grifon’un üzerinde
34: Athena, Herakles, Apollon, Artemis. Üç ayak mücadelesi.
35: Troya Savaşında Athena’nın desteği ile Aias Hektor’u öldürmek üzereyken, Apollon Hektor’u kurtarıyor
36: Apollon Marpessa için İdas ile savaşıyor
37: Apollon kanatlı Üç ayak ile denizin üzerinden uçuyor
38: Apollon ve Python betimi bulunan bir sikke
39: Bir Kolophon sikkesi üzerinde Apollon betimlemesi.
40: Apollon Simintheos'un bir Helenistik dönem sikkesi.
41: Symrnalı şair Homeros’a ait bir Büst
42: Homeros Büstü
43: Homeros Heykeli Ayakta durur şekilde
44: Oturan Homeros Heykeli
45: Homeros Başı
46: Homeros Portre Çizimi
47: Homeros Sahnesi

LEVHA LİSTESİ:

01: Bronz Çağında Doğu Grek Coğrafyasını Gösteren Harita
02: Antik Anadolu Bölgelerini Gösteren Harita
03: Batı Anadolu Kentlerini Gösteren Harita
04: İskender Öncesi Asia Coğrafyasını Gösteren Harita
05: Büyük İskender Dönemi ve Savaşlarını Gösteren Harita
06: İskender Dönemi Krallıkları Gösteren Harita
07: İskender Sonrası Anadolu’yu Gösteren Harita
08: Sikke Darp Tekniğini Gösteren Çizim

[1] E. Akurgal, 1998, s.293
[2] E. Akugal, 1993, s.11 [5]
A. Erhat, 2003, s. 210 [6] A. Erhat 2003, s. 11 – 12 [9] C. Orhan, 2005, s. 13 [10] E.Akurgal, 1993, s. 13 [11] E.J. Owens, 2000, s. 151 [12] E.Akurgal, 1993, s. 13 [13] G.Bean, 2001, s. 76 [14] A.Z. Çakmaklı, G. Erdem, 2002, s. 44 [15] E. Akurgal, 1998, s. 293 – 294 [16] A. Erdoğan, 1991, s. 163 [17] E. Akurgal, 1998, s. 294 [18] E. Akurgal, 1998, s. 294 – 296 [19] E. Akurgal, 1998, s. 297 [20] E. Akurgal, 1998, s. 297 [21] E. Akurgal, 1998, s. 298 [22] A.Erdoğan, 1991 s. 164 [23] Y. Gül, 1998, s. 18 [24] G. Bean, 2001, s. 21 [25] G. Bean, 2001, s. 21 [26] G. Bean, 2001, s. 22 [27] G. Bean, 2001, s. 23 [28] A.Z. Çakmaklı, G. Erdem, 2002, s. 44 [29] G. Bean, 2001, s. 24 [30] A.Z. Çakmaklı, G. Erdem, 2002, s. 45 [31] G. Bean, 2001, s. 24 [32] A.Z. Çakmaklı, G. Erdem, 2002, s. 46 [33] A.Z. Çakmaklı, G. Erdem, 2002, s. 47 [34] Mansel, 1971, s. 12 [35] Mansel 1971, s, 13 [36] Erhat. s.47, 2002. [37] Can. s. 52-53, 4. baskı. [38] Erhat. s. 47, 2002. [39] Erhat. s. 49, 2002. [40] Can. s. 61, 4. baskı. [41] Erhat. s. 44-45, 2002. [42] Kunsthistorisches müzesinde bulunan ve 380’e tarihlenen kırmızı figürlü bir vazoda Apollon’un bir grifon’a binmiş şekilde tasvir edilmesi (resim 32) doğulu bir özelliği olsa gerek. [43] Erhat. s. 49, 2002. [44] Can. 53-54, 4. baskı. [45] Erhat. s. 140-141, 2002. [46] Anadolulu seyyah Pausanias “Magnesia dağına çıktığım zaman Niobe adı ile anılan kayayı gördüm. Yakından bakıldığı zaman, şekilsiz bir taştan başka bir şey olmayan bu kayaya uzaktan bakıldığı taktirde; boynu bükük, ağlayan bir kadını görmemek mümkün değildir.” Diye yazar. [47] Can, s. 67-68, 4. baskı. [48] Erhat, s. 200, 2002. [49] Can, s. 63, 4. baskı. [50] Can. s. 55-56-57, 4. baskı. [51] Erhat. s. 62, 2002. [52] Can. s. 60, 4. baskı. [53] Grimal. s. 81-82, 1997. [54] Erhat. s. 11, 2002. [55] a.g.e. s. 61. [56] a.g.e. s. 48. [57] Taşlıklıoğlu. s. 6, 1963. [58] Taşlıklıoğlu. s. 11. [59] a.g.e. s. 14. [60] Taşlıklıoğlu. s. 47-48, 1963. [61] Taşlıklıoğlu. s. 76, 1963. [62] a.g.e. s. 92. [63] a.g.e.. s. 117. [64] Taşlıklıoğlu. s. 135, 1963. [65] a.g.e, s. 141. [66] a.g.e, s. 142. [67] a.g.e, s. 143. [68] Taşlıklıoğlu, 167, 1963. [69] a.g.e. s. 177. [70] a.g.e. s. 192. [71] Taşlıklıoğlu. s. 193-194, 1963. [72] Erhat s. 47, 2002 [73] Friedel. s. 79, 1999. [74] Erhat. s. 48, 2002. [75] Erhat. s.48, 2002. [76] a.g.e. s. 49. [77] Erhat. s. 49, 2002. [78] Haya Triada Lahdi (Geç Minos III) betimlenen tören alayında kadın giysileri içerisinde lir çalan genç bir erkek vardır, bu Apollon olarak betimlenmiştir (Apollon’un ilk ortaya çıkışına ait olabilir) Thomson . s. 236. 1991. [79] Carpenter. s. 43-44. 2002. [80] Strabon, C 646 [81] Gül 1995 say, 12




NOT: Sitenin grekçe yazı sistemini desteklememesindon dolayı magistrate ismleri latin harflerine göre çıkmıştır. Bahsedilen sikke resimleri boyutları büyük olmasından dolayı konulamamıştır.


ARKEOLOG LEVENT İLGÜN

































































































































































Hiç yorum yok: