28 Eylül 2008 Pazar

EFES KENTİ VE MEDENİYETİ

EFES KENTİ VE MEDENİYETİ

İÇİNDEKİLER:
ÖNSÖZ……………………………………………………………………........... GİRİŞ…………………………………………………………………………….. TEŞEKKÜRLER…………………………………………………………….......
I.EFES KENTİNİ TANIYALIM
I.A.EFES’İN KONUMU – TOPOĞRAFYASI
I.B.EFES’İN KURULUŞ ÖYKÜSÜ
II. PREHİSTORİK DÖNEM EFES KENTİ
II. A.ÇUKURİÇİ HÖYÜĞÜ
II. B.ARVALYA HÖYÜĞÜ
II. C.AYASULUK TEPESİ KAZILARI
a) MİKEN-HİTİT DÖNEMİ EFES KENTİ
b) ARZAWA KRALLIĞI DÖNEMİ EFES III. PROTOHİSTORİK DÖNEME EFES
III. A.ARKAİK DÖNEM EFES KENTİ
a) Artemis Tapınağı
b) Artemis Tapınağına ait Kadın Başı Buluntusu
IV. HELENİSTİK DÖNEM EFES KENTİ
IV. A.HELENSTİK DÖNEM EFES KENTİ VE KURULUŞU
IV. B.HELENİSTİK YAPILAR VE İŞLEVLERİ
V. ROMA ÇAĞINDA EFES KENTİ
V.A. YAPILARIN İNŞASI VE MERMERİN BULUNMASI
V.B. ROMA DÖNEMİ EFES’TEKİ YAŞAM…
V.C.ROMA DÖNEMİ EFES’TEKİ MİMARİ YAPILAR
V.D.GEZGİNLERİN GÖZÜYLE EFES ANTİK KENTİ… SONUÇ………………………………………………………………………....... RESİMLER…………………………………………………………………….. LEVHALAR……………………………………………………………………



ÖNSÖZ


Üzerinde yüzyıllar boyu çeşitli halkları yaşatan Anadolu, insanları bir anne sıcaklığında bağrına basmış ve onlara çeşitli nimetler vererek yaşamlarını devam ettirmelerini sağlamıştır. İşte bu noktada Anadolu’muz da yaşamış her topluluk sadıklığını göstermiş sadakatin simgesi olarak, güzel kentler kurmuş ve buralara eşsiz yapılar inşa etmişlerdir. M.Ö 12 bin yılından bu yana İnsan hayatının devam ettiği Anadolu bugün de kültürel mirasları ile birçok ülkeye göre ileri düzeyde bir cumhuriyettir. Sayıları yılda 23 milyonu bulan turist akınıyla her gün farklı bir şekilde görücü karşısına çıkmaktadır. İnsanoğlunu şaşırtan farklı duygular yaşatan antik kentlerin başında en çok turist akınına uğrayan kent bugünkü İzmir ili sınırları içerisinde bulunan Efes Antik Kentidir. Hıristiyanların hacı olmak için ziyaret ettikleri kentlerden olan Efes kenti kutsal bakire Meryem’in ve havari olmamasına rağmen aziz olarak ilan edilen Aziz ST. Jean’nın burada yaşamış olmasından dolayı Hıristiyan toplumları tarafından önemli bir kent olarak görülmektedir. Tabi ki sadece Hıristiyan toplumlarınca değil Efes’i görmeye gelen yerli yabancı birçok insan gördüğü yapılar karşısında şaşkınlığını gizleyemez, hayretler içerisinde eşsiz yapıları izleyerek doyumsuz bir zevk yaşarlar. M.Ö.6 bin den bu yana insan yaşamının devam ettiği bu kentimizi yakından tanımaya ne dersiniz? Ben de bu çalışmamda Efes Antik Kentini her yönüyle ve fotoğraf karelerini kullanarak sizlerin yanı başınıza kadar getiriyorum. Düşünün Kültür Bakanımız Sayın Atilla Koç ülkemiz insanının % 90 ı Efes Antik Kentini görmemiş diyor. Eğer sizde Efes Antik Kentini görmeyenlerdenseniz bu çalışmamda gerek fotoğraf gerekse anlatılan bilgelerin ışığında Efes’i yakından tanıyıp öğrenmenin zevkini yaşamış olacaksınız. Saygılarımla
Levent İLGÜN


TEŞEKKÜRLER

Bu çalışmamda tablet çözümlemede uzman olan ve bilgilerine sık sık başvurduğum Sayın hocam Prof.Dr. Thomas Drew-Bear’a, gerek kaynak gerekse fotoğraf olarak yardımlarını esirgemeyen Öğr. Elemanı Şükrü Tül hocama, çalışmamda bana yardımlarını esirgemeyen Öğr. Elemanı Onur Gülbay’a hocama, dizayn ve dizilim konularında yardımlarını esirgemeyen Arş. Görevlisi Derya Erol hocama, çevirilerinden dolayı Dil Bölümü öğrencisi olan arkadaşım Erkan Erdem’e maddi ve manevi desteğini hep hissettiğim nişanlım Ergül Şanlı’ya, ev arkadaşım Ramazan Yıldırım’a ve kardeşi Abdullah Yıldırım’a teşekkürü bir borç bilirim.

LEVENT İLGÜN




GİRİŞ:

Anadolu’muzun tükenmek bilmeyen köklü tarihinde Anadolu halklarına ev sahipliyi yapmış antik kentlerin başında gelen Efes kenti Neolitik Dönemden berri insan yaşamının üzerinde devam ettiği bir kenttir. Kentin ilk yaşam evresi olan Neolitik Dönemdir. Bu dönemden sonra sırasıyla Kalkolitik, Tunç Çağı, Demir Çağı, Geometrik, Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemleri eserler ve yapılar bu kentte bulunmuştur. Yapmış olduğum bu çalışmada bu dönemleri Neolitik Dönemden başlayıp Roma Dönemine kadar anlatıyorum. İlk bölümde kentin konumu – topografyası ve kuruluşu hakkındaki bilgiler yer almaktadır. İkinci bölümde ilk evremiz olan Neolitik Dönem ve Ardılı olarak gelen Kalkolitik Dönemde insanların yaşam evresini oluşturan Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri hakkında bilgiler vermekteyiz. Bu bölümün başlığı altında Tunç Çağı yerleşim yeri olan Ayasuluk Tepesi ve Ayasuluk Tepesi Kazıları hakkında bilgiler vermekteyiz. Ele aldığımız konunun anlaşılabilmesi bakımından bu bölüm içerisinde Hitit Krallığı Dönemi ve Appasa Krallığı ilişkeilerini ve Arzawanın tarihi, ekonomisi, dini, mitolojisi ve Arzawa üzerine yapılan araştırmaların tarihinden bahsetmekteyim. Prehistorik Dönem gelişmeleri adı altında ele aldığımız bu kısımdan sonra Protohistorik Dönem dediğimiz başlık altında tanrıça Artemisin kutsal ibadet hanesi olan Artemision ve burada yapılan çalışmalar üzerinde durmaktayım. Bu bölümün ardından yeri Lsymakhos tarafından değiştirilen ve Büyük İskender’in gelip gördüğü ve Artemision’un yapılması için yardımda bulunduğu Helenistik Dönemi ele almaktayım. Beşinci ve son bölümümüz olan Efes’in Altın Çağını yaşadığı Roma dönemi Efes kentini anlatmaktayız. Bu çalışmada gerek mimari, gerek seramik, gerek heykel, gerekse sikke ve kandilleri olmak üzere birçok objeler kullanılarak bilimsel bir çalışma sunmayı amaçladım. Bu arada halkın günlük yaşantısından, kentin yönetim sisteminden, idarenin işleyişinden, yapıların işlevinden ve kullanılması gibi günlük faaliyetlerden de söz ettim. 1869 yılından berri kazıları yapılan Efes kentinde ortaya çıkarılan eserlerden değerli bilim adamlarının yaptıkları çalışmalardan yararlandım. Yerli yabancı birçok makale ve birçok yayını tarayarak bu çalışmamda adım adım ilerledim. Kazısı 100 yılı aşkın bir zamandan berri devam eden Efes kentinde dönemlerin tam olarak kazılmaması ve birçok eserin yayınlanmamış olmasından dolayı Kalkolitik, Klasik, Geometrik, Miken, Dönemleri hakkında derin bilgi paylaşımı yapamıyoruz. Umarım hızlandırılacak kazı çalışmaları ve ortaya çıkarılan tabakalarda ki eserlerin yayınlanması ile daha geniş bir çalışma yapma fırsatı yakalayacağız.

I.EFES KENTİNİ TANIYALIM I.A.EFES’İN KONUMU – TOPOĞRAFYASI:

Efes antik kenti Ege Denizi kıyısındaki İzmir İli’nin 70 km güneyinde Küçük Menderes Nehri’nin (kaystros) oluşturduğu deltada yer alan M.Ö. 6000 yıllardan bu yana yaşamın sürdüğü antik bir kenttir. Efes antik kenti birçok kez yer değişikliğine uğramış bu yer değişikliğine neden olarak Küçük Menderes’in Güneyinden dağlardan akan nehirlerin alivyonal toprakları sürüklemesi sonucu, antik dönemde deniz kıyısına kurulmuş olan Efes kentin Limanı’nın toprakla dolması, iklimsel, sismik ve jeolojik olaylar etkili olmuştur. Bununla birlikte ilk kez ion göçmenlerinin kurduğu ilk yerleşim yerinin nerede olabileceği konusunda ortaya birçok tez atılmıştır. Bir grup bilim adamı kentin Ayasuluk Tepesinde J.Keil ise Panayır Dağının (Pion Dağı) Kuzeyindeki Akropolis Tepesi (Koresos) da kurulduğunu söylemektedir. Koresos Tepesi (Bülbül Dağı) olarak bahsedilen yer bugünkü Stadionun batı yamacındaki tepe olmalıdır. Tepe’nin önemi ise denize hakim ve korunaklı bir yerde olmasından kaynaklanmaktadır. Bir grup bilim adamlarınca Koresos olarak bahsedilen dağ bugünkü Bülbül Dağı olarak kabul edilmektedir. Antik Coğrafya bilimcisi olan Strabon’a göre Kroisos öncesi kent Athenaion , Hypelaion ve Koresos Dağı yamaçlarına kurulmuştur.[1] Ticaret Agorasında yapılan kazılarda Geç Arkaik ve Klasik döneme ait Nekropolis’in Agoraya veya Agoraya çok yakın bir kısımda olduğu tespit edilmiştir.[2] Bu durumda arkaik öncesi ve sonrası yerleşimin Limana yakın bir kısımda bulunduğu düşünülmektedir. Heredotos Athena Tapınağı ile Kroisos’un kuşattığı kentin 7 stadia uzaklıkta olduğunu söylemiştir[3]. Bu uzaklık doğru bir değer olarak kabul edilmektedir. Son yıllarda ( Langmann 1989 ) Agorada yapılan kazılarda Geç Geometrik Döneme ait oval ev temeli bulmuştur[4]. Bu ev M.Ö. 8. yy tarihlenmektedir. Ticaret Agorası altında bulunan bu köy yerleşimi eski Smyrna olarak adlandırılmaktadır. Bu tabakanın bulunmasıyla birlikte Efes de Geometrik Dönemden itibaren yerleşimin var olduğu anlaşılmaktadır. Kroisos Efesi hükümdarlığının ilk yıllarında ele geçirmiştir. Strabon’a göre kent bu zamanda yerini değiştirmiş, yeni kent Artemision civarına tanışınmış ve Büyük İskender zamanına kadar yerleşim burada devam etmiştir. Bununla beraber, şehir her ne kadar Artemision civarına kurulmuş olsa da Ticaret Agorasında meydana çıkarılan Nekropolis kronolojik olarak Artemision civarındaki yerleşime ait olmaktadır. Kroisos kentin yerini her ne kadar Artemision civarına taşımak istese de, bütün kent’in buraya taşınması hayali onun kısa süren hükümdarlığı süresinde olmamıştır[5]. Bununla birlikte muhtemelen küçük bir grup Artemison civarına yerleşmiştir. Fakat Efes kent’i her zaman için Liman çevresinde bulunmuştur. Ticaret Agorasında yapılan kazılarda bize bu bilgiyi işaret etmektedir. Önceleri Karialılar’ın ve Lelegler’in yaşadıkları bölgeye kurulmuş olan kent inanışa göre Atina kralı Kodros’un küçük oğlu olan efsanevi kral Andraklos tarafından kurulmuştur[6]. Kent diğer İon yerleşimleri gibi en geç M.Ö. 11.yy da kolonize edilmiştir. Helenler buraya geldiklerinde Anadolu’nun her yerinde görüldüğü üzere ana tanrıça Kyble’yi baş tanrıça olarak karşılarında bulmuşlardır. Yerli halkla anlaşmak için Synkretizm yolu ile Artemis’i ana tanrıça ile bir tutarak aynı yerde tapınmaya başladılar. Efes başlangıçta krallar, sonra Aristokrat Oligarşi, daha sonrada Tiranlarca yönetilmiştir. Efes M.Ö. 7.yy ‘ın ilk yarısında Kimmerler tarafından ele geçirildi. Ancak aynı yılın ortalarında da gelişmeye başladı. M.Ö.6.yy’ın ortalarına doğru kent Lidyalılar’ın egemenliğine girmiştir. Lidya kralı Kroisos’un tapınağa hediye ettiği kabartmalı sütunlardan (columnae caelatae) Lidyalılar ile Efesliler arasında sıkı bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır. Büyük İskender’in ölümünden sonra tüm Batı Anadolu gibi Efes kenti de Diadoch (Büyük İskenderin ardılı) kral Lsymakhos’un egemenliği altına girmiştir. Bülbül Dağı’nın (Koresos) güney ve batı etekleri üzerindeki 10 m yükseklikte 9 km uzunluğunda bir kent duvarı içerisinde Efes’i kurmayı düşünmüştür. Bugün Panayır (Pion Dağı) sırtlarında yer alan güzel işçiliğe sahip, duvar bu orjinal kent suru’nun parçasıdır. Lsymakhos, Kolophon ve Lebos kenti’nin halkını Efes de oturmaya zorlayarak kent nüfusu’nun artmasını sağlamıştır. Kısa süre içerisinde Efes kenti Anadolu’nun en kalabalık kenti haline geldi. Efes Helenistik Dönemde Seleukoslar tarafından yönetilmiş, M.Ö. 190 yılında Bergama Krallığına bağlanmıştır. M.Ö 133 yılında Bergama Krallığı ile birlikte Romalılar’ın egemenliğine giren kent Julius Caesar Döneminde diğer Anadolu kentleri gibi ağır vergiler altında ezilmiştir. Ancak kent Augustus Döneminden başlayarak 200 yıl en parlak dönemini ve en mutlu günlerini yaşamıştır. M.Ö 150 yıllarında yaşamış olan yazar Aristeides’e göre kent o dönemin en varlıklı kenti olup ticaret ve bütün Batı Anadolu’nun Bankacılık işlerini yürütüyordu. Efes kenti o dönemde Asia’nın başkenti olarak kabul ediliyordu. M.S. 3.yy dan M.S 4.yüzyılın ortalarına kadar süren çekişme karışıklık dolu dönemden sonraki sürede Efes Justinianus Dönemine değin 3. altın çağını yaşamıştır. Hristiyanlığın burada hızla yayılması nedeniyle birçok güzel yapı inşa edilmiştir. Son parlak dönemini ise M.S 14 yy da Selçuklular Döneminde yaşamıştır. Kent bu dönemde Ayasuluk Kalesi ile bugünkü Selçuk kasabası üzerine yerleşmiştir. Kent Osmanlılar zamanında önemini yitirmiştir. Efes de ilk kez kazıya 1869 yılın da İngiliz Arkeolog J.T. Wood başlamış ve Artemis tapınağını ortaya çıkarmıştır. Ardından 1895 ten 1913’e kadar Avusturyalı bilim adamları Bülbül Dağı ve Panayır Dağı eteklerinde yapılan araştırmalar sonucu Helenistik ve Roma Dönemi bazı kalıntıları gün yüzüne çıkarmışlardır. Avusturyalılar Birinci Dünya Savaşından sonra Josef Keil’in ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Franz Miltner ve Fritz Eichler’in yönetiminde yaptıkları kazılarla kenti gün ışığına çıkartmaya devam etmişlerdir. Onların ardından da kazılar Profesör Hermann Vetters tarafından 1986 yılına kadar sürdürülmüştür. Günümüzdeki çalışmalar ise Profesör Langmanndan sonra Profesör Karwise ve son olarak Profesör Fritz Krinzinger tarafından sürdürülmektedir.

I.B.EFES’İN KURULUŞ ÖYKÜSÜ:

Atina kralı Kodros’un cesur ve küçük yaştan beri doğaya tutkun bir oğlu vardı: bu çocuk Androklostu. Küçük yaştan beri babasıyla ava gider, denizlere açılırdı. Bütün amacı güzel yerler görmek, tanımak ve buralara sahip olmaktı. Andraklos yanındaki arkadaşlarıyla birlikte yelkenlerini şişiren tanrı Artemis, dalgaları yatıştıran tanrı Poseidon’un yardımıyla birlikte önce Sisam Adasına geldiler. Ama aradıkları yer burası değildi. Tanrıların yardımıyla tekrar yola koyularak Ege Denizi Kıyısına geldiler. İnançlı bir kişi olan Andraklos bir arkadaşını Yunanistan’a Delphoi’ye yolladı. Burada dönemin en büyük kehanet merkezi bulunuyordu. Tanrı Apollona adanmış tapınağın Pythia denilen kadın kâhinleri vardı. Bunlar mucizeler yaratır gelecekten haber verirlerdi.[7] Athenaios’un anlattığı biçimiyle kuruluş öyküsü oldukça ilginçtir. Yazara göre Andraklos kent için güzel bir yer bulamayınca Delphoi kâhinlerine başvurmuştur. Delphoi kâhinleri kentin kurulacağı yeri bir balık ve bir yabandomuzu’nun göstereceğini söylemişlerdir. Kâhinler kenti işaret edilen yere kuracak olurlarsa burada refah ve mutluluk içinde yaşayacaklarını söylemişlerdir. Günün birinde balıkçılar sonradan liman yapılacak yerin yakınlarında balık kızartırken balıklardan biri mangaldan zıplamış, üzerine yapışan kor parçası çalıların tutuşmasına neden olmuştur. Çalılıkların tutuşmasıyla çalılıklarda gizlenen bir yabandomuzu hızla kaçmaya başlamış. Kaçan domuzun peşine düşülmüş ve domuz öldürülmüştür. Domuzun öldürüldüğü yere de bir Athena Tapınağı inşa edilmiştir[8]. Kehanetin böyle şaşırtıcı şekilde gerçekleşmesi anısına bir yabandomuzu heykeli dikilmiştir. Heykel İ.S 400 yılına kadar kentin ana caddesi’nin kenarında durmuştur. Aynı hikâyeyi antik yazarlarda olan Strabon ve Pausanias da bize anlatmaktadırlar. Böyle Efes antik kenti’nin nasıl kurulduğu konusunda bilgiler öğrenmekteyiz. İlk Efes’in bugünkü Panayır Dağı (Pion Dağı) kuzey yamacı eteklerine kurulduğunu burada bulunan sur duvarı bize kanıtlamaktadır. Diğer bir görüşe göre ise Efes’i Amazon adı verilen savaşçı kadınların kurmuş olabileceğidir. Hata Efes’e Smyrna adlı bir amazonun adını vermiş olabileceği söylenir. Nitekim bu son yıllarda yapılan kazılarda Smryna adlı bir köyün bulunmasıyla doğruluğu kabullenilebilecek bir bilgi haline gelmiştir.

II. PREHİSTORİK DÖNEM EFES KENTİ EFES’İN PREHİSTORİK YERLEŞİMLERİ:

1990 yılında Ayasuluk Tepesi kazılarında prehistorik bir yerleşimin bulunması, Efes ve çevresinin 3500 yıllık tarihinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya çıkarmıştır. Uzun yıllar araştırmacılar Küçük Menderes Nehrinin Ege Denizine döküldüğü yerde bir höyüğün olabilirliğini tartışmışlardır. Bu yönde bir ekip çalışması ya da Survey (yüzey- araştırması) olmaması nedeniyle bu tartışmalar iddiadan öteye gidememiştir. Ancak 1995 yılında Efes Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü bünyesinde Arkeolog Adil Evren ve Cengiz İçten yaptıkları çalışmalar sonucu Efes Antik kentinin Tarihini 1500 yıl geriye gidebilecek aşamaya getirmiştir. Nitekim yapılan bu çalışmalar esnasında iki Höyük tespit edilmiştir. Efes’te 1869 dan berri yapılan kazılar Efes’te ki en eski insan yaşamının tarihini M.Ö 1400’lü yıllara kadar götürebilmekteydi. Antik yazarlar Efes’in kuruluş tarihini M.Ö 2000’li yılların 2.yarısında olduğunu söylemişlerdir[9]. 1960 yılında Ayasuluk Tepesi Kazılarında Miken Çağına ait bazı kapların çıkması bu söylentileri doğrulamaktadır. Araştırmacıların tartışmaları doğrusunda Efes’in Ayasuluk öncesi yerleşiminin olup olmadığını araştıran Efes Arkeoloji Müzesi ve bünyesindeki meslektaşlarımız bu tartışmaların haklılığını ortaya çıkarmışlardır. Birisi Selçuk-Aydın diğeri Selçuk-Kuşadası karayolu üzerinde Bulunan iki Höyük Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri Efes kentinin tarihini M.Ö 3000 den M.Ö 4000–4500 yıllarına kadar götürmüştür.

II. A.ÇUKURİÇİ HÖYÜĞÜ

Efes Arkeoloji Müzesi’nin 3 Nisan 1995 günü Efes çevresinde yaptığı kontrol sırasında 1. Derce Arkeolojik Sit Alanı sınırları içerisinde kalan 3038 parselin kuzey bölümünde mandalina ağacı dikimi amacıyla tesviye çalışmaları yapıldığı duyumunu alınmış, belirlenen yere gidilerek incelemeler yapılmış ve bu sırada höyük yüzeyindeki buluntuların ele geçmesiyle höyüğün varlığı tespit edilmiştir. Efes Arkeoloji Müzesi bünyesinde yapılan çalışmalar sonucu tespit edilen höyüklerden ilk’i olan Çukuriçi Höyüğü antik kente fazla uzak olmayıp, Selçuk-Aydın yolu üzerinde mandalina bahçeleri arasında yer almaktadır. Bu yerleşim yeri Efes Magnesia Kapısına 500 m kadar uzakta antik Smyrna olarak adlandırılan Çukuriçi Mevkiinde yer almaktadır. Höyük isimini bulunduğu mevkiden almaktadır. Höyüğün Küçük Menderesin denize döküldüğü yerde kurulması bize prehistorik yerleşimlerin su kaynaklarına yakın yerlerde kurulduğunu ispatlamaktadır. Çukuriçi Höyüğündeki buluntulardan anladığımız kadarıyla bu yaşam katmanında yaşayan insanlar tarım ve hayvancılığa dayalı yaşamın yanında deniz ve nehir yaşamını da yaşamışlardır. Höyüğün yüzeyinde bulunan deniz kabukluları bu savı doğrular niteliktedir. Prof.Dr. İlhan Kayan, Prof.Dr. J.C. Kraft ve Doç.Dr. H.Bruckner tarafından Panayır Dağı’nın doğu eteklerinde yapılan sondaj çalışmaları sırasında elde edilen bazı bulgular, Ege Denizi’nin kıyı bandının buralara kadar uzandığını kanıtlamaktadır[10]. Höyükteki yüzey araştırmaları sırasında taş ve bronz baltalar, 1 iğne, 1 ağırşak, yüzlerce sileks ve Obsidyen parçaları toplanmıştır. Ele geçirilen buluntular ışığında Müze höyükte kısa süreli bir Kurtarma Kazısı yapılmasına karar vermiştir. Efes Müzesi Arkeologlarından Adil Evren ve Cengiz İçten başkanlığında ve Prehistoryen Feride Özen gözetiminde 05.07.1995 ve 18.07.1995 tarihleri arasında fazla derine inmeden kısa süreli bir Kurtarma Kazısı yapılmıştır[11]. Bu kazı esnasında iki açma açılmıştır. Açma 1: Höyüğün güney bölümünde açılan açma, kuzey-güney yönünde 2,50 ve doğu-batı yönünde 6.m boyutlarına varan bir açmadır. Bu açmada yüzey toprağı alındıktan sonra 30 cm derinliğe kadar inilmiştir. Açmamın yüzey toprağı içinde saptanan seramikler M.Ö. 2000’in 2. yarısına ait biraz daha derine inildiğinde ise ele geçen seramikler M.Ö.3000’li yılların başına tarihlenmektedir. Bu açmanın doğu bölümü buluntu açısından zengindir. Bu bölümde diğer seramiklerden farklı olarak siyah firnisli bir kabın ağız ve gövde parçaları ele geçmiştir. Yapılan değerlendirmelere göre kap dikey ve simetrik iki kulba sahiptir. Şerit kulbun her iki yanında ve ağız kenarında yukarıya doğru yükselmekte olan boynuza benzeyen çıkıntılar bulunmaktadır. Gövde parçalarından anlaşıldığına bu kap göre gövdesi basık yarım küre biçiminde bir kaptır. Bu kabın taban formu hakkında kesin bir şey söylemekse zordur. Ağız kenarı hafif profilli olan bu kabın iç ve dış yüzeyi tamamıyla siyah firnisle kaplıdır. Kabı ilk olarak inceleyen Sayın Prof. Dr.M.Özdoğan, bu tür sivri çıkıntılı kapların üç dönemde görüldüğünü söyler. Çukuriçi Höyüğünde bulunan Kalkolitik ya da Tunç Çağı diyebileceğimiz bu kap içinse cidarının ince olması ve elle yapılmış olmasından dolayı Son Kalkolitik döneme tarihlenmiştir[12]. Kaba ait diğer bir parçanın başka bir yerde bulunmuş olması bize bu tabakanın orijinal bir tabaka olmadığını göstermektedir. Açmanın kuzey kesitinde çalışmalar devam ederken boyutları 5x20x30 ebatlarında bir kum taşı ve bunun hemen yanında parçalanmış halde bir testi bulunmuştur. Devetüyü rengi hamur ve daha koyu perdahlı olan testinin gövdesinde dikey konumlu, makara biçimli, ilmek delikli ve simetrik iki askı kulbu ve bunların arasında meme şekli çıkıntılar yer almaktadır. Testi kısa kalın boyunlu, ağız kenarı yayvan ve dışa taşkındır. Taban formu hakkında kesinlik bulunmayan testinin elimize geçen diğer testiler gibi ayaklı bir tabana sahip olduğunu söyleyebiliriz. Gövde parçalarından anlaşıldığı kadarıyla testimiz karpuz şekli bir gövde formuna sahiptir. Açmadaki ön inceleme kazıları sonrası 30 cm derinlikte oldukça hasar görmüş bir kerpiç duvar kalıntısı, seramik parçaları, Silex, Obsidyenden oluşan yonga ve dilgi parçaları bulunmuştur. Kerpiç Duvara ait kalıntıların devamı yapılan kazılar neticesinde kuzey ve güney yönde görülebilmektedir. Açma 2: Höyüğün kuzey bölümünde Efes Arkeoloji Müzesi bünyesindeki Arkeologların yaptığı gözlemlere paralel olarak 100x300 cm bir alanın araştırması yapıldıktan sonra 20 cm derinliğe kadar inilmiş daha sonra buradaki yüzey toprağının olabildiğince karıştırıldığı görülünce incelemenin devam edilmesinden vazgeçilmiştir. Açma 2’nin toprak yapısı oldukça değişken bir yapıya sahiptir. Özellikle batı yöndeki bölümde yoğun küllenme izleri görülmektedir. Açmanın yüzeye yakın bölümünde el yapımı seramik parçaları ve kemik objelere rastlanmıştır. Burada rastlanan bazı kemik objeler tanımlanabilir durumdadır. Bunlar; diş ve geyik boynuzu parçalarıdır. Açmada ele geçen buluntuların dışında kuzey-güney doğrultusunda düzensiz taşlardan yapılmış birde duvar örgüsüne rastlanmıştır. Açmada elde edilen buluntuların dışında yüzeyde birçok Prehistorik ve Neolitik objelerin varlığı tespit edilmiştir. Bu objeler arasında Obsidyen ve Silexten yapılmış kazıyıcı, delici, kesici aletler ilk sırada yer almaktadır. Obsidyen taşı yanardağların bulunduğu yerlerde sıkça rastlanan bir elementtir. Ülkemizde daha çok Van ve Iğdır Ovası civarı, Kayseri yakınlarındaki Melendiz ve Hasan Dağı civarında bu elementlere rastlanır[13]. Kanıya göre bu element ticaret yoluyla bu höyüklere kadar gelmiştir. Açmada belirlenen diğer buluntular ise tümü el yapımı olan ilmek delikli, askı kulplu Seramikler, Kemikler, Ağırşaklardır.

II. B.ARVALYA HÖYÜĞÜ

Selçuk – Kuşadası karayolu üzerinde bulunan Arvalya Höyüğünde yapılan yüzey araştırması sonucu Arvalya Höyüğü ve Çukuriçi Höyüğünün çağdaş Höyükler olduğu tespit edilmiştir. Höyükte pişmiş topraktan yapılmış kap parçaları; el yapımı, kaba hamurlu ve askı delikli, dört adet taş balta, Silex ve Obsidyenler bulunan Neolitik ve Prehistorik buluntulardır. Bu eserlerin tümü yüzey buluntusu olup Arvalya Höyüğünden ele geçmiş buluntulardır. Efes kentinin Ana Tanrıçası olan Artemis Ortygia da dünyaya gelmiştir. Ortygia Efes’te Koresos (Bülbül Dağın) kuzeyinde bugün Arvalya olarak adlandırılan yerin antik dönemdeki adıdır[14]. Antik dönemde burada akan Kenkreios suyu Arvalya Höyüğünün yanından geçerek Küçük Menderes Nehrine ulaşmaktaydı. Kenkreios Suyu bugün Arvalya Çayı olarak adlandırılmaktadır. Efes’e yakın çevrelerde Neolitik malzeme veren höyükler arasında olan Arvalya Höyüğü 1988 yılında keşfi yapılan Gökçealan Höyüğü, 1995’te keşfi yapılan Çukuriçi Höyüğünden sonra Efes civarında malzeme veren 3. neolitik höyük olma özelliğini taşımaktadır. Bu höyüklerdeki kazı çalışmaların Efes Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü bünyesinde sınırlı imkânlarla, yüzey araştırması niteliğinde yapıldığından dolayı fazla bilgi imkânına sahip değiliz. Umarız ki Kültür Bakanlığımızın yardımlarıyla ve büyük sponsorların sağlayacağı maddi kaynaklar ile yapılacak büyük bir kazı sonrası Efes kentinin Pheristoryası ve Neolitik Dönemi hakkında geniş bilgilere sahip olacağız. II.

C.AYASULUK TEPESİ KAZILARI:

İzmir ili Selçuk ilçesi Ayasuluk Tepesinde eski Efes’e ilişkin kazı araştırmaları 1990 yılında başlamış, 1996 yılında devam ettirilmiştir. Efes Arkeoloji Müzesi Müdürü Selahattin Erdemgil başkanlığında yapılmıştır. 1997 yılındaki Eylül – Ekim aylarında yürütülen kazı ve temizlik çalışmaları Efes 2000 vakfı’nın yardımlarıyla gerçekleşmiştir. 1990 yılı 19–20/S-T açmalarında tespit edilen tabakalar ve bu tabaklarda bulunan seramikler Ayasuluk Tepesinin ETÇ ve OTÇ’larında yerleşim olduğunu ve en eski Efes yerleşimlerinden birinin bu tepe üzerinde olduğunu ispatlamıştır. 1996 yılında ki kazı sırasında ise 22/S açmasından varılan sonuca göre efsanevi kurucu Andraklos tarafından kurulan ilk Efes’in burada olduğu anlaşılmaktadır[15]. 1997 yılında 22/S açmasında yapılan çalışmalarda 1996 da inilen – 3.30 m derinliğin altına inilerek anakayayı bulmayı ve en alt tabakalarda Prehistorik yerleşimlerin olup olmadığını saptamaya yönelik bir çalışma yapılmıştır. Açmanın kuzey doğu köşesinde 4.0x4.00.m ‘lik bölümünde – 3.30 m den başlayan çalışmalarda – 4.30 m ye kadar inilmiştir. İlk aşamada Miken, Geometrik ve Arkaik seramiklerle karşılaşılmıştır. – 3.80 m kodunun altında bu durum değişmiş Beycesultan V-VI tabakalarda bulunan dışadönük ağızlı kırmızı astarlı seramikler çıkmaya başlamıştır. Bu durum 1990 yılında 19–20/S-T açmasındaki ulaşılan sonuca benzer bir durumdur. Orada Sur Duvarını altında OTÇ’na ait bir kayma tabakası tespit edilmiş ve bu Sur Duvarının üzerine başka bir Sur Duvarını yapılmıştır. Şimdi aynı durum 22/S açmasının en altında anakayalar üzerinde ortaya çıkmıştır. 1996 yılında bulunan duvarların yukarıdan kaymış olan OTÇ tabakası üzerine inşa edildiği tespit edilmiştir. 1997 yılında Ayasuluk Tepesi üzerinde yani bir açmada kazılara devam etmek yerine tepe üzerinde ve çevresinde Yüzey Araştırmalarına başlanmıştır. Bu araştırmalar sonucunda bulunan buluntular arasında en önemlileri kuzeydeki taş ocağı ve mezar alanlarıdır. Tepenin tam kuzeyinde mezarların bulunduğu kayalık bölüm aynı zamanda bir dönem taş ocağı olarak kullanılmıştır. Ayasuluk Tepesi üzerinde bulunan Sur Duvarının taş blokları da bir zamanlar işleyen bu ocaktan getirildiği düşünülmektedir. Tamamen kayalık ve kireçtaşlarıyla kaplı olan bu alanda kayalara oyulmuş Lahit ve Oda Mezarlar vardır. O.Bendrof tarafından tespit edilen bu alandaki mezarlar 1997 yılında tekrar temizlenmiştir. Mezarlardan ikisi kayalara oyulmuş Oda mezar diğer ikisi Lahit mezar şeklindedir. Daha önce kazıldığı kesinleşen terastaki Oda mezar hariç diğer üç mezar tamamen toprak doluydu. Efes Arkeoloji Müzesi’nin tarihlemeye yardımcı olacak seramik bulmayı düşünerek yaptığı kazılarda maalesef tarihleyici malzemelere rastlanmamıştır. Mezarların içinde daha çok yukarıdan kaymış Osmanlı ve Bizans seramikleri bulunmuştur. Ancak bir bakışta anlayabileceğimiz kadarıyla Arkaik Dönem ya da öncesini işaret etmektedir. Mezarlardan en ilginci en altta bulunan Dromoslu mezarlardır. İ.Kayan tarafından yapılan Paleocoğrafya araştırmalarına göre mezar Arkaik Dönemde ova seviyesinden en az 4.00 m yüksekte bulunmaktaydı[16]. Dromoslu mezarların mezar odası 2.10 x 270 m ölçülerinde ve 1.80 m yüksekliğindedir. Tabanda yan yana kayalara oyulmuş 2 Lahit mezar yer almaktadır. Ayasuluk Tepesi mezarlarına benzer Soma, Bakır yakınındaki Harta Abidin Tepe Tümülüsüdür. 1965 yılında soyulmuş olan mezar Manisa Arkeoloji Müzesi tarafından yeniden temizlenmiştir. Dromos, ön oda, asıl mezar odası olmak üzere üç bölümü olan mezarlarda çift kişilik Kline vardır. Mezar odasının üstü yatay taş blokla örtülmüştür. Sardes Bintepeler ve Alibeyli Tümülüsleri gibi kısa Dromos ön oda ve asıl oda planlı mezardır. Mezar odası genellikle kareye yakın planlı üzeri düz örtülü içeride Klinesi bulunmaktadır. Harta Tümülüsünün özelliği içerisinde çok renkli boyalarla yapılmış duvar resimlerinin bulunmasıdır. Perdahlanmış taş bloklar üzerine yapılan sıva üzerine kırmızı, mavi, beyaz, siyah boyalar kullanılarak bezeme yapılmıştır. Ayasuluk Tepesindeki mezarların duvarlarında ince bir sıva malzemesinin bulunması Harta Tümülüsü gibi duvarları boyalı bir mezar yapısı olabileceği kanısını uyandırmaktadır. Terastaki oda yaklaşık 2.10 x 2.10 ölçülerinde kare planlıdır. Yüksekliği 1.37 olan odanın 0.90 m genişlikte kapısı da aynı yükseklikte olup kuzeye bakmaktadır. Tabanda güney duvarı 40 x 30 cm boyutlarında hafifçe bir yükselti görünmektedir. Mezarın dışında giriş kapısının batısında bulunan dikdörtgenimsi oyuk olasılıkla mezar steli için yapılmıştır. Biri terasta bulunmak üzere diğeri kayalık kısımda yer alan Lahit mezarı andıran iki mezar daha bulunmaktadır. Altta bir set üzerinde yer alan 2.50 x 0.90 m lik Lahit mezarın yakınında kaya üzerinde üç adet niş bulunmaktadır. Bunlar 0.60 x 0.90 m ölçülerinde 0.25 m derinliğe sahip nişlerdir. Ayasuluk Tepesi çevresi yüzey araştırmaları sırasında kaylara oyulmuş basamaklar tespit edilmiştir. Tepenin batısının orta kısmında yamaçlarda birkaç kısma ayrılmış 17 ile 25 basamaklı bir tiyatro caveasını andıran 22 m uzunlukta kesintili basamaklar tespit edilmiş tiyatro olabileceği düşünülen yapının yapılan temizlik çalışmaları sonrası merdiven basamakları olduğu anlaşılmıştır. Su kaynağına ait olabileceği düşünülen basamaklar Strabon’un Antik Efes Kentinin Athenaion çevresi dolayındaydı, şimdi ise Hypelaios’un yakınındadır demesi bu savı kanıtlamaktadır. Ancak Karwiese, Hypelaios’un Ayasuluğun batısındaki antik sahile yakın olabileceğini öne sürmüştür[17]. 1995 yılında öne sürülen bu görüş öncesi Ayasuluk Tepesinde İon Dönemine ait buluntular henüz tespit edilmemişti. Fakat 1996 yılında 22/S açmasında Efes Arkeoloji Müzesi Müdürlüğünün yaptığı kazılar sonucu bulunan seramikler Andraklos tarafından Karlar-Lelegler ya da Mydialılardan alınan yukarı şehrin Aysuluk Tepesinde olduğunu dolayısıyla Hypelaiosun Ayasuluk Tepesi çevresinde (batısında) olabileceği fikri ön plana çıkmıştır. Kaynağın burada olabileceğine ilişkin diğer kuvvetli bir delil de Selçuklu-Osmanlı çağlarına ait hamamların buraya çok yakın olmasıdır. Ancak su kaynağı olarak civarda bulunan su sarnıçlarını gösterebiliriz. Ama bu konuda düşünülen en ilgi çekici düşünce uzayıp giden merdiven basamaklarının su kaynağına varması ve burada yaşayan halkın su kaynağına ulaşmasını kolaylaştırıcı bir yol olmasıdır. Ayrıca Ege Üniversitesi Coğrafya Bölümünün ve İlhan Kayan tarafından yapılan Paleocoğrafya araştırmalarının sonucu olarak Ayasuluk Tepesinin su kaynağı için çok uygun bir konuma sahip olduğunun söylenmesidir[18]. Kültür Bakanlığı Anıtlar Müzeler Genel Müdürlüğünün 25.5.1999 tarihi 04419 no’lu izniyle Efes Arkeoloji Müzesi Müdürü Selahattin Erdemgil başkanlığında 1997 yılından sonra 1999 yılında 16 Kasım 17 Aralık tarihlerinde 10 işçi ile 2. kazı çalışmalarına başlanmıştır. Yapılan kazı çalışmaları Grand Circle ve Efes 2000 vâkıfı tarafından desteklenmiştir. Desteklenen bu çalışmalar iki ayrı yerde devam ettirilmiştir. Birincisi, 1996 yılından bu yana kazılan 22/S açmasının kuzey batı köşesinde yapılmıştır. Büyük olasılıkla Hitit Dönemine ait sur duvarının içerisinde (22/S a) 1996 yılında yapılan çalışmalardaki (22/Sb) olduğu gibi -1.50 m ile 3.00 m arasında bol miktarda Geometrik ve Arkaik Dönem seramikleri -3.00 m ile – 3.50 m arasında OTÇ seramikleri ve yanık kerpiçler bulunmuştur. Bulunan bu seramiklerin yapılan tespitler sonucunda bir afet sonucunda yukarıdan kaydığı anlaşılmıştır. 1999 yılında Ayasuluk Tepesinde yapılan ikinci kazı Selçuk Kalesinin iç kale bölümünde gerçekleştirilmiştir. Ayasuluk Tepesi’nin en yüksek kısmında yer alan iç kalenin Bizans Döneminde inşa edildiği ve Osmanlı Dönemine kadar kullanıldığı bilinmektedir. 1990 yılında kalenin güneyinde yapılan kazılarda ETÇ ve OTÇ’na ait buluntular ele geçmiştir. Ayrıca Hitit İmparatorluğu sınırları içerisindeki Arzawa Krallığının başkenti olan Apasas’ın burası olabileceği yönünde görüşler derinlik kazanmış ve bu yönde buluntulara rastlanmıştır. Ayrıca 22/S açmasında yukarıdan kaymış durumda ele geçirilen Miken, Geometrik ve Arkaik Çağlara ait seramikler M.Ö 1050 yılında kurulmuş olan Hitit Tabletlerinde adı geçen Arzawa Krallığının başkenti olan Apasas’ın bu tepede kurulduğunu belgeler durumdadır[19]. En eski Efes’in Ayasuluk Tepesinde olabileceğini ilk kez ortaya atan Avusturyalı Profesör O.Bendrof kale içerisinde bu görüşünü kanıtlayacak buluntular aramış, kalenin güney kısmında iki sondaj çalışması yapmış fakat felaket sonucu aşağıya kaymış olan hiçbir buluntuya rastlayamamıştır. O gün için doğrulanamayan bu görüş ışığında Efes Arkeoloji Müzesi Müdürlüğüne bağlı ekipler O.Bendrof’un sondaj noktalarında araştırmalar yapmış fakat 1 adet Arkaik seramik dışında hiçbir buluntuya rastlayamamışlardır. Bu araştırmalara daha sonra devam etmek üzere çalışmalar kalenin en yüksek noktasında yoğunlaştırılmıştır. Buradaki amaç ise 1979 yılında gündeme gelen Kültür Bakanlığı tarafından geliştirilen Selçuk Ayasuluk Tepesi Onarım Projesi olarak adlandırılan kalenin tamamının ortaya çıkarılıp onarılmasını amaçlayan projenin ilk adımını atmaktır. Bu proje son yıllarda Ayasuluk Tepesi Açık Hava Müzesi olarak kullanılmayı amaçlayarak daha da geliştirilmiştir. Ve bu yolda ilk olarak kale içerinse bir temizlik çalışması yapılmış, cami ve sarnıçların iç temizliği yapılmıştır. Burada 450 m karelik bir alanda kazı çalışmaları yapılmıştır. Doğuda bir ev kompleksi ve batıda bir kale hamamı ortaya çıkarılmıştır. Burada önce evi ve hamamı kapsayan O.Bendrof’un kazılarından kalan yaklaşık 2 m yükseklikteki eski kazı toprağı ve sonrada odaların iç kısımları temizlenmiştir. Apsisin tam güneyinde 15.00 x 16.00 m ölçülerindeki alanda 5 oda ve 1 avludan oluşan planlı bir ev kompleksi ortaya çıkarılmıştır. 0.60 m kalınlıktaki harçsız ev duvarının yaklaşık olarak 0.50 – 0.60 m yükseklikte sağlam kalabilmiştir. Odalar ortalama olarak 4.00 x 4.00 m boyutlarındadır. Bu ev kompleksinin Osmanlılar Döneminde kalede yaşayan askerlere ait olabileceği düşünülmektedir. Zeki Arıkan tapu tahrir defterine dayanarak Fatih Sultan Mehmet Döneminde Ayasuluk Kalesinde 60 kişilik bir muhafız birliğinin varlığına işaret etmektedir[20]. Dolayısıyla bu yapının kale komutanı ve askerlere ait bir yapı olduğunu söyleyebiliriz. Konutun kuzeyinde yapılmış Aydınoğulları Döneminde sarnıç haline getirilmiş olan bir apsisli yapının varlığı çok önceden de bilinmektedir. Kale hamamının su ihtiyacını karşılayabilmek için bir Bizans Bazilikasının doğu kısmı sarnıç haline getirilmiştir. İç kalenin en yüksek kısmında batıda yer alan küçük kale hamamı doğu batı yönüne uzanmaktadır. Bu yapı dikdörtgen planlı yapı 7.60 x 3.50 m boyutlarında üç bölümlü bir yapıdır. Ilıklık, Sıcaklık, Külhan bölümünden oluşan hamama ılıklık bölümünden girilmektedir. 14.yy ile 15.yy arasında yapılmış olan yapı Fatih Sultan Mehmet Dönemine kadar kullanılmıştır. Son olarak St. Jean anıtının temizliği yapılmış ve levhaları yenilenmiştir.

a) MİKEN-HİTİT DÖNEMİ EFES KENTİ:

Uzun araştırmalardan sonra Batı Anadolu bölgesinin Hitit metinlerinde Arzawa Ülkesi veya ülkeleri olarak anılan yer olduğu anlaşılmıştır. Amarna mektubunda Arzawa adının geçmesiyle bu yer Mısıra yakın olan Çukurova da aranmıştır. Fakat Çukurova da Kizzuwatna nın bulunmasından sonra gözler batı Anadolu’ya çevrilmiştir[21]. Batı Anadolu’daki Arzawa araştırmalarının en olumsuz yönü bölgede yapılan çalışmalarda yazılı kaynakların bulunamamış olmasıdır. Bu yüzden bölge tarihine ışık tutan bilgeleri Arzawa ile çağdaş bir imparatorluk olan Hitit İmparatorluğuna ait tabletlerden öğreniyoruz. Bu metinlerin yanı sıra Arzawa adı birkaç defa Mısırdaki Amarna metinlerinde geçmektedir. Alalah IV. tabakada ele geçen iki metinde Arzawa adı geçer. Emar-Meskene de ele geçen bir adet metin dışında Arzaw adı Mezopotamya ve Kuzey Suriye kökenli tabletlerde görülmemektedir.[22] Araştırmacılar Batı Anadolu’yu gezerken Hitit metinlerinden edindikleri bilgileri zorluk çekmişlerdir. Tıpkı Kizzuwatna da olduğu gibi Batı Anadolu da Hititlerle olan siyasi nedenler ve kültürel ilişkilerden dolayı M.Ö 2 binli yıllarda çivi yazısının kullanıldığı kültürlerin bir parçası haline gelmiştir. Arzawalı katipler mektup yazmak anlaşmaları imzalamak için Hitit ve Akadça okumak ve yazmak zorunda idiler. Arzawa’ya ilişkin bilgilere Hitit metinlerinde Hititlerin tarihiyle olan ilgisi nedeniyle rastlamaktayız. Bu bilgilerin çoğu o bölgeye ilişkin savaş bilgilerini içermektedir. Aynı kaderi paylaşan Kizzuwatnaya göre Arzawa Krallığı hakkındaki bilgilerimiz sınırlıdır. Metinler dışında mektup ve fal metinleri çok azda olsa bize Arzawa’nın tarihi ve şahsiyetleri hakkında bilgi verir. II. Murşilli ve II. Muwatalli’den itibaren Arzawa denince II. Murşilli’nin yıkıp dağıtmış olduğu Arzawa Krallığı ile Mira-Kuwaliya, Seha Irmağı Ülkesi Appawiya ve Hapalla gibi komşu ülkeler aklımıza gelir olmuşlardır. Ama Arzawa Krallığı denince aklımıza 4 mahali krallıktan oluşan büyük Arzawa Krallığı gelmelidir.[23] Ülkenin batı kısmı Ege Denizi ile sınırlıdır. Dolayısıyla bu kısmı belli ama güney ve kuzey kısmı sınırları belirsizdir. Arzawa ülkesi ile ilgili haberler Hitit İmparatorluğunun kurulması ve Batı Anadolu’ya yayılma isteğinin ortaya çıkmasıyla başlar.(M.Ö. 1650-1470) Hitit metinlerinde bu erken dönemde ülkenin adı arkaik şekliyle Azawiya olarak geçmektedir. Haberlerin en eskisi Labarna denen bir kral zamanından kaynaklanmaktadır. Telipinu meşur fermanında Labarnanın düşman ülkelerini bir bir fethettiğini, fethettiği topraklara oğullarını vali olarak atayarak ülke sınırlarını genişlettiğinden bahsetmektedir. Labarna’nın fethettiği belli başlı Anadolu ülkeleri arasında Hupisna, Tuwanuwa, Nenassa, Landa, Zallara, Parsuhanda ve Lusna kentlerini sayabiliriz. Metinlerden öğrenilen diğer bir bilgi ise Arzawa ile sınır olmasından dolayı iki ülke arasında anlaşmazlıkların yaşanmasıdır. Labarna’nın I. Hattuşili ile aynı şahsiyet olabileceği muhtemel olan bir görüştür. I. Hattuşuli kendi döneminde değil ardılları olan krallar bu dönem faliyetlerinden bahsetmektedir. Akaçta ve Hititçe iki dilli yazılmış yıllıklarda da Arzawa adını görmekteyiz. Burada net bir şekilde Arzawa’ya karşı sefere çıkılıp ve savaş sonrası ganimet olarak koyun ve sığır sürüleri getirildiğinden söz edilmektedir. Bu metinden elde edebileceğimiz en önemli bilgi demek ki Arzawa maden kaynaklarından yoksun geçim kaynağı hayvancılık olan bir krallıktı. Bu tablette kral kendini övmemektedir. Demek ki kral sadece bir şeyler ele geçirmek amacıyla buraya saldırmıştır aralarında siyasi bir sorun yoktur. Araştırmacıların birçoğu Wilusa Kralı Alaksandu ile yapılan bir anlaşmadaki kayda dayanarak Labarna’nın yani I. Hattuşili’nin Arzawa ve Wilusa’yı yendiğini kabul etmektedirler.[24] Bu bilgiye göre Troia ile aynı olduğu farz edilen Wilusa arasındaki dostluk ilişkisinden söz etmek bir saçmalık olsa gerek.[25] Eğer gerçektende Hattuşili Arzawa ve Wilusa’yı yenmişi olsaydı bu olayı yıllıklarda gururlanarak anlatırdı. Elimizde Hitit devrinden kalma anakronistik saray kronikleri diye adlandırdığımız bir dizi belgeler bulunmaktadır. Bu belgelerin birinde anlatılan hikâyeye göre Arzawa da Nunnu isimli cimri ve Hitit taraftarı birisi yaşamaktadır. Bu adam eline geçen altınları kendi cebine atmakta Hitit Kralına bir şey yollamamaktadır. Ama sonunda da bu bencil yaklaşımının cezasını çekmiştir. Şimdi bu hikâyenin bir çevrisine bir göz atalım…… Bir zamanlar Arzawa ülkesinde Hurma kentinden olan Nunnu isimli birisi yaşıyordu. Hattuşa’ya haraç olarak ne altın ne de gümüş getirirdi. Eline geçirdiği her şeyi kendi evine taşırdı. Huntara’lı bir adam bu yaptıklarını görünce onu kralın babasına bildirdi. Bunun üzerine onu Hattuşa’ya getirdiler ve onun yerine Sarmassu’yu atadılar. Sarmassu’nun Arzawaya gitmek istememesi üzerine kral Altın Mızrak Adamını görevli olarak gönderdi. Sarmassu ve Nunnu’yu Tahaya Dağına götürdüler ve onları öküzler gibi koşturdular. Nunnu’nun bir akrabasını getirip onlara ders olsun diye gözlerinin önlerinde öldürdüler. Sabah erkenden kralın babası kükredi: onları kim götürdü? Elbiseleri ve başörtüleri neden kana bulanmamış bunların. MESEDI’ler şöyle cevap verdiler. Onların paltoları bir çıkın içinde sarılıdır. Kral çıkını açınca kan lekelerini gördü. Ama buna rağmen Sarmassu gitmeyeceğim ve akrabamın kanına da bakmayacağım diye ısrar etti. Kral bu inatçılığından dolayı Sarmassu’ya defol git senin kalbine inatçılık kazınmış diyerek kovdu. Arzawa Krallığının Hitit hâkimiyetinde olduğunu söyleyen araştırmacıların dayanak noktası Telipinu Fermanında yer alan Zagga, Matila, Kalmiya, Adaniya, Sallapa, Parduwata ve Ahhulassa yanında kral Ammuna zamanında Hattiye başkaldırmış olmalarıdır. Bu bağlamda da Hititlere tabi olduklarını söylemektedirler. Ama metinde baş kaldırmak değil Savaş açmak fiili olan Kururiya kullanılmaktadır. Ayrıca Her savaş açan ya da baş kaldıran krallığın Hititlere tabi olması zorunluluğu bir saçmalıktan ileriye gidemez. Eski Hitit kaynaklarında farklı yazılış biçimlerinden birinde Arzawa’ya Luwi Ülkesi deniliyordu. Bir kanunda Luwilinin Hattuşadan Bi erkek ya da bir kadını çalarak Arzawa’ya götürmesi konu edilmektedir.[26] Güneydoğuda Fırat hattından başlamak üzere Kommagene, Kilikya, Kapadokya, Lykaonia, Pisidya, Likya, Karia, Lidya, Misiya, Troia hududuna kadar olan geniş bir bölgede Luwice konuşulduğu iddia edilmiştir.[27] Daha da önemlisi kültür nimetlerini Kıta Yunanistan’a (Hellas) taşıyanlarda bu Luwilerdir. Fenikeli Samiler değildir. [28] Ama burada affedilmeyecek kadar büyüklükte bir hata yapılmıştır. Yazılması zor olan Hiyeroglif yazısı kullanan Luwiler nasıl oluda kendilerinin kullanmadıkları Fenike alfabesini Kıta Yunanistan’a götürmüş olabilirler. Luwiler Hititlerle akraba bir kavim olmasından dolayı Luwice’nin geniş bir coğrafyada kullanılmış olduğu iddiası ortaya atılmıştır. I. Murşilli döneminde Arkaik adıyla Arzawiya olarak kırık bir tablette adı geçer. Anlaşıldığına göre Muttamussa, Zawanhura, Miniya, Parista, Paramanzanassa, Ullamma ve adı kırık birçok kent arasında adı geçmektedir. Burada çıkan savaşta Hitit komutanı ya da düşman ordu komutanı dahil olmak üzere birçok insanın öldüğü yer almaktadır. Burada adı geçen Zawanhura, Paramanzanassa, Miniya kentlerinin Arzawa sınırları içerisinde olduğu söylenmektedir. Ullamma’nın ise II. Murşilli zamanında Arzawa ile Hatti arasında tompon bir bölge olduğu söylenmektedir. Walma ile aynı kent olup olmadığı konusunda tartışmalar süre gelmektedir. [29] Birçok araştırmacı burada ki savaşta Hitit kralının savaştığını söylemektedir. Oysaki metinin devamında Hurri askerlerinin öldükleri de yazılıdır. Ve burada Kasarsa, Dumanda, Kargaziya, Inzaluha, Harsanhila, Alkizuwa, Sahhuiliya,Hursamma, Iwashapa ve adı okunmayan birçok kentin Hurilere katıldığı anlatılmaktadır. Diğer kralların icraatlarından bahseden Telipinu kendi döneminde Batı Anadolu’dan fazla söz etmez. Sadece Kizzuwatna’nın doğu sınırındaki Lawazantiya’ya düzenlediği seferden bahseder. I.Tuthaliya bir zaman Arzawa’ya sefer düzenlemiş ve orada savaş karargâhı kurmuştur. Bu bilgiyi Akadça yazılmış kılıçtan okuyoruz. II. Mutawalli devrine ait olan Alaksandu Antlaşmasında Tuthaliya Arzawa’ya karşı sefere çıktığında Wilusa’nın Hititlere elçi gönderip Hititlere bağlı olduklarını söylemişlerdir. Bu konuda Ortaköy’de ele geçen Uhhamuwa isimli yüksek bir memurun Hitit kralına yazdığı mektuptan çok şey beklenmektedir ama mektup şuana kadar yayınlanmamıştır. I. Tuthaliya dönemine ait yıllıklardan Batı Anadolu ile özelliklede Assuwa ile ilgilendiği bilgilerini öğrenmekteyiz. Aleksandu Antlaşmasından alınan bir bilgiye göre Tuthaliya Arzawa üzerine sefere çıkmıştır. Kupantainara Antlaşması onun Batı Anadolu’ya bir sefer düzenlediği ve orada bir (SA. KARAS) karargâh kurduğunu yazmaktadır. Burada bir prensin büyük sorumluluklar üstlendiğinden bahsedilmektedir. Bu prensin kendinden sonra gelecek olan I. Arnuwanda olduğu söylenmektedir. Ve onun yanında Halpaziti isimli bir oğlu da savaşa katılmıştır. Tasmisarri prenslik adıyla kraliçe Taduhepa ile birlikte pek çok ayinlerde adı geçen Suppiluliuma’nın babası olan II. Tuthaliya’nın Ortaköy – Sapinuwa da ikamet ettiği anlaşılmaktadır. Bu taht değişikliğinden faydalanmak isteyen Arkaik adıyla Arzauwa Hattiye karşı büyük bir sefer düzenledi. Aam Tuthaliya gelip babasının tahtına yerleştiğinde durum Hititler lehine değişmiştir. Saldırıya geçen kentler arasında Sariyanda, Sarmana, Uliwanda, Parsuhalda, ve isimleri kırık diğer kent isimleri geçmektedir. Metinin devamında başkomutan olduğu anlaşılan Pariyalı Attaniya Batı Anadolu’ya yaptığı seferden bahsetmektedir. Ayrıca Halpaziti isimli bir komutanın yaptığı işgallere de yer verilmektedir. Halpaziti ismi Hititlere ait Mahkeme tutanaklarında sıklıkla geçmektedir. Buradan anlaşıldığı kadarıyla Halpaziti ismi yüksek rütbe taşıyan devlet memurlarına ait bir isim olabilir. Halpaziti ismi Tarsus’ta ele geçen bir mühürde de yazılıdır. Kral ve askerleri savaş alanında Arinna kentinin güneş tanrıçası, göğün fırtına tanrısı, Hatti ülkesinin koruyucu tanrısı LAMMA, savaş tanrısı Zababa ve yine savaş ve aşk tanrısı İştarile Lelwani’nin yardım ettiklerine inanmaktaydı. Savaş sonunda Assuwa ülkesi Hatti içlerine sürüldü. Sürülen şahsiyetler arasında Piyamainara, Assuwa ülkesi kralı olması muhtemel olan Kukkuli ve çocukları, Piyamainara’nın akrabası Malaziti’nin isimleri geçmektedir. Tuthaliya esirleri Fırtına Tanrısı adına kurulmuş bir vakıfa köle olarak verirken Assuwa kralı Kukkuli’yi kendisine bağlılık yemin ettirerek Assuwa’ya kral olarak tekrar göndermiştir. Ancak kılıç zoruyla yemin etmeye zorlanan Kukkuli Assuwaya gelir gelmez tekrar büyük bir ordu kurup saldırıya geçmiştir. Bu savaşı da zayıf kral Kukkuli kaybetmiştir. Assuwa isimi Hititçe Etimolojisi yapılarak İyi Güzel Ülke anlamında adlandırılmıştır. Assuwanın Asya adının Kaynağı olduğu da düşünülmektedir. Tuthaliya’nın Batı Anadolu ile elimize geçen en önemli kanıtlardan biri de Boğazköy’ün Aslanlı Kapısı yakınlarındaki yol yapımı çalışmalarında ele geçen bir kılıç üzerinde ki Akadça yazıttır. Kılıç üzerinde ki yazı şöyledir. I-NU-MA DU-UT-HA-LI-YA LUGAL .GAL KUR A-AS-SU-WA U-HAL-LIQ GİR AN-NU-TIM A-NA ISKUR BE-Lİ-SU U-SE-Lİ Büyük kral Dutaliya Assuwa ülkesini yendiği zaman bu kılıçları efendisi Fırtına Tanrısına adak olarak sunmuştur. Son yıllarda Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nce satın alınan buluntu yeri bilinmeyen altından yapılmış bir kâsenin temizlik çalışması yapılırken kâsenin yanındaki Hiyeroglif yazıtta da buna benzer isim kayıtları okunmuştur. Bu yazıtta da Tuthaliya Tarwiza kentini işgal ettiğinden bahsedilmektedir. Arzawa ile yapıla gelen münasebetler II. Murşilli zamanın da en hareketli dönemine girmiştir. Hitit tahtına bir kralın çocuk olarak geçmesi Arzawa ülkesinde bağımsızlık için tüm şartların gerçekleştiği kanaatini uyandırmıştır. Murşilli yıllıklarında Arzawa Kralı Uhha – Ziti’nin Milavanda (Miletos) şehrini Ahhiyawa Krallığına vermesini sebep olarak göstermektedir.[30] Bunun üzerine saldırıya geçen Murşilli kendi kuvvetlerinin güç kaybettiğini görünce abisi Karkamış Kralı Biyaşşilii ve eniştesi Mira Beyi Maskhuliuwas’tan yardım istemişti. Batı Anadolu’da olduğu zannedilen Attarimma, Şuruda ve Huvarsanassa şehrleride bu savaşta Arzawa Krallığına yardım etmişlerdir. Sehanehri memleketi kralı Manappa – Dattaş da bu koalisyonda vardı. Kardeşi ve eniştsinden yardım alan Murşilli bu savaşı Astarpa nehri (Aksu) kenarındaki Valma (Elmalı) kenti civarında vermişti. Arzawa Krallığı savaşta yenilmediler ama bu savaştan bir sonuçta çıkmadı. Ancak Murşilli düşman kuvvetlerini üçe bölmeyi başarmıştı. Kral Uhha – Ziti’nin idare merkezi Apasa’dan deniz yoluyla kaçması üzerine Arzawalıların bir kısmı Arinnanda Dağına, diğer bir kısmı Puranda şehrine sığınmışlardır. Kış mevsimin gelmesiyle Murşilli Valmaya geri dönmek zorunda kaldı. Ama bahar ayı tekrar geldiğinde Murşilli Arzawaya tekrar saldırdı. Bu savaşı Murşilli kazanmış hatta bir Arzawa Prensini de esir almıştı. Batı Anadolu’nun asayişi tekrar sağlandığında tüm Arzawa kentleri ile tek tek antlaşmalar imzalanmıştı. Bu antlaşmalara göre Seha ırmağı memleketi yine Manappa – Datasşa, Hapalla Targaşnalişşe, Mira – Kuwaliya memleketleri Maskhuliuwas’a, Arzawa Krallığı esir düşen Prens Sum-ma İnaraş’a verilmiştir. [31]

b) ARZAWA KRALLIĞI DÖNEMİ EFES:

ARZAWA ÜZERİNE YAPILAN ÇALIŞMALARIN TARİHİ

Arzawa Krallığı ARTZAU-WA veya ARTZAUWAVA diye telaffuz edilen Batı Anadolu da Geç Bronz Çağına ait adı pek duyulmamış bir krallıktır. Antik karalıklar içinde en şanssız olan krallık bu krallıktır.Batı Anadolu bölgesi XIX. yy dan itibaren Arkeolojik olarak bilinir hale gelmiştir. 1879 da Profesör. Dr. Archibold Sayce Batı Anadolu’daki Magnesiaya’nın ve Yazılı kaya’nın kalıntılarını ortaya çıkarmış ve bu ikisinin Grek öncesi kültüre ait olduğunu söylemiştir. Daha sonraki yıllarda Mısır Tabletlerinin de açığa çıkardığı kayıp Hitit İmparatorluğuna ait kültürleri yansıttığını açıklamıştır. [32] Arzawa’nın varlığı ilk kez 1902 de Norveçli bir bilim adamı olan J.A. Kundtzon tarafından Mısırdaki tabletlerden çıkarılmıştır. 1887 de Mısırdaki Tel el Amarna kentindeki Amonhotep III ve oğlu Akhenaton asarında yapılan yazışmalarda Arzawa’nın varlığın dair bilgilere ulaşıyoruz. Bu yazışmalar bilinmeyen bir dille yazılmıştır. Bu yazışmalar üzerinde çalışan bilim adamları yazıtın karakteri standart Sümer formunda olduğu için anlayamamışlardır. Kundtzon’un bu büyük keşfi tabletlerdeki dilin Hint – Avrupa ailesine ait olduğunu açıklamasıdır. [33] Bu yazıtın dili kendisinden 10 yıl önce İç Anadolu Bölgesinde Hattuşaş kentinde E.Chantre tarafından bulunan yazıtın diliyle büyük benzerlikler göstermektedir. Kundtzon bu devlete Arzawa Krallığı demiş, bu krallığın dili Arzawa Dili olarak adlandırılmıştır. DR. Hugo Winkler Osmanlı Hükümetinden izin alarak Doğu Alman Cemiyeti adına 1906 yılında Boğazköy (Hattuşaş) kazılarına başlamıştır. Çok büyük arşivler keşfeden Winkler daha sonra bunları raporlar halinde yayınlamıştır. Mısır Krallığında adı geçen Kheta’nın kentinin Mısır’ın başkenti olduğu gibi bu kentte Hitit Krallığının başkenti olduğu söylenmiştir. Bu arada keşfedilen dil İncil de yapılan araştırmalar sonucu Hititçe olarak adlandırılmıştır. Bundan sonra doğal olarak Arzawa ve Hitit dilinin bağdaşık diller olmadığını görürüz. Hattiler’in kralları kendi dillerini Neşili ya da Nesili diye adlandırıyorlardı, başka bir deyişle de Kanesh ya da Kanisumnuli adıyla adlandırmışlardır. Hatti Dili Hint – Avrupalı olmayan dillere daha çok benzemekteydi. Fakat Hatti Krallığı Arzawa Krallığından daha ileri bir medeniyettir. Bunun nedeni olarak da büyük Arzawa kentlerinin bulunamamış olmasını gösterebiliriz. Yakındoğu’da Arzawa adının geçtiği kayıtlara rastlamaktayız. 1850’lerin başlarında Auguste Mariette tarafından keşfedilen III. Ramses dönemine ait Medinet Habu’daki deniz ticareti ile uğraşan insanların tutmuş oldukları raporlardan bu bilgilere ulaşmaktayız. Drews’in söylemine göre bu raporlarda deniz korsanlarının yağmaladıkları şehir gruplarının isimleri de vardır. Bunlar Hatti, Kode, Carchemish, Yareth ve Yeres kentleridir. Bu yerler Redford tarafından Arzawa ve Alisiya olarak çevrilmiştir. Dahası Batı Anadolu’daki Gediz Vadisi Tepelerindeki çalışmalarıyla Profesör Dr. Recep Meriç Geç Bronz Çağını aydınlatıcı araştırmalar yapmaktadır. Yerli, Yabancı birçok Arkeolog’un çalışmaları sonucu Arzawa Krallığı tekrar gün ışığına çıkarılmaya çalışılmaktadır. COĞRAFYASI VE KOMŞULARI: 1986 yılındaki textlerde Güney Anadolu’daki birçok krallık belirlenmiştir. Bu textler Arzawa, Likya, Efes bölgelerini gösteren textlerdir. 1998 de J.D. Hawkins klasik Smyrna yakınlarında son olarak kaydedilen Mira Kralı Tarkasnawa dönemi kalıntılarına ulaşmıştır. Texst’e göre Ahhiyawa Asia Minor dışında diğer krallıklar ise Asia Minor içerisindedir. Bunlar içerisinde yeri olup olmadığı en tartışılanı Wiluşadır. Bazı bilim adamları Arzawa’nın başkentinin Efes olabileceğini söylerler. Bunun nedeni II. Murşilli’nin asi Uhha – Ziti’nin şehri olan Apasasla fonetik bir benzeşme olmasıdır. Peter James doğu Magnesia dolaylarında olan Zippasla’nın (Sipylus) bu ulusun başkenti olduğunu düşünmektedir.

ARZAWA’NIN DİLİ:

M.Ö.2000 yıllarında Hititler bugünkü Antalya ve çevresine Arzawa memleketleri diyorlardı. [34] Fakat bir kanun maddesinde Arzawanın eş anlamlısı olarak Kur. Uru. Luwia denilmektedir. Tıpkı Asurları kaynaklarında Urartulara Nairi ülkesi demesi gibi. Hitit metinlerin bu milletin diline hiçbir zaman Arzawa Dili denilmemiş Luwi Dili olarak söylenmiştir. Güney Batı Anadolu’nun dili Luwiceydi. Tıpkı Kneshian dili gibi oda Hint – Avrupa dil ailesinin Anadolu kolundan olan bir dildi. Her nedense Arzawa diplomatik yazışmalarda Kneshian dilini kullanmıştır. Bu bilgiyi Mısır Krallığıyla yaptıkları yazışmalardan anlıyoruz. Bu diplomatik yazışmalarda kullanılan dil Arzawa’nın taşralı bir karakter taşımasından kaynaklanmaktadır. Kneshian dili Asia Minor ülkeleri ile kurulan ilişkilerde kullanılan bir dildi özellikle de Hattuşaşlılarla kurulan ilişkilerde. Bu dönemle ilgili tartışmalar orta Hitit Krallığı Dönemi Kralı II. Tuthaliya ile başlamaktadır. Craig Melchert’e göre Hitit textlerinde Luwice’nin Proto – Lydian bir özellik taşıdığını (y) ve (d) harflerinin değişimlerini örnek vererek açıklamaktadır. Örneğin Luwice de Morwaiya (siyah) anlamı taşırken Lidya da Mariwda (yönetmek) anlamı taşımaktadır. Grek Linear B alfabesi bu sözcüğü Proto – Lydian dan almıştır. Buna göre (W) - (V) den önce gelmektedir. Moriwdos ya da Moliwdos gibi buradaki (L) ve (R) arasında hece bağlantısı yoktur. Grekler Luwice’nin ticaret dilini kullanırken Hititler klasik Luwice textlerini korumuş olarak gözükmektedirler. Bilinen isimleri olarak Ura – Tarhunta, Piyama – Radu, Piyama – Kuruntadır. Piyama Kupanta Bu isimler kutsanmışlık, hayvan, insan ve ülke için kullanılmışlardır. Ura Manpa Manappa bir tanrı isminden ziyade bir tamamlayıcıdır. Muwa Ilya Yakubovitch’e göre Nabukhadezerin Akadlıları çalıştırdığı dönemde Ziti kullanılmış bir deyim olabileceğini söyler. Radu ARZAWADA İNANÇ: Tıpkı Luvililer gibi Arzawalılarda Huri kökenli bir tanrı olan Teşup’a inanmışlardır. Daha sonraki zamanlarda bu tanrı Grek dünyasına Zeus olarak geçmiştir. Tarhun diye adlandırırlar fakat tanrısal isim olarak Tarhunta olarak geçmektedir. Diğer bir tanrı Uhadır. Uha – muwa ya da Uha – Ziti olarak da adlandırırlar. Arzawalılar Hititlerle anlaşma yaptıklarında nehir ve dağ tanrılarını kendilerine şahit olarak gösterirler. Diğer bir isim Kuruntadır. Kurunta Luviler tarafından inşa edilen Tarhuntassa prensinin adına atıf da bulunur. Bu nedenle Kurunta’nın tıpkı Herakles gibi tanrı kadar değerli olan yerli bir kahraman olduğunu söylemek olasıdır. Batı Anadolu’da eşek önemliydi. Sarah Moris Mira Kralı Tarkasnawa’nın kullandığı mühürlerde eşekkulağının olduğunu söylemektedir. Batı Anadolu’daki eşekkulağı sembolü Frigya’daki Midas Kralının efsanesinde de geçmektedir. Başta Luwi orjinliği olmayan bu karanlık çağ efsaneleri daha sonra Luwi ülkesinin zapt edilmesi ile geleneksel bir özellik kazanmıştır. Arzawa’daki inanç da tıpkı Hitit Krallığında olduğu gibi dindarlık ve batıl inanç karışımı bir inançtır. Arzawa Kralı Uhha- Muwa şöyle söylemektedir…… Ülkede insanlar öldüğünde ve düşman tanrılar buna sebebiyet verdiğinde şöyle hareket ederim. Caddeye koçları sürer böylelikle düşmana söyle seslenir: hangi düşman tanrı bu huzuru bozarsa görün ki biz bu kalabalık koç sürüsünü sizin üzerinize göndeririz. Sürü güçlü olduğu müddetçe ve koçlar barışı korudukça huzuru bozan tanrı Hatti bölgesinde barış içerisinde yaşamak zorunda kalır. Bunun aksi durumda düşmanı alt etmek için Hatti üzerine kalabalık koç sürüleri gönderilir.[35] Günah keçisi kavramı Kizzuwatna da olduğu gibi Luwilerde de kullanılmıştır. Hititlerde bu kullanımı tıpkı İsrailliler gibi buradan ödünç almışlardır. MİTOLOJİSİ: Hititler Alalus’un cennetteki kral olduğuna inanırlar. Daha sonra Anus Alalus’u tahtından indirir. Kumarbiste Anus’u tahtan indirip onun genitallerini yutar. Fakat Kumarbis bu konuda yanılmıştır. Teşup, Tarmisus ve Tigris ırmakalrından hamile kaldı ve Ve fırtına tanrısı Teşup onları zafere götürdü. [36] Aynı mit yüzyıllar sonra Boeotia da ortaya çıkar. Hesiodlar Chaos ve Ouronos’un tanrı olduklarına inanırlardı. Kronos Ouronos’u alaşağı etti. Sonra Zeus ve yaşlı tanrıların hâkimiyetine girdi. Hesiodlular Kronos’un cinayeti ve onun son düşüşü arasındaki bağlantıyı koparırlar. Hesiodoslular için Kronos’un karısı Kronos’a bir oyun oynamış Kronos’un kendi çocuklarını yemesine rağmen karısı Kronos’un gerçek taşlarını yutmamıştır. Hitit versiyonunda bu mit daha belirgindir. Hititler ve Hesiodlular’dan önceki kültürler bu miti oluşturmuş ve detaylarında yanlışlıklar yapmışlardır. James’’in de belirttiği gibi bu mit Hititlerden önce doğuda mevcuttu. Teşup ve Kumarbis Hurri tanrıları Tigris (Fırat) nehri ölmüş bir sırrı gizler. [37] Hititler adına Ubelleris dedikleri Hurri ülkesi tanrısına büyük saygı gösterirlerdi. Ubelleris’in yeraltında yaşadığına dünya ve gökyüzünü yönettiğine inanırlardı. Ayrıca birçok Helenistik modern İkonografyada Atlas’ın bu dünyadaki cennet mezarlığını yönetmediğini fakat bir bütün olarak Ptolamic dünyaya ait kır manzaralı bilinmeyen yassı alanları yönettiği düşünülmektedir. Filistin de Matta’nın sonrasına kadar devem eden dünyanın düz olduğu inancı Greekte Aristotales döneminde çürütülmüştür. James şunu iddia ediyor Atlasın düz bir dünyayı ve yeraltı ile gökyüzü arasındaki alanı temsil ettiğini Greek, Hatti, Hurri İkonografyaların da bunun gösterilmeye çalışıldığını. Hurrili Ubelleris doğum tanrısı olarak kabul ediliyordu. Büyük Hatti de diğer başka Titanlarda vardı. Mauritz von Loon bu titanları eski tanrı jenerasyonlarını yenmiş şampiyonlar olarak adlandırır. Bu tanrıları sıkılmış yumrukları ve kafalarındaki Tiaralarla (uzun, kıvrımlı şapka) göstermiştir. [38] Zeus diğer titanları dağların altında ya da içine koyarak cezalandırmıştır. Prometheus’u dağlara zincirler, Typhon/Encelodus’u Etna Dağına gömmüştür. [39] Hesiodlular bu hikâyeyi Batı Anadoludan aldılar, Batı Anadoluda bunu Hititlerden aldılar. Batı Anadolular Bronz çağı ya da Karanlık çağda bunu yaparlarken titan mitlerini Greek geleneğini belirten Homerostan almadıklarını söylemek zordur. Yoram Cohen ve Assaf Yasur-Landau tıpkı ,Arzawa da olduğu gibi Greek ve Hattilerin aynı dini şölenleri yaptıklarını yazar. Bronz Çağı Arzawa Krallığı Kral Listesi . Kupanta – Kurunta Madduwattas – Zippasla (olması gereken) Tarhunta – Radu Anzapahhadu (olasılıkla) Uhha - Ziti

MİRA’NIN İSYANI:

Maskhuiluwas ve Muwatti’nin çocukları olmuyordu. Onlar Murşilliye bir mektup yazarak yeğenleri olan Kupanta – Kurunta’yı (İnaraş) evlatlık olarak istediler. Batılı bir kral olan E.Gal.Pap Murşili’nin hükümdarlığında 10 yıl boyunca isyan etti.[40] Maskhuiluwas tekrar Hitit kralı ile anlaşmak için söz verdi. Fakat Madduwattas’ın aksine Maskhuiluwas Hiti korumasından sıkıldı. O da E.Gal.Pap’a katılarak Pitassa da isyan hareketini kışkırttı. Murşilli Sallapa’ya geri döndü. Maskhuiluwas’ı çağırdığında Maskhuiluwas Masa’ya Mira – Kuwaliya Krallığına kaçtı. Murşilli Masa’ya saldırıp yağmalayarak asileri yendi ve onu Hattuşa’ya gönderdi. Kupanta – Kuruntayı kendi ülkesine yerleştirdi. Büyük ihtimalle E.Gal.Pap da kısa süre içerisinde mağlup edilmiştir.

III. B.ARKAİK DÖNEM EFES KENTİ:

ARTEMİS TAPINAĞI:

Bizanslı Philon "Babil'in asma bahçelerini, Olimpos'taki Zeus Heykelini, Rodos Kolossusu'nu, yüksek piramitlerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus'in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes'teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümünün gölgede kaldığını hissettim." diye yazmıştı. Tanrıça Artemis adına ilk türbe M.Ö.800'lü yıllarda Efes'teki nehrin yakınındaki bataklık kıyıya yapılmıştı. Bazen Diana da denen Efes tanrıçası Artemis, Yunan Artemis'iyle aynı değildi. Yunan Artemis'i av tanrıçasıydı. Efes Artemis'i ise belinden omuzlarına kadar birçok göğüsle resmedildiği gibi verimlilik, bereket ve doğurganlık tanrıçasıydı. Dipteros planlı (cella etrafında iki sıra sutun bulunan) büyük ion tapınaklarına karakteristik bir örnek oluşturan Efes Artemis Tapınağı’nın geçmişi çok eskilere dayanır. Eski açık hava kutsal alanı ortasında bir naiskos veya sunağın derece derece büyütülmesi sonucu 4. evrede megaron tarzında bir tanrı evi oluşturulmuştur. Burada bulanan Myken (M.Ö. 14. yüzyıl) ve daha öncesine ait seramikler bunu kanıtlamaktadır. M.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında daha sonraki Arkaik tapınağın avlusu içinde kalacak olan 4X8 sütunlu (6,5X13.5 m. ölçülerinde) ve içinde açık bir cellası olan antik dünyanın en eski peristilli tapınağı vardı. Cella’da kült heykelinin (Ksoanon-Ahşap Tanrı Heykeli) durduğu altı sütunun desteklediği küçük üst örtüsü bulunuyordu. Temel ve duvarları yerel kireçtaşı olan Marn taşından inşa edilmişti. Bu peripteros, sürekli su altında kalma tehlikesiyle karşılaştığı için yapının zaman içinde yükseltilmesi gerekmiştir. Bu nedenle M.Ö 7. yüzyıl sonu ile 6. yüzyıl başında batı cephesinde anteleri olan C Tapınağı inşa edilmek istenmiş ama Arkaik dipteros planlanınca bu inşaat durdurulmuştur. Peripteros planlı yapının sütunlarının ahşap oluşu dışında üst yapısı hakkında bilgimiz yoktur. Eski sunak ve tapınaklar üzerine inşa edilen ve en kutsal bölüm merkezde kalacak şekilde planlanan büyük yapı antik dünyanın ilk mermer tapınağıdır. Tapınak, sonraki yüzyıllarda birkaç kez tahrip olmuş ve yeniden inşaa edilmiştir. M.Ö.600'lerde Efes şehri büyük bir ticaret limanı haline geldi ve Chersiphron adlı bir mimar yüksek taş kolonları olan yeni ve büyük bir tapınak inşaa etti. Lidya kralı Croesus, M.Ö.550'de Efes'i ve Anadolu'daki diğer Yunan şehirlerini fethetti. Bu savaş sırasında mabet tahrip oldu. Croesus, mimar Theodorus'a daha öncekilerin hepsini gölgede bırakan yeni bir mabet yaptırdı. Yeni tapınak öncekinin 4 katı büyüklükte 90 metre yükseklikte ve 45 metre genişlikteydi. Masif bir çatı, yüzden fazla taş sütunla destekleniyordu İnşaat sırasında bataklık zeminin sağlamlaştırılması için mimar Thedoros’un önerdiği temele odun kömürü yayma düşüncesi uygulanmıştır. M.Ö. 560 yılında mimarlar Samoslu Theodoros, Metagenes ve Khersiphron’un planlarına göre yapımına başlanan tapınağın mermerleri Belevi yakınındaki ocaklardan getirilmiştir. Eski geleneğe göre doğu-batı yönünde inşa edilen Arkaik tapınağın ölçüleri 115X55 m.’dir. Önde ve arkada 8’er, uzun taraflarında 20’şer sütun olmak üzere toplam 106 sütun kullanılmıştır. Bu durum tapınağa olağanüstü büyük ve ekileyici bir hacim kazandırmıştır. Cella kısmının üzeri büyük olasılıkla açık kalmıştı. Böylece eski açık hava tapınağı karakteri sürdürülmek istenmiştir. Aynı gelenek Didyma Apollon Tapınağı’nda da tekrarlanmıştır. İon düzenli sütun başlıklarının iri kıvrımlı ilk özel örneklerini taşıyan yivli sütunların yüksekliği 19 m.’yi buluyordu. Bu tapınağın ana cephesi olan batı cephesinde Lydia kralı Kroisos tarafından hediye edilmiş, gövdelerinin alt kısmı kabartmalarla süslü sütunlar vardı (columnae caelata’lar). Bu sütunlardan bazıları ise kabartmalı dikdörtgen postamentler (kübik kaideler) üzerinde duruyordu. Didyma Apollon Tapınağı ile cella planlamasında görülen benzerlik kabartmalı sütun kaidelerinde de görülür. İon geleneği İonya’nın sınırlarını çok çabuk aşmış, doğuda Pers saraylarına, batıda Delfi’deki Sifnos Hazine Binası’na ulaşmıştır. Sifnos Hazine Binası, alınlık ve frizlerdeki zengin plastik süslemelerinin yanı sıra cephesinde yer alan sütun yerine ayakta duran kadın heykelleriyle (karyatid’ler) İon düzeninin batıdaki ilk temsilcisi olarak ortaya çıkmaktadır. M.Ö. 5. yüzyılda özellikle atletizm, şiir, müzik alanlarındaki yarışmalara heykel sanatına ilişkin bir yarışma daha eklenmiştir. Heykeltraşlardan Efes Artemis tapınağı için bronz Amazon heykelleri yapması istenmiştir. Yarışmaya Phedias, Polykletos, Kresilas ve Phradmon adlı ünlü heykeltraşlar davet edilmişler ve bunların yaptığı dört amazon heykeli Arkaik tapınağı süslemek üzere seçilmiştir. Bir sanat olayı sayılan bu yarışmanın Arkaik tapınağın tamamlanması ve M.Ö. 450 yılındaki Kallias barışını kutlamak üzere düzenlendiği öne sürülse de doğu ile batı arasındaki çekişmenin simgelendiği kabul edilmektedir. Bunlar doğudan gelen ve Lydialıları yendikten sonra tapınağı ele geçiren Persleri simgeliyorlardı. Antik kaynaklara göre Eski Artemision denilen Kroisos Tapınağı, adını tarihe yazdırmak isteyen Herostratos tarafından M.Ö. 356 yılında yakılmıştır. Bu olay gecesi Büyük İskender’in doğduğu söylenmektedir. Efes kenti için çok önemli olan bu tapınağın yerine hemen yenisi yapılmak istenmiştir. Yeni tapınak için M.Ö. 4. yüzyıldaki deniz seviyesinin yükselmesi nedeniyle yüksek bir platform yapılması gerekmiştir. Yeni yapının mimarları Paionios, Demetrios ve Kheirokrates olarak bilinmektedir. Planı yaklaşık olarak 2,76 m. alttaki Arkaik Tapınağın planıyla büyük benzerlik göstermektedir. Eski tapınak kalıntıları temel olarak kullanılmış gibidir. Arkaik tapınağın kabartmalı sütunları dahil olmak üzere neredeyse tüm yapı öğeleri aynen kullanılmıştır. Planda, ön cephede üç sıra sütun, arkada 9’lu sütun sırası, opistodamos ve alınlıkta kapılar gibi bazı değişiklikler vardır. Tapınağın batısına yeni bir sunak inşa edilmiştir. Antik kaynaklara dayanarak sütunların yüksekliğinin 18.40 m. olduğu hesaplanmıştır. Bunların altında ve üstündeki zengin süslemeli kabartmalarda (mimari heykeltraşisinde) dönemin üç ünlü heykeltraşı görev almıştır. Bunlar Lissippos, Leoharas ve Skopas’tır. Özellikle Columnae celata’ların Skopas tarafından yontulduğu kabul edilmektedir. M.Ö. 4. yüzyılda yapılan tapınağın tüm Hellenistik Dönem boyunca hizmet verdiği anlaşılmaktadır. Augustus zamanında Temenos içinde yeni düzenlemeler ve tamirler yapılmıştır. Ferman yazıtlarıyla kaplı Temenos duvarı bazı yerlerde Strabon’a göre tapınaktan 180 m. daha uzaktaydı. Bu sınır asırlardır süregelen sığınma hakkı sınırını belirliyordu. Artemis temenosunun içine Augustus ve ondan sonra gelen bazı imparatorlar için sebasteion denilen kült yapısı inşa edilmiştir. İmparator Titus Zamanı’nda (M.S. 79–81) bazı onarım ve bakım çalışmaları yapılmıştır. Artemision M.S. 263 yılında Gothlar tarafından yağma edilmiştir. Aynı yıl meydana gelen deprem yapının cella duvarlarını fazlaca yıpratmış olmalı ki duvarların iç kısımına destek ayakları yapılmış ve bir süre daha tapınağın ayakta kalması sağlanmıştır. Bu ayaklar A. Bammer tarafından Bizans Dönemi Bazilikası’nın ayakları şeklinde yorumlansa da tapınağın bazilika olarak kullanılması tartışmalıdır. Zaten M.S. 380 yılında yayınlanan bir fermanla eski tapınakların yıkılmasına izin verilmiştir ve 400 yılında da Artemis kültünün tamamen son bulduğu anlaşılmaktadır. Artemis Tapınağı’nın bulunuş öyküsü ve ilk kazılar: Anadolu’da eski uygarlıklara ait kalıntıların çokluğu ve çeşitliliği 16. yüzyıldan beri Avrupalı gezginlerin ilgisini çekmiştir. Özellikle British Museum ve Luvr Müzesi’nin açılışından sonra İngilizler ve Fransızlar tarafından yapılan araştırma gezileri artmıştır. 1838–1842 yıllarında Lykia Bölgesi’nde çalışan C. Fellows Ksanthos anıtlarını British Museum’a taşımış ve bunu 1846 yılında Halikarnassos Mavsoleum kabartmaları izlemiştir. Bunlar Londra’daki British Museum yetkililerinin ilgisini iyice artırmış olacak ki bu yıllarda diğer harika Efes Artemisionu’nun aranması için çalışmalar başlamıştır. Bu amaçla 1845 yılında bir başka İngiliz E. Falkaner Efes’teki ilk araştırma ve kazılara başlamıştır. Fakat tapınağı bulmak 1869 yılında Mühendis John T. Wood’a kısmet olmuştur. Wood, kazılara başladığı günleri şöyle anlatır: “1863 yılında başlattığım kazılarda amacım uzun zaman toprak altında saklı kalan büyük Diana Tapınağı’nın kalıntılarını ortaya çıkarmaktır. Toprak üzerinde hiçbir kalıntı olmadığı için birçok kişi böyle bir yapının varlığından bile kuşku duyuyor.” Wood, yayınlarında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kazı iznini alışını ve devamını şöyle anlatır: “British Museum’dan Bay Trustees’in yardımıyla kazı izni aldıktan sonra 1863 Mayıs ayında kazılara başladım. Ephesus ve Kolophon’da antik eserleri aramak için 12 aylık bir zamanım vardı. Bulduğum eserleri yurtdışına çıkarabilecektim ama birer kopyasını Osmanlılara vermek zorundaydım. Kazılara başlamak için kazı yapılacak yerlerin sahipleriyle anlaşmak şarttı, bu da gecikmelere neden oluyordu.” Wood, başlangıçtaki kazı giderlerini kendisi finanse ediyordu. O dönemlerde kazıyı kendi parasıyla yapmak, bulunan eserleri Biritish Museum veya başka müzelere satmak bir gelenek halini almıştı. Ancak şartları ağırlaşan kazı giderlerini kendi başına daha fazla finanse edemeyen Wood, bir süre sonra Biritish Museum’dan para yardımı istedi ve aldı. Bu nedenle Wood’un kazıları “Para karşılığı başarı” ilkesine dayanır. Kazı masraflarıyla bulunan eserlerin parasal değerleri karşılaştırılır. Böyle başlayan Efes Artemis Tapınağı kazılarında sonuç ancak 6 yıl sonra alınabildi. Yine Wood’un satırlarıyla tapınağın bulunuş öyküsü şöyledir: “1869 yılının son gününde, uzun zaman öncesinde izi kaybedilen ve yine uzun zamandır tekrar aranan tapınağın mermer temelleri yaklaşık yirmi feet (altı metre) derinlikte toprağın altında bulundu. İşcilerden biri beyaz mermerden büyük ve kalın bir temele rastladığı zaman bunun tapınağa ait olabileceğini düşündüm. Sonraki üç gün bayram olduğu için işçiyi birkaç saat daha fazla çalışması ve biraz daha kazması için ikna ettim. 1870 yılbaşı günü bu temelin en sondan bir önceki tapınağa (Arkaik Tapınak) ait olduğu anlaşıldı”. Artemision buluntuları 19. yüzyıl sonlarında Anadolu’da kazılarla ortaya çıkarılan eserler arasında özel bir yere sahiptir. Wood’un kazıları sonunda Artemision’un bir fantazi olan dünya harikası özelliği gerçeklik kazanmış ve antik çağın dünya harikalarına duyulan ilgi o yıllardan sonra artmıştır. Avusturyalılar 1895 yılnda Efes kazılarına başladıkları zaman Artemision onların da ilgi odağı olmuştur. Çünkü Wood’un kazılarında tapınağın sunağı bulunmamıştır. Bu kazıları başlatan O. Benndorf 1881 yılından itibaren mimar ve fotoğrafçılardan oluşan bir ekiple Lykia’da araştırmalar yapmış ve Trysa Heronu kabartmalarının Viyana’ya götürülmesini sağlamıştır. İyi bir organizatör olan Prof. O. Benndorf Efes için kazı izni aldığı günlerde (1894) Osman Hamdi Bey kendisine bir de mektup yazmış ve eski eserlerin 1884 yılında kabul edilen yeni Asar-ı Atika Nizamnamesi’ne göre yurt dışına çıkarılmasının mümkün olmadığını sert bir şekilde uyarmıştır. Buna rağmen Benndorf Efes’ten Viyana’ya eser götürmeyi başarmıştır. Bunda, o dönemin Avusturya-Osmanlı siyasi ilişkileri ve devlet adamları rol oynamıştır. O. Benndorf Artemision kazılarına başlarken kendisinden daha deneyimli olan Alman C. Humann’ı bulmuştur. Humann 1878–86 yıllarında Bergama’da, l892 yılında Magnesia’da çalışmış başarılı bir arkeologdur. 1895 yılının Mayıs ayında İzmir’de olan Humann’ın not defterinden anlaşıldığına göre: Artemision kazısı için Viyana’dan 660 Türk Lirası gelmiştir. Önce bunun 51 lirası 6 dönümlük arazinin alınması için harcanır. Bu arazi alımları daha sonra tapınağın güneyinde ve batısında sürdürülür. Fakat Humann sunak bulma çalışmalarından olumlu bir sonuç alamadan Efes’ten ayrılır. Sunak 70 yıl sonra Avusturyalı mimar A. Bammer tarafından bulunacaktır. Efes Artemis Tapınağı’nda 1904–1905 yıllarında bir başka İngiliz daha çalışmıştır. Bu arkeolog, yine British Museum adına kazılara devam eden D.G. Hogarth’tır. Hogarth Avusturyalıların tapınak dışında sunak bulma işiyle ilgilenmeyip Wood’un yarım bıraktığı tapınak merkezindeki araştırmaları tamamlamaya çalışmıştır. Burada Arkaik tapınaktan daha eski temeller bulmuş ve incelemiştir. 1965 yılında Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından yeniden başlatılan kazılar 2000 yılına kadar devam etmiştir. Son yıllarda yayına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Wood’dan bu yana 140 yıl geçmiştir. Artemison’da yapılan bu kazılar sonunda, M.Ö. 6. yüzyıl ortalarına ait Lydia Kral Kroisos’un yardımlarıyla ilk kez inşa edilen ve M.Ö. 365 yılında yakılan tapınakla bu tapınağın yerine M.Ö. 340–330 yıllarında yeniden yapılan tapınak ve büyük sunağı dünyaya tanıtılmıştır. Bunların yanı sıra tapınağın merkezi kısmında yapılan derin kazılarda daha erken döneme ait yapılar arasında dünyanın en eski anıtı olan peripteros planlı tapınak bulunmuştur. M.Ö. 8. yüzyıla ait bu yapı, çevresi sütunla çevrili ilk tapınak olma özelliğini halen korumaktadır. Artık Efes Artemisionu hakkında bilgilerimiz daha da artmıştır. Bilinmeyenler yalnızca kült heykelleri ve Arkaik Artemision’un mimari süslemeleri değildir. Yapının tarihlemesi, planı ve cephe görüntüleri hakkında büyük fikir ayrılıkları vardır. Bunların çözümü için uygulanan kazıların çamur içinde yapılması eskiden önemli bir faktördü. Fakat daha büyük zorluk bu büyük tapınağın uzun yıllar Efes’teki bazı yapılarla, kiliseler ve camilerin yapımı için taş ocağı olarak kullanılmasıdır. Artemisiondan Arkaik Döneme ait Kadın Başı: Env no 1/18/ 77 Uzunluk 16 cm, Genişlik 10,5 cm Yükseklik 4,5 cm ince tanecikli, kirli beyaz bir mermerden yapılmış kadın heykelinin sağ baş kısmıdır. Sağ göz, sağ yanak, sağ kulağın önündeki saçların tümü sağlam kalmış diğer kısımları ise eksiktir. Sağ göz ve burunun bir kısmı sağlam olan başın aşağıya doğru sarkan saçları ve saçların üzerinden geçen diademin bir kısmı sağlam kalmıştır. Yanağın alt kısmından itibaren bu başın alt kısımları bulunamamıştır. Başın derinde duran gözü esere hülyalı bir anlam kazandırmaktadır. Çekik göze sahip olan bu başın göz kapakları hafif kabartılıdır. Arkaik dönem eserlerinin en belirgin özelliği olan Arkaik Gülümsemeye bu eserde rastlamamaktayız. Şakaklarından aşağıya doğru dalgalı bir şekilde dökülen saçlar asimetrik olarak irili – ufaklı işlenmiştir. Dalgalı bir şekilde aşağıya doğru uzayan saçların uç kısımları küçük buklecikler yaparak başın yanak kısmından aşağıya doğru uzamış küçük buklecikler bu doğrultuda baş üzerine yerleştirilmişlerdir. Eserin duruşundaki sakinlik ve estetik bize ünlü bir Heykeltraş tarafından yapıldığını hissettiriyor. Peki, bu baş nereye aittir diye bir soruyu kendimize soracak olursak cevabımız ne olmalıdır? Normal insan ölçülerinden küçük olan bu baş tapınağın kabartmalı sutunlarına ait olamaz. Diğer bir bakışla yüz ifadesi ve göz işlenişi kabartmalı sutun kaidelerinden olduğu tespit edilen diğer bir başı anımsatmaktadır.[41] Ama saç biçimi bu esere göre farklıdır. M.Ö. 6 yy ortalarında inşasına başlanan Arkaik Artemis Tapınağının Heykeltraşlık eserlerinin M.Ö. 6 yy dan önce yapılmış olabilecekleri düşünülemez. M.Ö. 555 yılında temeli atılan Arkaik Tapınağın inşası 120 yıl sürmüştür. Saç biçimi bakımından Delphoi Sifnoz hazine binasında bulunan eserlerle karşılaştırmamız daha doğru olacaktır.[42] Her iki eserde de saçların dalgalı bir şekilde gösterilmiş olup kordan şeklinde bir bant saçları baskın şekilde tutmaktadır. Artemis Tapınağı eserlerinde yumuşak bir uslup hakimdir. Wood ve Hogarth’ın kazılarında ele geçen mimari ve Heykeltraşlık eserlerin bir kısmının Krezüs zamanında inşasına başlanan tapınağa ait oldukları tespit edilmiştir.[43] Elimizde ki baş parçası bu Heykeltraşlık eserleri ile yalnız ebatsal olarak uyum sağlamakla kalmamış saçların işleniş şekli, yüz ifadesindeki incelik ve mermer kalitesi bakımından dolayı da büyük benzerlik göstermektedir.[44] Büyük bir ihtimalle bu eser tapınağın Simasına aittir. Elimizde bulunan bu baş parçasının tapınağın Simasında bulunan bir figüre ait olabileceğini düşünmekteyiz. Bu baş üzerindeki tarihsel araştırmalar sonucu Delphoi deki Sifnoz hazine binasındaki figürler ile çağdaş olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bu eseri M.Ö. 530 – 550 yılları arasına tarihlemek daha doğru olsa gerek.

IV. HELENİSTİK DÖNEM EFES KENTİ: HELENİSTİK DÖNEM TARİHÇESİ:

Makedonya Kralı II. Philiph’in Olimpiastan olan oğlu Büyük İskender’in Makedonya da tahta geçmesi ile başlayan M.Ö 330 ve Actium Deniz Savaşına kadar geçen süre aralığına M.Ö 30 Helenistik Dönem adı verilir. Büyük İskender 12 yıl 8 ay süren krallığı döneminde ilk önce M.Ö 334 te Granikos Savaşında ardından M.Ö 333 te İsos Savaşında ve daha sonra M.Ö 331 yılında Gaugumela Savaşında Persleri yenilgiye uğratarak Yunan dünyasında büyük bir kahraman olarak anılmaya başlar. Büyük İskender kazandığı bu başarılar sonrası büyük hedefler düşlemektedir. Bunların başında Yunan dünyasını tek çatı altında toplamak, Yunan dünyasına kalıcı barış getirmek ve insanoğlunun giremediği çöllerden geçerek Büyük Asya Seferine çıkmaktır. 1. hedefi olan Yunan kültür birliğini sağlamış, Yunan dünyasını pers esaretinden kurtarmış ve Büyük Asya Seferi İçin hazırlıklara başlamış karısı Roxane kız kardeşi Kleopatra ve oğlu IV Alexander’i geride bırakarak Büyük Asya Seferine çıkmıştır. Sefer dönüşü 323 yılında Babilonda ölmüştür[45]. Ölüsü Mısırlı Ptolomeioslar tarafından Büyük İskender’in adıyla anılan Alexanderia (İskenderiye) şehrine gömülmek üzere mısıra kaçırılmıştır. Büyük İskender’in ölümünden sonra egemenliğindeki topraklar İskenderin komutanları tarafından paylaşılmıştır. Bu paylaşıma göre… Antigonos’a = Trakya ve Makedonya Çevresi Ptolomeios’a = Mısır ve Çevresi Lsymakhos’a = Batı Anadolu ve Çevresi Seleukos’a = Suriye, Irak ve Çevresi Her biri İskender’i örnek alan İskender gibi bir kahraman olmayı düşünen komutanlar arasında kıyasıya bir mücadele başlamıştır. Ardıllar (diadoch) dönemi olarak adlandırdığımız bu süre içerisinde birçok savaş gerçekleşmiş komutanlar birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışmışlardır. İskender ölmeden önce yüzüğünü kardeşi Kleopatra’nın kocası olan komutan Perdikkas’a vermiştir. Perdikkas Kapadokya’nın çoğuna hakim olan Ariarethes’e karşı savaş yürütmek için Eumenes’i görevlendirmiş ve Eumenes’e yardımcı olmaları içinde Antigonas ve Leonnatos’u görevlendirmiştir. Ancak Antigonas ve Leonnatos bu emre uymamışlardır. Emirlerine uyulmayan Perdikkas Anadolu’ya girip Ariarethes’i yenip çarmağa gerdirmiştir. Antigonas’a elçi gönderip neden emrine uyulmadığını sordurtmuştur. Bunun üzerine Antigonas Makedonya’ya Antipatros’un yanına sığınmıştır. Antipatros’a Perdikkas’ın İskenderin yerini almak istediğini anlatmış Ptolomeioslarla yapılan görüşmeler sonucu Ptolomeioslarıda kendi yanlarına çekmişlerdir. Böylece Büyük İskender’e ardıl (diadoch) olma savaşları başlamıştır[46]. (M.Ö 322) Perdikkas kendisiyle birlik olan Eumenes’e , Krateros ve Antipatros’u engelleme görevini verdi. Kendisi Ptolomeioslar’ın üzerine Mısır’a yürüdü. Krateros Eumenes tarafından öldürüldü Perdikkas Ptolomaioslara yenildi ve ordusu Ptolomaiosların ordusuna katıldı. (321) Birleşmiş krallar Eumenes ve diğer Perdikkas yandaşlarının Orantes/Asi Irmağı Kıyısında öldürülmesine karar verdiler ve kral naibi olarak Antipatros’u seçtiler. Yapılan yeni toprak paylaşımı ise şöyle idi… Mısır = Ptolomaioslara Babil Yöresi = Seleukos’a Suriye = Laomedantos’a Lidya Bölgesi = Kleitos’a Klikia = Philaxenos’a Likya ve Frigya Bölgesi = Antigonos’a Mezopotamya = Amphimachos’a

ANTİGONOS DÖNEMİ OLAYLARI:

(M.Ö 321 – 301) Antigonos atlı savaşçılarını ovada daha iyi savaşacağını düşünerek Sardes civarına Eumenes üzerine yürüdü. Antigonos M.Ö 321 – 320 yıllarında Eumenes’in ordusunun bulunduğu Kapadokyaya saldırdı. Kuşatmada kalan Eumenes’e Antigonas barış önerdi ama Eumenes bu öneriyi kabul etmedi. SELEUKOS DÖNEMİ: M.Ö 281 yılında Kuroipeidon savaşında Lsymakhos’u yenen Seleukos 280 yılında Lsymakhos Devletinin Başkenti Lsymakeia’ya gelmiştir. Keraunos (Yıldırım) Ptolomaios tarafından öldürülmüştür. Keraunos Antipatros’un kız kardeşi Eurydike ile I. Ptolomeiostan olan çocuktu. I. Ptolomaios daha sonra Eurydikeden boşanmış başka biriyle evlenmişti. Bu kadından olan II. Ptolomaios Philedelphos (kardeşini seven) M.Ö 283 babası I. Ptolomaios’un ölmesiyle tahta çıkmıştır. Keraunos Seleukos’u öldürüp Lsymakhos’un öcünü aldı. Lsymakhosun topraklarının bir kısmını ele geçirdi bu krallık M.Ö 279 da son buldu. Antigonos’un torunu, Demetrios’un oğlu Antigonas Gonatas hâkimiyeti ele geçirdi. Epeiros Kralı Prryos Makedonya’ya gelip Gonotas’a saldırarak savaşı kazandı. Prryos’un kısa süre içerisinde ölmesiyle bu topraklara yine Gonatas sahip oldu. M.Ö 225 te tahta çıkan Seleukos Kralı III. Seleukos Phirigyada askerlerin ayaklanması sonucu öldürüldü. Yerine III. Antiachos (megas=büyük) geçti. Megas’ın yeğeni Akhaios Sard da Attallos’u yendi.(M.Ö219) Kıyıdaki Myrina, Kyme, Phokia Attallostan ayrılıp Akhaiosla anlaşma imzaladılar. Pontus Kralı Mitradates kızını Akhaios’a verdi. Bu yakınlığı gören Bergamalılar Galatlar ve III. Antiachos ile anlaştı. (M.Ö 218) Galatları Çanakkale civarına yerleştirdi. Bithynia Kralı I. Prousias galatları kılıçtan geçirdi. III. Antiachos Akhaios üzerine yürüdü. Sardeste 3 yıl kuşatmada kalan Akhaios öldürüldü. Antiachos Demre, Limra, Patara, Xantos kentlerini toprakalrına kattı. Efes’i ele geçirdi. Yunanistan’daki yardıma giden III. Antiachos’un Yunanistanı ele geçirmesinden korkan Roma İmparatorluğu Thermopyloi geçidinde Antiachos’u sıkıştırdı burada olan savaşı Roma İmp kazandı. (M.Ö 191) Bir yıl sonra Bergama Krallığının Roma İmparatorluğuna yandaşlık yaptığı savaşta Magnesia Savaşında yine yenildi. Bu savaş sonrası yapılan Apemeia Barışına göre Antiachos Toroslara kadar çekilecek bu toprakları Bergama Krallığına bırakacaktı. (M.Ö.190)

LSYMAKHOS DÖNEMİ:

Daha önce Trakya’ya hakim olan Lsymakhos’a yapılan anlaşmalar sonrası Torosların kuzey kısımları da verildi. Bazı bölgeleri egemenliği altına alan Lsymakhos bazı bölgeleri ise hiç alamadı. Örneğin Bithynia kralı Zipoiteis’i yenip Bithynia’yı, Paphlagonia ve Pontusuda ülkesi topraklarına katamadı. Karia, Likya, Pamphylia’yı topraklarına kattı. Demetrios Fenike de Tyros, Sidon, Anadolu da Efes, Milet kentlerini ele geçirdi. Demetrios kızı Strotonikeia’yı Seleukos’a verdi. Ptolemaios ve Lsymakhos Seleukos’a karşı birlik kurdular. Pyrrhos ile Lsymakhos Makedonya’ya saldırıp krallık topraklarını ele geçirdiler. Demetrios Seleukos üzerine yürüdü esir düştü. M.Ö. 283 de 55 yaşında öldü. Demetrios ölünce yerine oğlu Antigonas Gonotas’ı bıraktı. Bu dönemde çok güçlü olan Lsymakhos Batı Anadolu, Anadolu, Trakya, Makedonya’yı elinde bulunduruyordu. Lsymakhos’un yaptığı mimari işler olarak Gelibolu da bulunan Lsymakeia, Alexanderia Troas ve Efes şehirlerini kurmasını gösterebiliriz. Smyrna kentini tamamlayanda Lsymakhostur. Mısır kralı I. Ptolemaios kızı Arsinoe’yi Lsymakhos’a vermiştir. Arsinoe Lsymakhos’u kışkırtarak oğlu Agathokles’i öldürtmüştür. Agathokles’in karısı Lysandra ve Lsymakhos’un birçok askeri kaçarak Seleukos’a sığındılar. Seleukos Lsymakhos’a savaş açtı M.Ö. 281 yılında Manisa yakınlarında yapılan Kurou Peidon savaşında (oğlan ovası ) Lsymakhos ölmüştür.

IV. HELENİSTİK DÖNEM EFES KENTİ

IV. A.HELENSTİK DÖNEM EFES KENTİ VE KURULUŞU:

İskender’in generallerinden olan Lsymakhos diğer generallerle giriştiği mücadeleler sonucunda 9000 talentlik hazineyi Bergama’ya getirmiş, Phileteros adlı bir subayı hazineyi koruması için görevlendirmiştir. İskender’in ölümünden sonra tüm İonia gibi Efes’te Lsymakhos’un egemenliği altına girdi. (M.Ö. 290) O sırada Liman Panayır Dağının kuzey eteği ile Kystros Nehrinin ağzı arasındadır. Nehrin taşıdığı miller ile Liman dolmaya başlamıştır. Kentin konumun değişmesi gerektiğini düşünen Lsymakhos Efes’i başka bir yere kurmayı düşünür. Ancak kent halkı kendileri için iyi olacak bu gelişmeye ilgi göstermez. Bu konuda kararlı olan kral Lsymakhos yağmurun şiddetli yağdığı bir günde kentin akçaklarının tıkanmasını emreder ve böylece kenti suyun basması ile kentin yaşanmayacak bir halde olduğunu halka göstermiştir. Lsymakhos Efes’i Arkaik Nekropol’ün üzerine yani bugün gezilen yere Mısır kralının kızı ve karısı olan II. Arsione adına yeniden inşa etmiştir. Yeni kent geniş bir alana yayılmış kentin etrafı 9. 65 km uzunluğunda Helenistik sur duvarıyla çevrilmiştir. Eski Liman terkedilmiş Panayır dağının alt kısmına yeni bir Liman yapılmıştır. Artemision’a 2 km uzaklıkta olan bu kente kimse gitmek istemiyor belki de kutsal tanrıçaları olan Artemis’i bırakmak istemiyorlardı. Yeni kentte caddeler birbirini dik kestiği halde (Hipodamik Plan) kutsal tanrıçaya saygısızlık yapılmaması için Artemision’a giden kutsal yolun güzergâhını değiştirmemişlerdir. Arsione ilk hanımlarından birinin oğlu olan Agotokles’i öldürmesi için Lsymakhos’u kışkırtmış ve Agotokles’i öldürtmüştür. Bu kargaşadan yararlanan Phileteros hazineye sahip olmak için Seleukoslarla anlaşmıştır. Seleukoslar ile yapılan savaşta ilginçtir ki Efesliler kendi kralları Lsymakhos’u değil Antiachos’u desteklemiş Seleukos kuvvetlerinin kente girebilmesi için surlara delikler açmışlardır. Lsymakhos’un ölümünden sonra Efes bir süre Seleukosları daha sonra Ptolemaiosları desteklemiştir. Antiachos’un karısı Laodike kocasını Mısır’a karşı kışkırtıyor iki ülkenin arasını açmak istiyordu. Zeki düşünen Ptolemaios kız kardeşi Berenike’yi Antiachos ile evlendirdi. Antiachos Laodike’yi Efes’e sürdü Laodike burada Danae adlı biriyle gizli bir ilişki yaşıyordu. Çocuklarının hasretine dayanamayan Antiachos 10 yıl aradan sonra Efes’e gelmiş ve burada Laodike tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Bu kadarıyla yetinmeyen Laodike Bernekeden de öcünü almak onu da öldürmek istiyordu. Oğlunu Berneke’yi öldürmek üzere Antakya’ya yolladı. Bu olaydan haberdar olan Efes Valisi Berneke’yi durumdan haberdar etti. O zaman Antakya yakınlarında Daphne Köyünde dokunulmazlığı olan bir Güneş Tapınağı bulunuyordu. Çocuklarını yanına alan Berneke buraya sığındı. Berneke’yi haberdar eden Efes Valisi Laodike’nin baskılarına dayanamayarak Yunanistan’a kaçmak zorunda kaldı. Antiachos Megas’ın baş karargâhı olan kent M.Ö. 190 yılında Magnesia Savaşı sonrası Bergama Krallığına bırakılmıştır. Aristonikos’un Bergama’nın M.Ö. 133 yılında Roma İmp devredilmesine karşı çıkmış ayaklanma başlatmıştır. Bu olayda Efesliler Roma İmp yanında yer almış Kyme kenti yakınlarında yapılan savaş sonucunda Aristonikos’u yenmeyi başarmışlardır. Diğer bir olay ise kurtarıcı olarak ilan edilen Pontus Kralı Mitradates’e destek veren Efesliler kentteki Romalıların öldürülmesi olayını gerçekleştirmişlerdir.

IV. B.HELENİSTİK YAPILAR VE İŞLEVLERİ HELENİSTİK KENT SURLARI

9 km uzunluğunda olduğu düşünülen sur duvarı kral Lsymakhos Döneminde inşa edilmiştir. Fakat günümüze Bülbül Dağı üzerinde 3 km uzunluktaki bölümü ulaşmıştır. Yaklaşık olarak limandan 400 m uzakta bulunan surların kazısı 1912 yılında yapılmış dört odalı bir gözetleme kulesinin varlığı tespit edilmiştir. Kulelerin var oluş amacı Pygela’ya (Kuşadası) giden yolun denetimini ve hâkimiyetini elde tutmaktı. Yazılı belgelere göre sur buradan Astyages adında bir tepeye kadar uzamaktaydı. Surlar arazinin yapısına uyarak batıdan bir kavis çizerek Hermaion adlı bir tepe üzerinden geçerek denizden 300 m yükseklikte bulunan Bülbül Dağı üzerinden devam eder. Sırttan yine devam ederek Magnesia kapısına kadar ulaşırdı. Kent savunması olasılıkla plato üzerindeki üç odalı bir kuleden yönetiliyordu. Surlar ilk yapıldığında yaklaşık olarak 9 m yükseklikte olup 48 adet kule ile bölümlendirilmiştir. Kale duvarları 1,60 m ve 2,50 m arası kalınlıkta olup kurtinler 2,90 ile 3,60 m genişliğinde ve 6,50 m yüksekliğindeydi. Bu yapıda ki duvar tekniği olarak Emplekton tekniği kullanılmıştır. Duvarın örgüsünde dış yüzeyler toprak ve küçük taşlarla doldurulmuş şevli bir yapı görülmektedir.

HELENİSTİK ÇEŞME

Tiyatronun sahne binasının (skaenae) kuzeyinde Helenistik Döneme ait güzel bir çeşme yapısı iyi korunmuş durumda günümüze ulaşmıştır. İlk yapıldığında 3,82 m uzunluğu ve 1,45 m derinliği olan çeşme dikey olanın geniş tarafı, yatay olanın dar tarafı dış yüze gelecek şekilde mermer bloklarla kapatılmıştır. Arka duvarın Orthostatları bir baş profili ile belirlenmiş olup üç aslan başından havuza su akmaktaydı. Yan duvarları başlıklı anta duvarı ile son bulan çeşmenin antaları aralarında İon başlıklı sütunlar, üç fascialı arşitrav, diş kesimi ve Geison sırası bulunuyordu. İon düzenindeki başlıklar hariç profillerin kabartma bezemeleri yoktu. Roma Döneminde bu Helenistik yapı diğer yapıların tersine devşirme malzeme olarak sökülüp kullanılmamış, çeşme yapısı 2 m önüne yol tarafına 2 yivsiz sütun eklenmiştir. Sütun üzerinde bulunan yazıtta suyun Marnas Irmağından buraya getirildiği yazmaktadır.

MEMMİUS ANITI

Efes’teki Geç Helenistik yapılardan günümüze ulaşmış nadir yapılardandır. Romalı diktatör komutan Sulla’nın torunu C. Memmius için yapılmış onur anıtıdır. 1956,1960 yılları çalışmalarında ortaya çıkan yapıtın dizaynı tamamen günümüz fikriyle yapılmış bir abidedir. Bu yapı kareye yakın Rustik (kavisli) biçimli kesme taşlardan yapılmış masif bir kaidenin üzerine oturtulmuştur. A. Bammerin yapmış olduğu çalışmalar sonucunda yapının doğu, güney, batı bölümlerinde sekileriyle küresel nişi olan bir yapı bulunmuştur. Nişler sepet vari başlıklar taşıyan Karyatidler tarafından taşınıyordu. Bammer’in yaptığı Rekonstürüksion çalışmaları sonucu üst yapının atik bir biçimde bittiğini görmekteyiz. Yapılan son çalışmalr sonucu be anıtın Helenistik Dönem kubbeli mezarlarının geleneksel bir örneği olduğu anlaşılmıştır. Buna göre üç tarafının sütunlarla çevrili olduğu üst katı bulunan bir yapı olduğu söylenmektedir. Cella duvarına, sütun aralıklarına yerleştirilmiş kabartmalarda Memmius ailesi ileri gelenlerinin ve kişileştirilmiş Memmius erdemlerinin anlatıldığı düşünülmektedir. Anıta ismini veren Yunanca ve Latince yazılmış olan yazıt birinci katın Arşitrav bloğu üzerinde yer almaktadır.

KAYA KUTSAL ALANI

Panayır Dağının doğusunda Vedius Gymnasionunu Yedi Uyuyanlar Mağarasına bağlayan yol üzerinde önemli bir kutsal alan bulunmaktadır. Teraslanmış yamaçtaki kayaların dikey ön yüzlerine Meter Gallesia çoğunlukla Kybele denilen Anadolu’nun yerel tanrıçası, Zeus, Apollon için yazılar kazınmıştır. Genelde yüksek dikdörtgen şeklindeki derin olmayan nişler içerisinde tanrıça Kybele, Zeus ile (sakallı oduğundan dolayı) ya da Hermes ile (genç olduğu) için betimlenmiştir. Bugün bu kabartmalar Efes Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Bu alan Klasik Dönem 5 yy dan olmak üzere Erken Helenistik Dönemde de kullanılmıştır. Roma Döneminde popülerliğini yitirmiş ve kaderine terk edilmiştir.

ANDROKLOS ÇEŞMESİ

U şeklindeki yapının Dor düzeninde bir kaide üzerinde İon düzeninde açık bir üst katı vardır. Geç dönemlerde eklenen kabartmalardan dolayı Bizans Çeşmesi olarak adlandırılan çeşme İ.Ö.2 yy sonlarında kentin efsanevi kurucusu Androklos için inşa edilmiş Heroon (kutsal yapı) olarak inşa edilmişti. 4 metresi korunan yapının alt katının ana hatları anlaşılmaktadır. Devşirme bombeli taşlarla örülmüş çekirdeğin Dor düzenindeki kaplama mimarisinin köşeleri ortadaki U şeklinin kenarındakiler de dâhil duvar payeleri ile dar kenarlarının ortası ise yarım sütunlar ile hareketlendirilmiştir. Taş bloklardan oluşan kaidenin alt kısmı kapalı olup güneyden geçen bir kanaldan suyun aktığı çeşmenin arka duvarını oluşturuyordu. İon düzeninde yapılmış olan üst katın U şeklinde açık bir sütun mimarisi vardı. Güney tarafı duvarla kapatılan yapının geniş orta kısmı da kemerle vurgulanmıştı. 13 yüksekliğinde olan yapının kenarlarında kabartmalar, üzerinde de savaş sahnesinin betimlendiği bir alınlık bulunmaktadır. Burada mızraklı bir el görülmektedir. Aynı sahnenin Hadrian tapınağı üzerinde Androklos adına sergilenmiş olmasından dolayı bu sahneyi buradan aldıkları kanısını güçlendirmektedir. Pausinias bu olayı anlatımı Androklos adına yapılmış bir anıt olduğu kanısını doğrular niteliktedir. ---Bu yapıların dışında Tiyatronun Alt Cavea ve Skaenae binası ve M.Ö. 3 yy başlarında yapılmış Lsymakhos tarafından yapılan Tetragonos Agora 4 köşeli diğer Helenistik yapılardır.

V. ROMA ÇAĞINDA EFES KENTİ:

Özellikle I. ve II. yüzyıllarda Efes kenti altın çağını yaşamıştır. Roma İmparatorları bu kente büyük önem vermiş birçok Roma İmparatoru da bu kente gelip burada konaklamışlardır. Bu kentte konaklayan Roma İmparatorlara kente birçok yapının inşa ettirilmesini sağlamışlardır. Bu yapıların yapılmasıyla birlikte Efes kenti İskenderiye’den sonra doğunun en büyük kenti olmuş ve nüfusu 200.000’i aşar hale gelmiştir. Çılgınca işler yapmakla ünlenen Romalı İmparator Neron karışıklıktan faydalanarak bir karışıklıktan faydalanarak Artemis Tapınğı hazinesine el koymuş ve hazineyi Roma’ya göndermiştir. Ancak kentin imar faaliyetlerine de yardımcı olmuş Tiyatronun sahne binası ilk kez onun zamanında yükseltilmiştir. Roma İmparatorları ile iyi geçinen Efes kenti İmparatorlar için tapınaklar yapmış ve İmparatorları tanrı düzeyine çıkarmıştır. Zalim bir İmparator olarak tanınan Domitianus M.S 89 – 96 kent halkı adına bir tapınak yaparak önüne kendi heykelinin dikilmesini istemiştir. Kafası ve kolunun ele geçtiği kolosal heykelle birlikte kentlere korku salan Domitianus ile Efesliler iyi geçinmişlerdir. Domitianus’un ölümünden sonra Efes’teki klosal heykeli kırılmış, Roma’daki yazıtlarda geçen Domitianus adı da yazıtlardan silinmiştir. M.S. 98 – 117 yıllarına gelindiğinde Efes kentinin en sevilen kralı İmparator Traianus limanı temizletip imar faaliyetlerine başlamıştır. İmparator Traianus adına kentte bir çeşme ve birde tapınak yapısı bulunmaktadır. İmparator Hadrianus M.S. 117 – 138 yaşanan büyük deprem sonrası Anadolu da birçok imar faaliyetine giriştiği gibi Efes kentine geldiğinde limanı temizletmiş ve sonra kendi adını taşıyan bir tapınak birde anıtsal kapı inşa ettirmiştir. Bu dönemde eğitim sistemi ve hukuk sistemi tamamıyla Romalıların isteklerine göre yürüyordu. Sanatta özgürlük ise vardı. Birçok kurumun adının değişmesine rağmen halk yine Yunancayı kullanıyordu. Ev sokak yaşamında olduğu gibi, kıyafet ve giyiniş tarzı olarak ta Romalılardan büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Ancak evlenme ve ölü gömme törenlerinde eski adetlere bağlı kalınmıştır. Bu dönemde kentin yönetimi Roma Senatosu tarafından gönderilen valiler tarafından yönetilmekteydi. Bu Senatörler eski ve tecrübeli yöneticilerden seçilmekteydi. Efes Asya Eyaletlerinin genel merkezi olduğu için genel valiler burada otururlardı. Kentte konuşulan iki dil vardı. Cadde üzerindeki yazıtlarda üste İmparatorluk (egemen sınıf) dili olan Latince alında da halk dili olan Yunanca tercümesi yer alırdı. Değişmeyen en köklü şey din konusunda olmuştu. Sadece tanrıça Artemis’in adı Diana, Zeus’un adı da Jupiter olarak değiştirilmişti.

V.A. YAPILARIN İNŞASI VE MERMERİN BULUNMASI

Yapıların inşasında ağaç, tuğla, taş kullanılıyordu. Bunların içinde en önemli olanı mermerdi. Peki, Efesliler mermeri nerden temin ediyorlardı. Antik yazarlardan öğrendiğimiz kadarıyla Efesliler önceleri Artemis tapınağını inşa edebilmek için antik dünyanın mermer ocağı konumunda olan Tasos ve Paros adalarından mermer getirmeyi düşünüyorlardı. Fakat pahalı olacağından dolayı bu düşünce rağbet görmemekteydi. İşte bu sırada bir olay oldu. Pixodoros adlı bir çoban sürülerini otlatırken iki keçi kavgaya tutuşurlar. Keçilerden birinin aniden sert bir hamle yapması sonucu çarptığı kaya barçasından bir kısmı koparak aşağıya düşer ve ortaya eşi görülmemiş güzellikte bir mermer çıkar. Mermer olduğunu anlayan çoban kente müjdeli haberi vermek için kente doğru koşar. Olayı kentte büyük bir sevinçle karşılanır. Artık bugünden sonra çoban Pixodoros’un adı müjde anlamına gelen Evangelos olarak değiştirilmiş ve saygınlık kazanmıştır. Bu hikâyeden yola çıkılarak bu mermer ocağının Belevi Köyü yakınlarındaydı. Evangelos ölümünden sonra aziz ilan edilmiş ve burada gömülmüştür. Yapılar ev ve dükkân gibi küçük olanları taş ve tuğladan yapılıyor üstü ahşap çatı ve kiremitlerle kapatılıyordu. Duvarlarına özel bir sıva (stuk) yapılarak bunun üzerine renkli resimler yapabiliyorlardı. Çok zengin olanlar ise belli seviyeye duvarları kadar mermerle kapatıyor, duvarlarına Nişler yerleştiriyor ve çeşmeler yapıyorlardı. Büyük kamu yapıları ise büyük paralar ve uzun zaman harcanarak inşa edebiliyorlardı. Bu tür yapıların yapılabilmesi için 9 km uzaklıkta olan mermer ocağından tonlarca mermer blok kesilmeliydi. Burada mermer ocağının işçilerinin bir gününü anlatan kabartmalar da bulunmaktaydı. Hayvanların çektiği arabalara konan taş bloklar şehre getirilim zanaatkârlar tarafından şekilleniyordu. İş bu kadarıyla kalmayıp yan yana olanlar birbirlerine metal kenetlerle kenetleniyor (kramelloh), üst üste olanlar yerlerine oturtturuluyordu.( dubelloh) Son yapılan araştırmalar ile Efes’in yaralandığı ilk mermer yeraltı ocağının Kuşunin de olduğu ortaya çıkarılmıştır. Buradan 16 – 17 bin metre küp mermer çıkarıldığı saptanmıştır. Yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılan mermer atolyesinde mermerler sadece Efes için kullanılmamış İmparatorluğun diğer merkezlerine de satılmıştır.

V.B. ROMA DÖNEMİ EFES’TEKİ YAŞAM

Roma döneminde halkın yaşamını ev yaşamı ve ev dışı yaşam olarak iki başlık adı altında inceleyeceğiz. a) Ev Yaşamı: Orta yerinde havuz bulunan bir avlu (Atrium) Roma evlerinin en önemli bölümünü oluşturuyordu. Üstü kapalı olmayan çatı sayesinde yağan yağmurlar bu havuza dolardı. Aynı zamanda da yağmur sularının havuz da birikmesi sonucu bu havuzlara İmluyium (yağmurluk) denilirdi. Zenginlerin evlerinde ise durum biraz farklı olup etrafı sütunlarla çevrili Peristil adını verdiğimiz avlular bulunmaktaydı. Üstü açık bırakılan çatı kısmının iki amacı vardı yağmur suyunu toplamak ve eve güneş ışığının girmesini sağlamak. Evlerin konumları ve konforları ekonomik durumlara göre değişiyordu. Zenginler villalarda otururken fakirler gece kondu tarzı müstakil evlerde ikamet ediyorlardı. Efes kentinde bulunan evlerin çoğu zengin ailelere aittir. Çünkü yapısal olarak ve konfor bakımından fakir ailelerin yaşadığı evleri andırmamaktadır. Dış görüntüleri fazla güzel olmayan evlerin iç konforu güzel, duvarlarda resimler, evlerin Tebilunuim adı verilen ( yemek odası) bölümlerinde mozaikler bulunmaktadır. Başlıca duvar resimleri konuları arasında doğa, günlük yaşam ve tiyatro sahneleri yer almaktadır. Evlerde en vazgeçilmez eşya olarak Klineleri gösterebiliriz. İki, üç, dört kişinin üzerine oturup sohbet edebildikleri, yemek yiye bildikleri, Symposium yapabildikleri bir demirbaştır. Bu evlerde geceleri aydınlanmayı sağlaya bilmek için Kandiller ve meşaleler kullanılmıştır. Bu evlerin banyo kısımları hamamlarda gördüğümüz Hippocaust sistemi ile ısıtılmaktaydı. Yapılan bir araştırmaya göre Efes kentinde günlük 8000 metre küp su kullanılmıştır. Zengin evler diye bahsettiğimiz bu evler Efes’te vadinin iki yamacında ve tiyatro çevresinde ortaya çıkarılmıştır. b) Ev dışı Yaşam Efes’te yaşayan bir erkek için en önemli konu politikaydı. Kahvaltısını yaptıktan sonra Forum’a (Agoraya) gider burada hatipleri dinler politik tartışmalar yapılırdı. Eski adıyla Agora dediğimiz bu yapının etrafı sütunlu revaklar ve iç kısmı dükkânlarla çevriliydi. Efes kentinde iki Agora bulunmaktaydı. Bir depremle yıkılmış olan yukarı Agora, Küçük tiyatro diyebileceğimiz Odeon yapısının önündedir. 3 nef’e ayrılmış sütunlu yapının en son bölmesinde dükkânlar bulunur. Buraya devlet agorası denmekteyse de konumu dolayısıyla bir kutsallık içerdiği düşünülmektedir. Bu yapını büyük ithalat ihracat işlerinin yapıldığı ve bunlara ait hukuki davaların görüldüğü bir yer olduğu sanılmaktadır. Bu yapının hemen bitişiğinde borsa işleri ve adli konuların ele alındığı Bazilika bulunmaktadır. Forum dediğimiz yapıyı agoradan ayıran farkı aşağı agorada daha iyi anlıyoruz. Bu agorada sportif oyunlar, Gladyatör dövüşleri, horoz dövüşleri gibi çeşitli aktiviteler yapılır ve bu aktiviteler birçok kişi tarafından da izlenirdi. Meydanın doğu tarafındaki dükkânlar üzerine revakların yapılmasının iki amacı vardı. Yapılan etkinlikleri buradan izleyebilmek ve mermer caddenin trafik yükünü buradan yapılacak geçişlerle azaltmaktı. Rahatına düşkün olan Efesliler evlerine gidiş ve gelişlerde yağmurdan ve güneş ışığından korunmak amacıyla caddelerin iki yanına revaklar yapmışlardı. Yere döşenen mermerlerin altından pis su kanalı geçmekteydi. Evlerin tuvaletlerinden akan sidik kölelerin elbise yıkadıkları çamaşırhanelere gitmekte deterjan niyetine kullanılmaktaydı. Mermer yol (kutsal yol ) diye adlandırılan bu tol kentin bir kapısından diğer kapısına kadar uzanmaktadı. Ayinlerin yapıldığı dönemlerde rahipler bu yolu kullanarak Artemisiona tanrılarının huzuruna çıkarlardı. Limanı büyük tiyatroya bağlayan Arkadiane caddesi adını İmparator Arkadius M.S. 395 – 408 dan almıştır. Çünkü bu caddenin onarımı Arkadius döneminde yapılmıştır. IV. yy da meydana gelen büyük depremlerde zarara uğrayan Efes kenti gerileme dönemine girmiş ekonomik güçleri azalmış ve mermer ocaklarından mermer getirilememesinden dolayı onarım faaliyetlerinde cadde üzerinde bulunan heykel kaideleri, yazıtlar, heykeller kullanılmıştır. Bu yüzdendir ki Efes kentini gezerken mermer döşeli yollarda yazılı taşlar, kabartmalar görürüz. Geceleri bu caddeler büyük meşalelerde zeytinyağı yakılarak aydınlatılırdı. Bir yazıtta bu caddelerin geceleri aydınlatıldığından bahsetmektedir. Belediye sarayı dediğimiz Prytaneion’a çıkan kutsal yolda yolun her iki tarafına yerleştirilmiş aydınlatmak amaçlı kullanılan meşalelerin varlığını orda ki izlerden anlıyoruz. Cadde kenarlarındaki revaklarda çocukların oynaması için damaya benzer şekilde çizgilerin varlığı söz konusudur. 36 bölümden oluşan bir tablo üzerine harfler konulmuş bu harfler yan yana getirildiğinde Yunanca, para kaybı suretiyle büyük neşe yaratan tabla yazmaktadır. Buradan anladığımız kadarıyla bir nevi kumar sayılan oyunun oynanıldığıdır. Demek ki bu oyunlar sadece çocuklar değil büyükler tarafından da oynanıyordu. Cadde üzerinde taşımacılığın yapıldığını mermerler üzerinde Roma atlı arabalarına ait tekerlek izlerinden anlıyoruz. Caddelerde ki diğer bir olayda mermerler üzerine çizilen resimlerdir. Bu resimlerde genellikle sevilen hayvanlar, şahsiyetler, Gladyatörlerin resimleri çizilirdi. Çağımızda görülen tuvalet ve sokak duvarları, kamu yapılarına yazı yazma geleneği antik çağdan günümüze taşınmıştır. Efes Celsus Kütüphanesi’nin soldaki kapı nişlerinden birinde burayı pisleyen kendini pisler diye bir yazı yer almaktadır. Ayrıca burayı pisletenlerin tanrıça Hekate tarafından cezalandırılacağını göstermek içinde buraya Hekatenin tasviri işlenmiştir. Bunun yanında yamaçtaki evlerin birinin duvarında ev sahibinin karısıyla gece de 4 kere ilişkiye girdiği yazmaktadır. Bunların dışında büyük tiyatroya giderken bir mermer plaka içerisinde ayak, kalp, taç, amblemlerinin bulunmasından dolayı bunun Efes’te çalışan bir hayat kadının reklâmı olabileceği söylenmektedir. Yapılan yorumlara göre hayat kadını şunu ifade etmektedir. Kraliçeler kadar güzelim, eğer beni arzuluyorsanız ilerdeki yol kavşağına varmadan solda ki eve gelin. Orada sizi bütün kalbimle kabul edeceğim. Görüyorsunuz kalbim biraz yaralı ama zararı yok orada sana da yer var. Bu hikâye rehberlerin dilinde yabancı turistleri ayartmak, güldürmek için ballandıra ballandıra anlatılmaktadır. Efes’te bir genelevin var olduğu kesindir. Bu genelev kavramı Delosta, Miletosta , Troia da bilinmektedir. Gerek Deloslular’ın köle olarak kullanılması, Miletos’lu ve Troia’lı kadınların seks köleleri olarak kullanıldıkları bilinmektedir. Ama bu resmin bir hayat kadınına ait olabileceği konusunda bir kesinlik yoktur. Zaten büyük ticaret merkezi olan böylesine kentlerde genelev yapılarının bulunmasından daha doğal bir şey olamaz. Ama tam bir genelev denilemese de aşk evi eğlence merkezi demek daha doğru olacaktır. Efes valisi Celsus tarafından yapılan Kütüphanede rulolar halinde 10.000 kitabın bulunduğundan söz edilmektedir. Öğleden sonra zamanın geçirilecek en güzel yer hamamlardı(Gymnasion). İnsanlar burada banyo yapabilecekleri, spor yapabilecekleri, kitap okuyabilecekleri yerler mevcuttu. Burada güreş, boks ve jimnastik müsabakaları yapılır müsabakalar sonrası temizlenmek için yıkanılırdı. İlk başlarda Vedius Gymnasionu, Liman Gymnasionu, Tiyatro Gymnasionu, Doğu Gymnasionu, Skolastika Hamamı Efes’te bulunan banyo yapılabilecek yerlerdi. Daha sonra Gymnasionlar hamam Terme olarak adlandırılmışlardır. Bu yapıların ısınması Hippocaust adını verdiğimiz ısı sistemi, kazan yakılıp ısının alt tabakalara pompalanması ve buharların içeriye verilmesi, memmer blokların arasında Tubuli adını verdiğimiz tuğlalar ile yapılırdı. Bu yapıların Caldrium (sıcaklık), Tepudarium (ılıklık), Frigidarium (soğukluk) bölümleri bulunmaktaydı. Gymnasion ya da hamamların kent dışına griş kapılarının bulunduğu yerlere yapılmasında ki amaç ziyaretçilerin kente temiz girmesi içindir.

SPOR ETKİNLİKLERİ

Yunan Helen dünyasının önem verdiği olayların başında tanrıları adına düzenledikleri oyunlar ve halk için düzenlenmiş olan sportif faaliyetler gelmektedir. Bu aktiviteler Arkaik, Klasik dönemden berri bilinmektedir. Bu şenlikler içerisinde Istmia, Nemeia, Panathenia ve olimpiyatları sayabiliriz. Eğlenceye düşkün olan Yunanlılar kurmuş oldukları her kentte tiyatro yapısını inşa etmişlerdir. Efes’te sportif faaliyetler genellikle Stadium da yapılmaktaydı. Efes Stadiumu’nun kapıları hala yerinde durmaktadır. Buna rağmen oturma yerleri (Cavea) sökülüp St. Jean Kilisesi etrafında ki surları yapım çalışmasında devşirme malzeme olarak kullanılmıştır. Stadiun da yapılan yarışmaları kent valisi yönetirdi. Efes Stadiumun da en sevilen faaliyetler olarak araba yarışları ve Gladyatör dövüşlerini gösterebiliriz. Efes Arkeoloji Müzesinde prokonsül Stephanos’un oyunları yönetir pozda bir heykeli bulunmuştur.

V.C.ROMA DÖNEMİ EFES’TEKİ MİMARİ YAPILAR TİCARET AGORASI

Ephesos Kenti’nin Ticaret Agora’sı Hellenistik Dönem’de kurulmuştur. Agoranın İon düzenindeki batı kapısından ele geçen mimari parçalar, Hellenistik Dönem stil özelliği göstermektedirler. Bununla birlikte 110x110 m. ölçüsündeki dörtkenarı stoalar ile çevrili agoranın, Augustus ve Neron zamanında yapılan eklerle genişletildiği, ayrıca Karakalla Dönemi’nde de büyük ölçülerde restore edildiği anlaşılmaktadır. Agoranın doğusunu oluşturan Dor düzenindeki iki katlı çift katlı stoa, Neron’un (M.S. 54–68) imparatorluğu zamanında inşa edilmiştir. Pazaryerinin güney doğu kapısı ise M.Ö. 4. ya da 3. yılında yapılmıştır. Yanyana üç kemerli geçit biçimindeki kapının attikasında Latince ve Grekçe yazıt bulunmaktadır. Yazıtlarda Agrippa’nın özgür kıldığı iki kölesi, Mazaeus Mithridates tarafından yapılankapının, Augustus, karısı Livia, o tarihte ölmüş damadı Agrippa ve kızı Julia adına sunulduğu yazılıdır. 2,52 m. yüksekliğindeki attikanın üzerine yazıtlar altın yaldızlı bronz harfler ile yazılmıştı. Agoranın ortasında bir horologion yani, bir su ve güneş saati ve bunun çevresinde de yüzlerce heykel bulunmakta idi. Bugün bu heykellerin yalnız kaideleri ele geçmiştir. Agoranın batısında yapılan sondaj mahiyetindeki kazılar çok önemli bilgiler vermektedir. Bu kazı sonucunda burada yaklaşık olarak -0,20 m. kodunda oval planlı bir ev ile karşılaşılmıştır. Bu yapı Geometrik Dönem’e (M.Ö. 8. yüzyıl) tarihlenmektedir. Bu tabaka eski Smyrna olarak adlandırılmaktadır. Bunun üzerindeki katman Erken Arkaik Dönem (M.Ö. 6. yüzyıl) yapılarından oluşmakta ve Geç Arkaik Dönem ile sonuçlanmaktadır. Bunun üzerinde ise Geç klasik ve Hellenistik Dönem yapı katları yer almaktadır. Bu veriler agoranın bulunduğu alanın Geometrik Dönem’den Roma Dönemi’ne kadar kesintisiz yerleşime uğradığını göstermektedir

DEVLET AGORASI

Devam edildiğinde 160x56 m. ölçülerindeki Devlet Agorası’na varılıyor. Agora’nın ortasında Mısır Tanrıçası İsis adına yapılmış tapınağın temelleri görülebiliyor. Bazilikanın kuzey yönünde Odeion (müzik salonu) bulunuyor. Odeionun sağındaki kalıntılar Varius hamamlarıdır. Odeion’dan batı yönüne ilerlediğimizde üç tarafı sütunlu avlu ile çevrili iki küçük tapınak görülür. Tapınaklar Augustus ve Roma’nın kurucu tanrıçasına adanmışlardır. Tapınakların batısında kentin devlet işlerinin görüldüğü Prytaneion da kutsal ateş yanardı. (Efes müzesi’ndeki iki Artemis heykeli burada bulundu.) Devlet Agorası’nın güneybatı köşesindeki çeşmenin ön yüzünü süsleyen heykellerini çoğunu müzede görebilirsiniz. Yan tarafında 50x100 m. ölçülerindeki sekiz basamaklı tapınak İmparator Damition için yapılmıştı. Tapınağın terasının doğusunda dükkânlar sıralanmaktadır. Buradaki meydan Domition Yolu ile Kuretler Caddesi’ne bağlanmaktadır. Yolun üzerinde kemeri görülebilen anıtsal çeşme ile Gaius Memmius anıtı yer almaktadır

KURETLER CADDESİ

Memmius Anıtı’ndan başlayıp Celsus Kütüphanesi’ne doğru eğimli cadde Kuretler Caddesi’dir. Herakles Kapısı’ndan aşağıya doğru inildiğinde sağınızda Trajan Çeşmesi görülür (MS. 102–114). Cadde üzerindeki önemli bir yapı da Hadrian Tapınağı’dır. Yazıtından MS. 117–138 yılları arasında yapıldığı anlaşılmaktadır. Tapınak sonradan yıkılmış ve MS. IV. yy’da restore edilmiştir. Portikonun iç duvarında göreceğiniz dört kabartma süs alçıdan yapılmış kopyadır. Asıllarını müzede görebilirsiniz. Tapınağın arkasında göreceğiniz Skolastika Hamamları MS 10 yıllarında yapılmış, IV. yy’da restore edilmiştir.

EFES TİYATROSU

Ephesos’un iyi korunmuş yapılarının en büyüğü ve en etkileyicisi tiyatrodur. Yaklaşık 100 yıl önce kazısı yapılan tiyatronun kazı ve onarım çalışmalarına bir proje kapsamında 1993 yılında tekrar başlanmıştır. Ephesos tiyatrosu, Bergama ve Miletos gibi batıya bakışımlı tiyatrolardandır. Bu özelliği, oturduğu arazinin Topografik yapısından kaynaklanmaktadır. Arazi, Auditoriumun oturabileceği bütün özelliklere sahip olup Bergama Tiyatrosu gibi çok dik olmasa da, oldukça meyilli bir strüktüre sahiptir. Ancak, kuzey ve güney Analemma duvarının üst Cavealara ulaşabilmesi için yapay bir dolguya gereksinim olmuştur. Çünkü arazi uçlarda hemen hemen sıfırlanmaktadır. Bundan başka Caveada yer yer ana kayanın varlığına dair izler koruna gelmiştir. Böylece, Auditoriumun orta kesiminde sağlam bir zemin oturduğu anlaşılmaktadır. Ephesos Tiyatrosu’nun Auditoriumu, az rastlanan bir şekilde üç bölümden oluşmaktadır. Bunlar İma, Media ve Summa Cavealardır. Auditorium bütünüyle içbükey bir kesite sahiptir. Bu durum, antik kaynaklar tarafından da bildirilmekte olup amaç, akustik ve optik kusurları gidermektir. Auditoriumda her birim, daha alt gruplara bölünerek sistematik bir şema oluşturulmuştur. Cavea aralarında iki tane Diazoma bulunmakta olup bütün Auditorium on iki Kerkides, yani basamakla on bir Cuneus ya da dilime ayrılmıştır. Ima caveadan sonra, Media ve Summa Caveada Kerkideslerin miktarı orantılı olarak artmaktadır; ima Caveadaki on iki Kerkides’e karşılık, Media ve Summa cavea da yirmi üç Kerkides bulunmaktadır. Tiyatro kendi bünyesi içinde sadece Auditoriumda bulunan elli beş bölüme ayrılmıştır. Böyle bir sistemin bir anda yerleşmiş olması beklenmese de tiyatronun, dönemler boyunca yeni isteklere karşılık verecek bir mimari gelişme izlemiş olduğu ortaya çıkmaktadır. Ephesos Tiyatrosu’nda Hellenistik Dönem özelliği gösteren bu kaplama yöntemi, tiyatronun daha sonraki kullanımlarında da orijinale sadık kalınarak devam etmiştir. Bununla beraber bu kaplama bloklarına İn-Situ olarak rastlanılmamıştır. Böyle bir sistemin olabileceği, sadece kazı sırasında ele geçirilen kaplama bloklarının parçalarından sanılmaktadır. Tiyatroda önceden beri bilinen kuzey Analemma duvarı üzerinde yer alan bir yazıt önemli bilgiler vermektedir. Bu yazıt yardımıyla, Roma Dönemi’nde Auditorium üzerinde bir velum, yani çadır bezinden yapılmış bir güneşlik bulunduğunu bilmekteyiz. Geç dönemde Summa Caveanın oturduğu yamacın üzerine bir Bizans kalesinin inşa edildiğine dair önemli kalıntılar bulunmaktadır. Hellenistik Dönem’de yapımına başlanan tiyatronun sahne binası, ilk dönemlerde Priene ve Assos tiyatrolarının sahne binasına (scenae) benzeyen basit bir yapıya sahiptir. Bu dönemde sahne binası auditoriumdan bağımsız olarak orkestra dairesine neredeyse teğet olacak biçimde batıya doğru inşa edilmiştir. Roma Dönemi’nde ise yapı, yeni gereksinmelere cevap verecek şekilde tekrar ele alınmıştır. Ancak tiyatro’da Roma Dönemi’ne ait iki farklı inşaat evresi bulunmaktadır. Böylece ince uzun bir yapı gösteren Hellenistik sahne binası, önden ve arkadan yapılan eklemelerle daha geniş bir form kazanmıştır. Orkestra Hellenistik Dönem’de at nalı biçiminde bir plana sahiptir. Orkestranın tabanı ise ince taneli sıkıştırılmış bir toprak katı ile örtülüdür. Roma Dönemi’nde ise orkestra at nalı şeklini yitirerek yarım daire biçimini almıştır.

STADİUM

Vedius Gymnasiumu’nun güneyinde bulunan stadium, her çeşit törenin, atletik yarışmaların, araba koşularının ve gladyatör dövüşlerinin yapıldığı yerdir. Güneydeki oturma yerleri Pion, yani bugünkü Panayır Dağı etekleri üzerinde bulunmaktadır. Kuzeydeki oturma yerleri ise tonozlu ayaklar üzerine inşa edilmiştir. Oturma yerleri Erken Hıristiyanlık Dönemi’nde Ayasuluk surunun yapılmasında kullanıldıkları için stadium çok tahrip görmüştür. Stadiumun batı yönü girişi, kuzey tonozlu galerileri ve stadiuma girişi sağlayan tüneller, güney-doğuda bulunan oturma yerlerinin kazıları devam etmektedir. Stadiumun doğu ucu daha sonradan gladyatör dövüşleri için kapatılmıştır. Kültür Bakanlığı’nın isteği doğrultusunda, 80 yıl aradan sonra stadium’daki kazılar S. Karwise tarafından 1993 yılı yaz sezonunda tekrar başlatılmıştır. Stadiumda kazılar, stadiumun batısında, yarışların başlangıç yeri olan yerin (aphesis), kuzey-güney doğrultusundaki alanda başlamıştır. Stadiumun bu kısımında ilk evreye ait aphesis çok iyi korunmuş olarak bulunmuştur. İkinci evreye ait sütunlarla desteklenen bir üst yapının postamentleri ve üst yapı elemanları ele geçmiştir. Stadiumun güney batı köşesinde mermer oturma sıralarından bir grup in-situ olarak ortaya çıkarılmıştır. Yine bu kısımda geç dönemde yapılmış bir aquadukt (üstü tonozlu ve kapalı) stadiumun batı analemma tabanı boyunca korunmuş olarak izlenebilmiştir. Kuzey-batı köşede ise stadiumun korunabilen tonozlu galerileri önünde yapılan çalışmalarda ise peristilli bir kilise yapısının temelleri bulunmuştur. Bu yapı, spolie malzeme ile inşa edilmiştir.Burada M.S. 6. yüzyıla ait monogramlı sikkeler bulunmuştur. Stadiumun kuzeyindeki galerilerin dışında yapılan çalışmalarda, stadiumun kuzeyinde ve tribünlere ulaşımı sağlayan merdivenler ve galerilerin kazıları yapılmıştır. Bu alanların dışında daha sonraki yıllarda stadiumun sphendonesine yakın kısımlarda, güney-doğu köşede, oturma sıralarının bulunduğu kısımda araştırma mahiyetinde çalışmalar yürütülmüştür. Bu kısımda stadiumun yaslandığı doğal kaya üzerinde oturma sıralarının yataklarının varlığı görülmüştür. Ayrıca, sphendonenin galerilerinde çalışmalar yapılmaktadır. Arkeolojik kazıların yanında kazısı ve temizliği yapılan tribün ve galerilerde sağlamlaştırma ve restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir.

VEDİUS GYMNASİONU

Efes’in önde gelen varlıklı kişilerinden olan Publius Vedius Antoninus’un M.Ö. 150 tarihinde yaptırdığı, dostu ve hamisi İmparator Antoninus Pius ile tanrıça Artemis’e sunduğu gymnasium, kentin en iyi korunmuş eserlerinden biridir. Hamam ve gymnasium kısımlarından oluşmaktadır. Yapı topluluğunun doğusunda yer alan palaestranın propylonu güneydedir. Propylon’un batısındaki uzun oda tuvalet olup, buraya hem güneyden hem de batıdan yani sokaktan girilebiliyordu. Palaestranın batısında günümüze değin bir bölümü korunmuş önü açık büyük odanın tören ya da imparator salonu olması gerekir. Salonun batı duvarının ortasındaki nişte bir zamanlar yer alan, muhtemelen imparatora sunulmuş heykel bulunmakta idi. Burada yaklaşık M.S. 200 yıllarına tarihlenen bir sofist heykeli bulunmuştur. Nişin önünde bir sunak bulunmaktadır. Planda III numara ile gösterilen ve yapının genişliğince uzanan büyük salon, spor ve jimnastik hareketlerinin yapıldığı yerdir. Ortadaki V numaralı salon, frigidarium yani soğukluk bölümü idi. Odanın kuzeyinde ve güneyinde soğuk su ile yıkanmak için birer banyo teknesi, ortasında ise fıskiyeli küçük bir havuz bulunuyordu. IV numaralı salonun içinde yüzme havuzu bulunmaktadır. XI numaralı odaya künklerle sıcak su gelmektedir. Muhtemelen ılıklık bölümü olmalıdır. X ve XI numaralı odalara yeraltından geçilebiliyordu. Döşeme altındaki bu odalarda küçük kubbeli fırınlar (külhanlar) bulunmaktadır. Bu fırınlarda, geceli gündüzlü yakılan ateşle sürekli olarak sıcak hava sağlanıyordu. Sıcak hava kanallarla XV-XIX numaralı caldarium yani sıcaklık adını alan odaların döşeme altlarına ve içi boş tuğladan tuğladan yapılmış duvarlarına gönderiliyordu. Ayrıca, külhanlarda ısıtılan sıcak su, caldarium odalarındaki sıcak banyo teknelerine gönderiliyordu. Ephesos’da Roma Çağı boyunca, ayrıca Liman Hamamları, Tiyatro Gymnasionu, Varius Hamamı ve Doğu Gymnasionu adları ile anılan yıkanma ve spor yapıları bulunmaktadır. Erken Hıristiyanlık Dönemi’nde bunlara Skolastikia Hamamları ile Bizans Hamamı eklenmiştir.

YAMAÇ EVLERİ

Hadrian Tapınağı karşısında, Kuretler Caddesinin Bülbül Dağı yamaçlarında, zenginlere ait yamaç evlerinin restore edilmiş halini ziyaret edebilirsiniz. MS. 1. yy’a ait bu evlerin bazıları dört kata kadar çıkıyordu. Evlerin zeminleri mozaiklerle, duvarları da freskler ve heykellerle süslenmişlerdi. Sadece döneminin değil, bugünün mimari uygulamaları açısından da son derece mükemmel olan evlerde sıcak ve soğuk su kullanılıyor, duvarlardan geçirilen künk borularla bütün evlerin ısıtılması sağlanıyordu. Evlerin zemin katlarında misafirler için büyük bir salon, mutfak, banyo, üst katlarda ise yatak odaları bulunuyordu. Evlerin ortası aydınlık ve ferahlık hissi uyandıran açık mekânlarla değerlendirilmişti.2 adada yapılan kazıların birincisinde ortaya çıkarılan evlerde taşınabilen bütün eşyalarla, mozaik ve freskler sökülerek müzeye taşındı. 2. adada bulunan 6 evin ikisinin koruma çatısı tamamlandı ve ziyarete açıldı. 1. adadakilerden farklı olarak bu iki evde mozaik, fresk ve eşyalar yerlerinde bırakıldı. Böylelikle evlerin mimari etkileyiciliği kadar, dekorasyon açısından mükemmelliği de gözler önüne serilmiş oldu. Bu iki eve, Skolastika Hamamı’nın karşısındaki merdivenli sokaktan ulaşılabilir. Evlerin alt tarafında anıt mezar ve Bizans Çeşmesi kalıntıları bulunmaktadır. Kuretler Caddesi ile bugün de güzelliğini görebildiğimiz mermer caddenin kesiştiği yerde MS. 1.yy’da yapılıp, V. yy’da restore edilmiş olan "Aşk Evi" kompleksi yer alıyor. Mermer caddenin başında, Kuretler Caddesi ile kesiştiği yerde restore edilerek ayağa kaldırılmış bulunan, antik kentin en güzel yapısı denilebilecek iki katlı Celsus Kitaplığı yer alıyor. MS. 110 yılında yapılan kütüphanenin döneminin en zengin kitaplıklarından biri olduğu biliniyor. Hellenistik dönemde yapılmış Ticaret Agorası 110x110 m. boyutlarındadır. Kuzey yönü dışında üç yanı dükkânlarla çevrilmiştir. Neron döneminde genişletilmiştir. Ticaret Agorası’nın arka tarafında Serapis Tapınağı bulunmaktadır (MS. 138–192). Bizans Çağı’nda kiliseye çevrilmiştir.

ARCADİANE CADDESİ

Tiyatronun önünden başlayarak limana (Efes eskiden liman kentiydi.) kadar uzanan cadde 11 m. genişliğinde ve 600 metre uzunluğundadır. Aslında Hellenistik Dönem’de yapılmış fakat Arcadius döneminde yenilenerek onun ismiyle anılmıştır. Caddenin iki tarafında mozaik döşeli yaya yolu vardı. Sütunlar arasında da dükkânlar yer alıyordu. Ortasında dört sütunlu bir anıt yükseliyordu. Cadde liman kapısı ile sona eriyordu. Caddenin kuzeyinde spor tesisleri yer alıyor. Tiyatro tarafında kısmen ortaya çıkarılmış olan Tiyatro Gymnasionu, sağında boydan boya Liman Gymnasionu ve hamamlar uzanmaktadır. Gymnasionun arkasında IV. yy’da yapılmış Meryem Ana Kilisesi bulunur. Kilise ayrı zamanlarda yapılan üç kilisenin eklenmesiyle oluşmuştur. Bazilikanın doğusuna din adamlarının konutları yapılmıştı. Atriumun kuzeyindeki baptisterium (vaftiz yeri) iyi durumda görülebilmektedir. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğuna resmen karar veren Ekumenik Meclis 431 yılında bu kilisede toplanmıştı. Kuşadası yolu tarafındaki kalıntılar Sarhoşlar Hamamı’na aittir. Biraz daha ileride Neron döneminde yapılan ve günümüze doğu kapısı ulaşabilen stadion bulunur. Sonraki yapı Vedius Gymnasionu MS. 150 yılında zengin Vedius Antonius tarafından yaptı

SERAPİS TAPINAĞI

Tapınak muhtemelen Mısırlı kolonistler tarafından yaptırılmıştır. Ticaret Agorası’nın batı kapısı doğrultusunda, 24 m. genişliğinde ve 160 m. uzunluğunda bir çeşit stoa biçiminde uzantısı bulunmaktadır. Buradan Serapis Tapınağı’na ulaşılmaktadır. Tapınak üç yanı stoalar ile çevrili bir alanın güney kesimine bitişik, çevreye egemen durumda inşa edilmiştir. Cellanın üzeri taş tonozla örtülmüştür ve önünde 8 Korinth tarzı sütunlu bir portiko bulunmaktadır. 29 m. genişliğindeki cellayı örten ağır tonozu taşıyabilmek için duvarlar çok kalın yapılmıştır. Alt çapları 1,5 m., uzunlukları 14 m. olan monolith taşlardan oluşan sütunlar 57 ton ağırlığındadır. İki kanatlı kapı aralığı 6 m.dir. Yerde yatan üst yapı parçalarındaki derin oyulmuş mimari süsler, Antoninler Dönemi (M.S. 138–192) Barok stil özelliklerini göstermektedir. Yıkıntılar arasında Mısır granitinden yapılmış bir heykel parçasının bulunması, ayrıca ele geçen bir yazıtın da Serapis dinine girmiş olanlara sunulması nedeniyle, anıtsal ölçüleri ile göze çarpan bu yapının bir Serapis Tapınağı olduğu kabul edilmektedir. Hıristiyanlık Dönemi’nde Serapis Tapınağı bir kilise haline dönüştürülmüştür. Günümüzde, tapınağın doğu köşesinde bir baptisteriumun kalıntıları görülmektedirrılmıştır. Gymnasion ve hamamı Efes’in en iyi korunmuş yapılarından biridir.

HADRİANUS TAPINAĞI

Varius Hamamı kompleksinin inşa edilmiş olan tapınağı yazıtından da anladığımız üzere Vedius Antoninus tarafında yaptırılan tapınak (M.S. 117 – 138 ) İmparator Hadrianus’a adanmıştır. F. Milltner tarafından yapılan kazılar sonucu gün ışığına çıkarılan tapınak mimar F. Goschel tarafından restore edilmiştir. Tapınağın sutunları Korinth düzeninde alınlık ise Suriye tipi bir alınlıktır. Bu tapınağın Cella uzunluğu yaklaşık 7,50 m X 5 m boyutlarındadır. Yapının friz ve başlık bezemelerinde kötülüğe karşı koruyucu (apotropeik) tasvirler yer almaktadır. Hadrianus Tapınağı 4. yy da yangın veya deprem gibi bir doğal afetin gerçekleşmiş olmasından dolayı zarar görmüştür Pronaostaki ( ön giriş ) kabartmalar hasarı izleyen onarım çalışmalarına aittir. Tapınağı doğu yanındaki kabartmalar da sol ve sağ başta kalkanı ile betimlenmiş birer Athena figürü yer alır. Sol da Athenayı altı Yunan tanrısı izlemekte ve bu tanrılar arasında ortada bulunan Artemis’in etrafında İmparator Theodosius ve etrafında İmparatorluk ailesinden dört kişi yer almaktadır.

DOMİTİANUS TAPINAĞI VE SUNAĞI

Devlet Agorasının batısında bulunan iki katlı tonozlu yapıların oluşturduğu teras üzerine İmparator Domitianus Tapınağı yapılmıştır. Bu tapınağın restorasyonu 1975 yılında yapılmaya başlamış böylece tapınak ayağa kaldırılmaya çalışılmıştır. Dor benzeri sütunlar üzerine bir erkek ve bir kadının sütununun taşıdığı bir kat inşa edilmiştir. Korinth ve Romadaki benzerleriyle kıyaslandıklarında bu Karyatidler Roma İmparatorlarının zafer propagandalarını simgeleyen bir motif olarak kullanıldıkları anlaşılmaktadır. Bu yapının mimari parçaları devşirilerek Aşağı Agora, Kuretler Caddesi ve Tiyatroda tekrar yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. 24 X 34 m üzerine inşa edilmiş tapınağın yapılan incelemelere göre Cella, Pronaostan oluşan 8 X 13 sütunlu Peseudodipteros planlı bir yapı olduğu anlaşılmaktadır. Tapınağın doğu kısmında bulunan parçaların bir podyum üzerinde yapılmış olan tapınağın sunağına ait olabileceği düşünülmektedir. Üzerinde küçük bir portikoyu taşıyan podyum üzerinde kurban sahneleri ve silah betimli friz bulunmaktadır. Tapınakta Domitianus’un abisi olan Titus’a ait kolosal bir heykel başı bulunmuştur. Tapınak önceleri Domitianus ve tanrılaştırılmış atalarının onuruna inşa edilmiş olup Domitianusun katledilip Domnatio Memoriae ( hafızalardan silinmesinden) sonra tapınağı Neokorossluk hakkını koruyabilmek için Domitianus’un ismi tapınaktan silinmiş babası Vespasianus adı tapınağa kazınmıştır.

DOMİANUS STOASI

Efesli sofist T. Flavius Damianus İ.S. 2/3 yy arasındaki bir dönemde Artemisiona gidenlerin azalmaması için Artemisiona giden yolun üstünü çatı ile kapattı. Domianus Stoasının kalıntılarına en çok Panayır Dağının doğu bölümündeki arazilerde rastlanmaktadır. Magnesia kapısından Yedi Uyurlara giden yolun üzerinde kireçtaşından yapılmış payade duvarlar görülür. 3,70 m genişliğinde 2,5 km uzunluğunda olan stoanın zemin döşemesi bulunmamaktadır. Stoanın kazı çalışmaları sırasında Geç Helenistik Dönemden, Roma, Bizans Dönemine ait lahitler, oda mezarları bulunmuştur. Bu çalışmalar sırasında Stadium’un kuzeyinde bir Gladyatör Mezarlığı bulunmuştur. Ele geçen iki Stelin ilkinde ağır zırhlar taşıyan miğferli Gladyatör (Secutores) diğerinde çatal mızraklı elinde ağ tutan Gladyatör (Retiarus) hucum pozunda yer almaktadır. Bu mezarlarda ki cesetlerin kafa ve bacaklarında darp izleri görülmektedir. Stoanın yanında kireç taşından döşenmiş araba yolu yer almaktadır.

TRAİANUS ÇEŞMESİ

İ.S. 114 yılında Asirch Tib. Claudius Aristo’nun yaptırıp İmparator Traianus’a adadığı bilinmektedir. Çeşme sütunlu cepheleriyle bir tiyatro binasını Skaenae Frons’u andırmaktadır. Taban alanı üç tarafından 9,50 m yüksekliğinde çevrilmiş olan uzun dikdörtgen bir havuzdur. 11,90 m uzunluğunda, 5,40 m genişliğinde olan bu havuza bir kanalla su geliyordu. Havuzun arkasında ve yanındaki cepheler iki katlıydı. Alt katta kaidelere oturan sütunların kompozit başlıkları varken yan taraftaki sütunların arasında birer Aediku yer almaktaydı. Üst kat sütunları ise sekizgen kaidelere oturtulacak korinth sütun başlıklarına sahipti. Alt katta orta kısmı çevreleyen çift sütunlar birleştirilerek Tabernakl meydana getiriliyordu. Üst katta daha geniş olan orta kısmın sütunları alınlıklı bir Entablatür taşıyordu. Böylece ortada kalan boş nişe Traianus’un iki katı kadar büyüklükteki yontusu yerleştirilmişti. Bu yontudan geriye bir ayak parçası ve çıplak vücudunun bir barçası ve Pilintos’u (kaidenin oturtulduğu zemin) kalmıştır. Ortadaki aedikula üçgen bir alınlıkla, yola bakan kanatlar ise yuvarlak bir alınlıkla vurgulanmıştır. Çeşmenin cephesinde Amphodithe, yatar durumda bir Satyr, Nervas, gibi birçok heykel bulunuyordu.

DİĞER YAPILAR

Anlatmakla bitirilemeyecek Efes kentinde bu bahsettiğimiz yapılar dışında irili ufaklı birçok yapı ve gezilecek yer bulunmaktadır. Bunları sıralarsak Panayır Dağının Doğu Yamacı ve Güney Yamacındaki Anıtlar, Mezarlıklar, Koresos Arkaik yerleşimi, Yedi Uyurlar Mezarlığı, Magnesia Kapısı, Doğu Gymnasionu, Hükümet Mahallesi, Yukarı Hamam Gymnasionu, Lukas Mezarı, Erken Hristiyanlık Bazilikası, Su Depoları, Odeion,Pallio çeşmesi, Domitianus Meydanı,Kryptoportikuslar,Herakles Kapısı, Latrina, Aşk Evi, Varius Hamamı, Alytarkhus Stoası, Arseinoe Anıt Mezarı, Hadrianus Kapısı, Tetragonos Agora, Mısır Tanrıları Kutsal Alanı, Tiyatro Gymnasionu, Geç Antik Kent Surları, Liman ve Liman Kapıları, Meryem Ana Kilisesi, Bizans Sarayı, İonik Akropolis, St.Jean Bazilikası, Selçuklu Kalesi ve Antriumlar diğer görülmeye değer yapılardır. Ayrıca Efes kentini anlayabilmek ve Efes tarihini kavrayabilmek için Efses Arkeoloji Müzesinin de gezilmesi gerekir. hayre ( elveda) SON SÖZ: Sonuç olarak kazıları devam etmekte olan Efes kentine her gün yeni bir buluntuyla karşılaşılmakta her gün yeni bir görüş ortaya atılmaktadır. Ağır şartlar altında çalışılan her gün binlerce yerli yabancı turistin görmeye geldiği kentin tamamıyla ortaya çıkarılması uzun yıllar sürecektir. Çünkü kentin birçok dönemi konusunda hala bir şeyler eksik olarak bilinmekte, kapladığı alan üzerinde kentin Bülbül Dağı sırtlarına kadar kazılması gerçektende bir hayli zaman alacağa benziyor. Avusturya Arkeoloji Enstütüsü tarafından yapılan kazılar hızla devam etmekte Efes’in bilinmeyen yüzü ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır. İnsanoğlunun yüzyıllardır yaşamış oldu kent bugünde karşımızda eşsiz güzelliğiyle durmakta ziyaret etmeye gelecek olan misafirlerini beklemektedir. Bu çalışmamda Anadolu halklarına miras bırakılan bir kentin tarihini sizlere bilinebilecek kadarıyla anlattım. Bilim adamları, Akademisyenler ve meslektaşım olan Arkeologların yayınları, makaleleri ve görüşleri benim bu çalışmamdaki başarımda büyük rol oynamıştır.

EFES’İN KRONOLOJİSİ

M.Ö. EFES

5000–3000 Bin: Efes’in en eski yerleşimleri Çukuriçi ve Arvalya höyükleri 14.yy’ın 2. yarısı: Hitit kralı Murşilli’nin Arzawa ve Apasa kralı Uhhazitesle savaşıp buraları yerle bir etmesi. 11.yüzyıl: İon göçü sırasında Atinalı Prenses Andraklos’un Karialıları yenip Koresos istila edip İonları Kaystros (Küçük Menderse) körfezine yarleştirmesi. 9.yüzyıl: Artemision adlı kutsal bir bölgenin varlığı biliniyor. 8.yy ‘ın 2. yarısı: Efes yakınlarındaki Smyrna Köyünün varlığı 645 civarı: Lygdamis komutasındaki Kimmerlerin Efes’e saldırısı 600 civarı: Lidyalılar’ın kralı Alyattes’in daması olan ikinci Tiran Melas’ın döneminde yerel sikke basılması aslanpençeli küçük elektron sikke basımı 560 civarı: Kroisos’un Efes hâkimiyeti Arkaik Artemision’un inşası etrafında kentin yeniden düzenlenmesi 550: Atinalı Aristarkhos ismli birinin Efese kısa süre içerisinde demokrasiyi getirmesi 546: Med Kralı Harpagos’un Efes’i fethetmesi 6.yy ‘ın 2.yarısı: Efes’in Pers egemenliğine girmesi 480 yılı: Keserkes Anadolu da bulunan Yunan tapınaklarından sadece Artemisionu yıkmamıştır. 466 Atina ile Persler arasında yapılan Kimon Barışı, Efes’in Attika-Delos Deniz Birliğine katılması 431–404: Peloponnes Harbinde Efes Spartalılar-persler yanında Atina’ya karşı savaşmışlardır. 356: Artemis tapınağının rivayete göre ün kazanmak isteyen akıl hastası Herostratos tarafından yakılması. 334: Büyük İskender Efes’te 323: Hegesias isimli Efes’in son Tiranı’nın 3 Efesli tarafından öldürülmesi. 319–281: Diadochlar Savaşı sırasında hâkimiyeti birkaç kez değişen Efes’in Lsymakhos adlı bir komutan tarafından karısı Arsanoie adıyla tekrar kuması. 281: Kuripedion Savaşında Lsymakhos’un ölmesi ve kentin Seleukoslar hâkimiyetine girmesi. 260: Ptolemaios Hanedanlığından Philadelphos’un Efes’i fethi 197: Seleukos Hanedanlığından III. Antiakhos’un Efeste Ptolemaios hakimiyetine son vermesi 195–190: Hannibalın Efes’e Antiakhos’a sığınması. 191: Antiakhos’un Valisi Polyksenidas’ın Deniz Savaşında bozguna uğraması üzerine Roma Amirali C.Livus’un Efes Limanını ablukaya alması. 188–187: Kistophori Sikkelerinin tedavüle çıkması. 133: III. Attallos’un Bergama’yı ve Efes’i Roma’ya devretmesi. 100: Coğrafya Bilgini Artemidoros’un Efes de yaşaması. 89-88: Pontus Kralı Mitradates’in Efesliler tarafında kurtarıcı olarak ilan edilmesi ve Efes’te ki bütün Romalıların öldürülmesi. 73: L.Licinius Lucullus’un Efes’te Roma Valisi olarak görevlendirilmesi. 44: Caesar’ın katilleri olan M. Lunius Brutus ve C.Cassius Longinus’un Efes’e sığınması 41: Marcus Antonius’un Mısır Kraliçesi Kleopatra ile beraber Efes’e girmesi. Artemision’a sığınan Kleopatra’nın kız kardeşi IV Arsinoe’nin öldürülmesi. 29: Strabon’un Efes’e gelişi. M.S EFES 23: Depremde büyük yıkıntıların meydana gelmesi – kentin yeniden inşası 52. Aziz Paulos’un ikinci seyahati sonunda Aquila ve Priscilla ile Efes’e uğraması 53–55: Aziz Paulos’un Efes’e dönüp bir Tiran okulunda bir Hristiyan Merkezi kurması, Demirci Demetrios’un Aziz Paulos’a karşı isyan başlatması, Aziz Luka’nın Efes’e gelmesi. 82: I. Neokoros Flavius hanedanı için İmparator Tapınağının yapılması 96: Tapınağın Vespasionus’a atfedilmesi 1.yy sonu: Efes’in ilk piskoposu Timotheos’un öldürülmesi 110: Plinius’un Efes üzerinden Bithynia’ya seyahat etmesi 113 -114: İmparator Traianus’un Efes’i ziyaret etmesi 124: İmparator Hadrianus’un Efes’i ilk ziyareti 129–130: Hadrianus’un Antinoos ile Efes’i 2.ziyareti 2. Neokoros Olympeieion inşasına başlaması. 2.yy ‘ın 2. çeyreği: Mezarı agoranın yanında bulunan Sofist T.Claudius Flavianus Dionysios’un Efes’te yaşaması. 162 – 163: Parthler Seferi

RESİM VE LEVHA LİSTESİ RESİMLER

Ayasuluk Tepesi kazılarında gün yüzüne çıkarılan temel kalıntısı Ayasuluk Tepesi kazılarında gün yüzüne çıkarılan başka duvar kalıntısı Geometrik Dönem seramik parçası Geometrik Döneme ait diğer bir seramik buluntusu Geometrik Döneme ait bir başka seramik buluntusu Yaban Keçisi sitilinde işlenmiş bir seramik parçası Oryantalizan Dönem Yaban keçisi sitilinde işlenmiş bir başka Oryantalizan seramik Artemision’dan Artemision’dan ele geçmiş bir Fibula (çengelli iğne) örneği Yamaç evlerinden bir duvar resmi Yamaç evlerinden ele geçen bir panel Yamaç evlerinden bir başka duvar resmi Yamaç evlerinden yazılı duvar parçası Yamaç evlerinden bir görüntü Yamaç evlerinden diğer bir görüntü Yamaç evlerinden bir başka görüntü Antropomorfik bir kap (insan betimlemeli) Efes’le bütünleştirilen Amazon (kuruluşunda rivayet edilen) Bir başka kabartma Kuruluş öyküsünde adı geçen başka bir kabartma Helenistik Döneme ait Megara seramik parçası Atonius Dönemine ait bir sikke Agustus Dönemine ait bir sikke Antonius Pius Dönemine ait bir sikke Helenistik Döneme ait bir Efes sikkesi Helenistik Döneme ait bir başka Efes sikkesi Caracalla Cladius Cladius Commadus Domitia Tanrıça Artemisin yer aldığı bir sikke Gallienus Elagabalus Geta Gorian III Lsymakhos’un eşi Arseione’nin betimlendiği Helenistik Döneme ait bir sikke Macrinus Licius Verus Julia Domna Marcus Aurelius Neron Neron Bir Kistophor Sikkesi (birlik sikkesi 16 kente geçen) Satatila Messalia Severus Alexander Severus Alexander Satatila Messalia Başka bir Efes sikkesi Bir Kistophori sikkesi Başka bir Kistophori sikkesi Efes sikkesi Aynı sikkeden bir tane daha Efes sikkesinde geyik yerine horoz kullanılan bir sikke Titus Valerian I Vespasian Traianus Çeşmesinden görünüm Celsus Kitaplığından bir görünüm Tiyatrodan bir görünüm Hayat kadınına ait olduğu dilden dile dolaşan Amblem Kandil Kandil Kandil Kandil Meşhur Ephesos Tipi Kandil Artemisiondan bir görünüm Ayasuluk Tepesinden bir görünüm Hadrianus Tapınağından bir görünüm Tapınak kabartmaları Tapınak kabartmaları LEVHALAR 1. Efes kentini canlandırma çizim 2. Artemis Tapınağı planı 3. Efes Topografyası 4. Efes Tiyatrosu 5. Bir yazıt 6. Başka bir yazıt daha 7. Odeion planı 8. Tiyatro cepheden görünümü 9. Gymnasionları gösteren çizim 10. Palio çeşmesi 11. Artemis Tapınağı [1] Strabon sayfa: 1,14.21 [2] Efes Rehberi sayfa: 10 [3] Heradotos 1, 26 [4] www.bilgilik.com/makale/tarih/Efes [5] www.wowturkey.com [6] Athenaios VIII, 361 [7] Athenaios VIII 361 [8] George E.Bean Eski Çağda Ege Bölgesi sayfa: 141 [9] Kazı sonuçları Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri sayfa: 112 [10] Kazı Sonuçları Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri sayfa: 113 [11] Kazı Sonuçları Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri sayfa: 113 [12] Kazı Sonuçları Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri sayfa: 114 [13] Kazı Sonuçları Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri sayfa: 116 [14] Kazı Sonuçları Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri sayfa: 117 [15] Kazı Sonuçları Selçuk-Ayasuluk Tepesi 1997 Kazı ve Araştırmaları sayfa: 361 [16] Kazı Sonuçları Selçuk-Ayasuluk Tepesi 1997 Kazı ve Araştırmaları sayfa: 362 [17] Kazı Sonuçları Selçuk-Ayasuluk Tepesi 1997 Kazı ve Araştırmaları sayfa: 363 [18] Kazı Sonuçları Selçuk-Ayasuluk Tepesi 1997 Kazı ve Araştırmaları sayfa: 364 [19] Kazı Sonuçları Selçuk-Ayasuluk Tepesi 1999 Yılı Kazıları sayfa: 1 [20] Zeki Arıkan XIV-XVI. YY Ayasuluğ Belleten sayfa: 152, 209 [21] Kınal 1953 bk [22] Emar 6 368: 5 Marin 2001 sayfa 40 [23] Heinhold-Krahmer 1977, sayfa: 4 [24] Beckman sayfa 87 [25] Latacz 2002, sayfa 196 [26] Friedrich, 1959, 1971. sayfa 92 [27] Starke 1997, sayfa 457 [28] Högemann 2000b, sayfa 26 [29] Heinhold – Krahmer 1977 sayfa 24 [30] G.L. Huxley Achaenas and Hittites, Oxford 1960 sayfa 11 [31] J.Friedrich, Vertrage II MVAeG 31. 1930 1 – 41 [32] James Sayfa: 256 [33] Gurney Sayfa: 4 – 5 [34] F.Kınal, Arzawa Memleketlerinin Mevkii ve Tarihi Ankara 1953 [35] Anet 347 [36] Anet 120–1 [37] James 194–195 [38] Anatolia in the second millenium B.C. 1985. sayfa 21 [39] Python Fontenrose 1959. 231.241.242 [40] Beckman sayfa 78 [41] E.Akurgal Die Kunst Anatoliens Von Homer Bis Alexander 1961 S. 247 Res. 212 – 213 [42] G.M. A. Richter A. Handbook Grek Art 1967 S. 79, G.M. A. Richter The Sculpture and Sculpturs Of The Greeks 1967 S. 67 Lev. 378. Res. 97, G. Lippold Die Griechische Plastik (Handbuch der Archaologie 1950 S.71 Res 17/2. [43] W.R. Lethboy, J.H.S. 1917 S. I. [44] F.N. Pryce, Cat Of Sculpture in the Department of Grek and Roman Antiquities of the British Museum bel. I Fas. 1 Prehellenic and Early Grek 1928 Res. 46–51–55–107–119–120 [45] Arif Müfit Mansel Ege ve Yunan Tarihi [46] Arif Müfit Mansel Ege ve Yunan Tarihi KAYNAKÇA Bammer, Öjh 46, 1961–1963, 136 – 157 Bammer, Öjh, 60, 1990, 44 A. Götze, Die Annalen des Mursilis 1933 Akurgal. Ekrem. Ancient Civilizations and Ruins of Turkey. 1973 Akurgal. Ekrem. Anadolu Kültür Tarihi 2000 A. Müfit. Mansel, Ege ve Yunan Tarihi 1971 Beckman, Gary, 1999, Hittite Diplomatic Texts, 2nd ed. Scholars Press, Atlanta. Bilgiç. Emin. Anadolu’nun İlk Yazılı Kaynaklarındaki Yer Adları ve Yerlerinin Tayini Üzerine İncelemeler. 1946 Bryce, T., 1998, The Kingdom of the Hittites Catalog of Hittite Texts Drews, R , 1993, The End of the Bronze Age F.Brein Öjh 51,1976–1977, 65–76 J.A. Knudtzon, Die zwei Arzawa Briefe; die altesten Urkunden in İndogermanishcher - Sprache 1902 James, Peter, 1995, The Sunken Kingdom. Jonathan Cape, London. J.Friedrick, Die Hethittischen Gesetze, 1959, 1971 J. Keil, Öjh, 21 – 22, 1922, 1924 96 J. Keil, Öjh, 23, 1926, 250 Gurney, O. R., 1991, The Hittites 1952 George. E. Bean, 2001, Eski Çağda Ege Bölgesi H. Engelmann, Zpe, 115 1997, 131 İ. Kayan, 1997, Arkeometri Kazı Sonuçları Toplantısı, 1997, Selçuk Ayasuluk Tepesi 1997 yılı Kazıları Kazı Sonuçları Toplantısı, 1999, Selçuk Ayasuluk Tepesi 1999 yılı Kazıları Kazı Sonuçları Toplantısı, Efes Çukuriçi ve Arvalya Höyükleri Kınal. Fürüzan. Arzawa Memleketlerinin Mevkii ve Tarihi 1953 Lowell, Ian Russell, Annals of Mursilli – years 1 ve Macqueen, J.G., 1996, The Hittites Memiş, Ekrem, 2001, Eskiçağ Türkiye Tarihi Memiş, Ekrem, Hitit Devletinin Batı Anadolu Politikası Sosyal Bilgiler Enstitüsü Dergisi Sayı 3. 1994 O. Bendrof, FİE, I 1905, 23 P. Högemann, Zum lliasdicheter-ein anatolischer Standpunkt 2000a 192 Scherrer, Peter, 2000, Efes Rehberi S.Heinhold – Krahmer, Arzawa Untersuchungen zu Seiner Geschichte nach den Hethitischen Quellen TH 8 1977 Singer, Itamar, 2002, Hittite Prayers. Scholars Press, Atlanta. Stefan, Karwiese, 1995, Grob ist die Artemis von Ephesos Phoıbos Verrag Wıen The annual of the ruins and museum of Ephesus 1972 The annual of the Ephesus Museum 1973 – 1978 Türkoğlu, Sabahattin, Efes’in Öyküsü Ramsay, William M. The Historical Geograply of Asia Minor 1962 Ü. Ahmet, Hititler Devrinde Anadolu_2



XAYPE
ARKEOLOG LEVENT İLGÜN






















































































Hiç yorum yok: