28 Eylül 2008 Pazar

DOĞU ANADOLUYA HİKİM KRALLIK URARTU

URARTU KRALLIĞI
EDERMİT VAN'A BAKAR İÇİNDEN ŞAMRAN AKAR
URARTU UYGARLIĞI

Urartular MÖ birinci binyılın başında , Van Gölü ve çevresinde önemli bir devlet kuran ve günümüze kadar buradaki uygarlıkları etkilemiş bir kavimdir. Yapılan araştırmalar Urartular ile Hurriler arasında akrabalık olduğunu göstermektedir. Zaten Urartu dili de Sami ya da Hint Avrupalı bir dil olmayıp, Asiatik bir dil olan Hurri dili ile benzerlikler göstermektedir. Aynı zamanda Hurri ve Urartu tanrıları arasında büyük benzerlikler vardır. Urartular ile ilgili ilk bilgilere Asur kaynaklarında rastlanmaktadır. Asur Kralı Salmanassar I, MÖ 1274 yılında Uruarti’ye karşı sefer yaptığını yazmaktadır. Ancak o dönemde Urartu kavimleri daha bir devlet haline gelmemişti. Ayrıca Tevrat’ta Ağrı Dağı için kullanılan Ararat isminin de Urartu ile alakalı olduğu kesindir. Urartular ise kendilerine Biaini’li demişler, Biane ya da Viane isminde bugünkü Van şehrinin adı türemiştir. Urartu ülkesi geçit vermez dağlarla dolu olduğundan kavimler ilk olarak müstakil yerleşim birimlerinde yaşamışlar ancak , büyük olasılıkla , dışarıdan gelen baskılarla birleşmek yoluna gitmişler ve tahminen MÖ dokuzuncu yüzyılın başlarında krallıklarını kurmuşlardır. Urartu Devleti’nin ve krallık sülalesinin kurucusu I. Sarduri Van Kalesi’nin ilk kurucusudur. Buradaki ilk yazıların da Asur yazısı ile taş bloklara yazılması bu döneme rastlar. Bu dönemden sonra Urartular’ın genişleme dönemi başlar. Bu yıllar MÖ 810- 730, Urartular’ın en kuvvetli oldukları dönemdir. Güneyde Asur ülkesine , batıda Hatti ülkesine yayılmışlar burada savaşlar yapmışlardır. Asur’un bu dönemde zayıflaması da Urartular’ın işini kolaylaştırmıştır. MÖ 730’larda Asur’un güçlenmesiye Urartu Devleti toprak kaybetmeye başlamıştır. Bu dönemi Asur’la olan savaşlar takip etmiştir.nbsp; Ancak bu arada güç dengsi de değişmektedir. Büyüyen Med tehlikesi, Med-İskit ittifakı ile sonuçlanmış ve bunun sonucunda da Ninova düşmüş, MÖ 605 yılında da Asur İmparatorluğu tarihe karışmıştır. Bu durum Urartu Devleti’ni de etkilemiş ve Med ve İskit tehlikesi Urartu üzerine odaklanmıştır. Urartu İmparatorluğu de bu saldırılara dayanamamış ve MÖ yedinci yüzyılın sonunda tarih sahnesinden çekilmiştir. Eski Urartu kaleleri Çavuştepe ve Toprakkale’de bulunan İskit tip ok uçları Urartu ülkesini İskitler’in ele geçirdikleri yönündeki Babil tarihlerini desteklemektedir. Urartular bölgede önemli bir uygarlık oluşturmuşlar, Urartu metal işlemecilik sanatı çevre kültürler üzerinde etkili olmuştur. Bu gelenek bugün bile devam etmektedir. Ancak Urartular edebiyat alanında büyük eserler vermemişler ya da vermişlerse de henüz gün ışığına çıkmamıştır.
URARTU İNANÇLARI

Urartu Devleti feodal bir devletti ve şehirler merkezden gelen memurlarla yönetilirdi. Yönetim böyle olmakla birlikte merkesi din de büyük önem taşımakta devlete dini bir karakter vermekteydi. Urartuların dinleri ve inançları hakkında bilgimiz oldukça sınırlıdır. Çivi yazısı belgelerin içinden derlenebilenler ve kabartma resimlerden öğrenilenler ile sınırlı bir resim oluşturulabilir. Örneğin Uratular’da büyü ve diğer benzer inanaçlar hakkında bilgimiz yoktur. Urartular’ın en önemli tanrısı Haldi’dir. Haldi savaşa çıkan kralı kutsayan savaş tanrısı idi. Köken olarak bu tanrının, ilk Urartu Devleti oluşurken en güçlü olan boyun tanrısı olduğu düşünülmektedir. Krallar savaşı kazanmak için Haldi’ye yakarır, kazanırlarsa da diktikleri yazıtlarda ilk Haldi’nin adını anarlardı. Yapılan binaların çoğu Haldi adına yapılırdı. Haldi’nin karısı ise Arubani idi. Ancak Arubani bir ana tanrıça kadar önemli değildi. Panteonda Haldi’den sonra gelen tanrı fırtına tanrısı olan Teişeba idi. Bunun Hurri-Hitit tanrısı Teşup ile bir olduğu düşünülmektedir. Urartu sanatında boğa üzerinde gösterilmiştir. Karısı Huba ise Hepat’ın karşılığı olarak düşünülmektedir. Üçüncü sırada ise Güneş Tanrısı Şivini vardır. Bu tanır da Asur Güneş tanrısı Şamaş ve Hurri tanrısı Şimigi ile aynı tanrı olarak kabul edilir. Buradan görüldüğü gibi Urartu panteonu en önemli tanrılar itibarı ile, başta Hurri olmak üzere yabancı kavimlerin etkisindedir. Devlet dini yaratma çabalarının yanında her kavme de dini özgürlük verilerek birlik korunmuştur. Hurri tanrı listelerinde seksen civarında tanrı ve tanrıça ismi tespit edilmiştir. Bunlar arasında yabancı tanrı/tanrıçalar olduğu gibi doğa olaylarını temsile den tanrı/tanrıçalar da vardır. Yurt ve toprak tanrısı Ebani, deniz ve sular tanrısı Suinina, tepeler ve dağlar tanrısı Arni gibi. Kurban törenleri Urartular tarafından sık uygulanırdı. Hatta hangi tanrıya nasıl ve ne kadar kurban verileceğine dair yazılar da vardır. Bunların dışında çeşitli fırsatlarda , kuraklık, kıtlık,savaş gibi olaylarda kurbanlar sunulmuştur. Urartu tanrı kültlerinde tapınaklar önem kazanmışlardır. Tapınaklar içinde tanrı figürünün bulunduğu bir oda, avlu ve yan odalardan oluşmaktaydı. Çoğu tapınak birbirine benzemektedir. Çavuştepe’de , Aşağı kaledeki tapınağı Erzen şöyle anlatmaktadır : (Çavuştepe I , bkz. Kaynakça) “Aşağı kalenin orta kesiminde geniş bir alana yayılmış durumdadır. Çavuştepe tapınağı, Altıntepe ve ArinBerd’te de olduğu gibi, yalnızca bir cella’dan[1][1] ibaret olmayıp, depoalrı ve geniş kabul salonuyla T. Özgüç’ün ‘mabet-saray’ olarak nitelendirdiği yapı kompleksini meydana getirmektedir. Öteki Urartu tapınakları gibi cella, köşeleri rizalitli, kalın duvarlı ve kare bir plana sahip olup, dıştan 10x10 m, içten ise 4.50 x 4.50 m boyutlarındadır. […] Cella’nın cephesi kuzey-doğuya bakmakta, önünde 21.50 x 21.50 m boyutlarında ve muhtemelen üç tarafı galerili, zemini düzgün ve dörtgen yassı taşlarla döşeli bir avlu; avlunun doğu sınırında üzeri beyaz badanalı kerpiç sekiler, kurban masası ve kuzeyde de yuvarlak bir taş sunak yer almaktadır. […] Çavuştepe tapınağının kutsal alanı içinde, aynen Altıntepe’de olduğu gibi, muhtemelen farklı seremonilerin sahnelendiği üç adet kurban alanı mevcuttur.” Ayrıca Urartular tapınakların duvarlarını da çeşitli levhaklarla süslüyorlardı. Tapınakların içinde, avluda üç ayaklı kazanlar ve tanrı armağanlarının konulduğu masalar, altarlar da bulunuyordu. Urartular için açık hava tapınakları da önemliydi. Tuşpa (Van Kalesi) ve Altıntepe’de bulunan açık hava tapınakları bunlara en iyi örneklerdir. Tuşpa’daki açık hava tapınağında kayalara oyulmuş nişler içinde II.Sarduri’nin askeri eylemlerini anlata iki çivi yazılı stel vardı. Bu tür stellere de tapınıldığı düşünülmektedir. Altıntepe’deki açık hava tapınağı ise ölü kültü ile alakalı bir steller sahasıdır. (bkz. Özgüç , Kaynakça) Tapınaklar aynı zamanda ekonomik merkezler de olmuşlar ve tanrı adına hayvan beslenmiş, ekin ekilmiştir.
Urartular da Doğa Kültleri

Daha önce de belirttiğimiz gibi , Urartular doğa olaylarına, doğal varlıklara büyük önem vermişler hatta tanrılaştırmışlardır. Bunun dışında urartuların su kaynaklarını, mağaraları, dağları, büyük ağaçları ve kayalıkları kutsal saydıklarını biliyoruz. Su kanaklarına yapılan balık figürleri, mağaralara yapılan resimler, hayat ağacı fgürleri ve kaya resimleri bu doğal varlıkların kutsallığını göstermektedir. Özellikle kayalara oyulan kapı figüleri de ilginçtir. Buralarda kurban listeleri olması bu kapıların tanrılar ile aakalı olduğunu düşündürtmektedir. Urartularda ayrıca hayvan tanrılar, yarı hayvan yarı insan canlılar da resimlenmiştir. Özellikle boğa figürleri önemlidir. Urartular’da Ölü Kültleri Urartular da, diğer kültürler gibi ölümden sonra hayata inanmışlardı. Urartular’dan ölü gömme ile ilgili belge bize ulaşmamıştır. Ancak arkeolojik bulgulardan hem yakarak hem de yakmadan ölü gömdüklerini, anıtsal mezar yaptıklarını ve ölü hediyesi bıraktıklarını biliyoruz. Açık hava tapınaklarının da ölü kültü ile olan ilşkisini Altıntepe açık hava tapınağı için Özgüç şöyle anlatmaktadır: (bkz. Kaynakça) "Bu açık hava mabedinin ölü kültü ile ilişkili olduğundan ve muayyen zamanlarda burada toplanıldığından, dini merasimler yapıldığından şüphe edilmemelidir. Açık hava mabedinin mâna ve plan bakımından paraleli Urartuda, hatta bütün Anadolu’da mevcut değildir. Bu bakımdan buna Uratuların ortaya koyduğu bir yenilik gözü ile bakılmalıdır."
Van Bölgesi'nde son 1 yüzyıldan beri Urartu Krallığı'nın yükseliş ve geç dönemlerine ait kalelerde kazı çalışmaları yapılmasına karşın, kuruluş dönemine ait kalelerde herhangi bir kazı yapılamamıştı. Biz bu önemli eksikliği gidermek ve çözümlenemeyen birçok soruna ışık tutmak amacıyla, Urartu Krallığı'nın kuruluş dönemine ait Aşağı ve Yukarı Anzaf Kaleleri'nde kazı çalışmalarını başlattık. Gerçekten de 1991 yılından beri sürdürdüğümüz kazı çalışmaları, Urartu tarihine, mimarisine, dinine ve sanatına çok büyük katkılar sağlamıştır.
AŞAĞI ANZAF KALESİ

Aşağı Anzaf Kalesi, Urartu Krallığı'nın başkenti Tuşpa'nın (Van Kalesi) 11 km. kuzeydoğusunda, bugünkü Van-İran modern kara ve demiryolunun hemen yakınında bulunmaktadır. Eskiçağ'da savunma yönünden çok büyük bir öneme sahip olan Aşağı Anzaf Kalesi, doğuda Kuzeybatı İran ve kuzeyde de Transkafkasya'dan gelerek Urartu Krallığı'nın başkenti Tuşpa'ya inen tarihi karayollarının son düğüm noktasında kurulmuştur. Doğuda bugünkü Türkiye-İran sınırından başlayan ve batıda Van Gölü'ne doğru daralan Erçek-Özalp-Saray Ovası'nın en dar yerinde kurulan Aşağı Anzaf Kalesi'nin bir benzerine daha Van Bölgesi'nde rastlamak hemen hemen olanaksız gibidir. Bu yüzden Aşağı Anzaf Kalesi hem Yukarı Anzaf Kalesi'ne, hem de Urartu başkenti Tuşpa ve Rusahinili'ye (Toprakkale) doğu ve kuzeydoğu yönlerinden gelecek tehlikelere karşı koruyan bir ön karakol niteliğindedir. Kazıda ortaya çıkardığımız çivi yazılı inşa yazıtları, Aşağı Anzaf Kalesi'nin Urartu Kralı İşpuini (M.Ö. 830-810) tarafından kurulduğunu kanıtlamaktadır . Şimdilik toplam 5 adet olan inşa yazıtında, aynı içeriğe sahip metnin tekrar edildiği görülmektedir. Yazıtlarda şunlar yazılmaktadır: Tanrı Haldi'nin gücü sayesinde Sarduri oğlu İşpuini bu kaleyi mükemmel bir şekilde inşa ettirdi. Güçlü Kral, Büyük Kral,Ülkelerinin Kralı. Kale, deniz seviyesinden 1900 m. yüksekliğinde fazla engebeli olmayan ve kalkerden oluşan kayalık bir tepe üzerine kurulmuştur. Kayalığın biçimine göre kuzey-güney doğrultusunda uzanan kale, 62x98 m. büyüklüğünde dikdörtgen bir plan göstermektedir. Yaklaşık olarak 6000 m2'lik bir alan üzerine kurulan kale, oldukça yüksek ve güçlü duvarlarla çevrelenmektedir. Günümüzde 3.5-4 m. yüksekliğinde olan kale duvarları, iri kalker taşlardan yapılmıştır. Aşağı Anzaf Kalesi'ni kendi döneminde kurulan Van Ovası'nın kuzeyindeki Kalecik ve aynı ovanın güneyinde bulunan Zivistan Kaleleri'nden ayıran en önemli özelliği, savunmayı kolaylaştıran ve üstündeki yüksek yapıların ağırlığına dayanmayı sağlayan kurtin ve bastiyonlara kale duvarlarında rastlanılmamasıdır. Kalenin kuzey sur duvarının 24 m. güneyinde, kalenin doğu ve batı sur duvarlarını bir omurga gibi birleştiren ilginç teras duvarı, oldukça özenli bir işçiliği yansıtmaktadır. Ortalama 50 cm. yüksekliğindeki teras duvarının kuzeyinde, tabanı büyük kerpiç bloklarla özenli bir şekilde kaplamış olan 1300 m2'lik boş bir alan bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı bu alanın, kuzeyde terasa açılan büyük yapılarla bağlantılı olarak bir iç avlu gibi kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Aşağı Anzaf Kalesi'nin askeri amaçla kurulmuş olduğunu göz önüne alacak olursak, üstü açık olan ve çevresi yüksek kale duvarlarıyla çevrili olan bu alanın, askeri garnizonun kullandığı bir iç avlu olduğu ortaya çıkmaktadır. Kuzeyde terasa açılan büyük Urartu yapılarının hemen hepsi, ne yazık ki Ortaçağ yerleşimcileri tarafından aşırı bir şekilde tahrip edilmiştir. Kalenin kerpiç duvarları ve Urartu yapıları tahrip edildikten sonra, çok büyük bir Ortaçağ yerleşimine sahne olmuştur. Ortaçağ yerleşimcilerinin yapmış olduğu aşırı tahribat, ortaya çıkardığımız Urartu yapılarının nasıl bir plana sahip olduğunu ve hangi amaçla kullanılmış olduklarını öğrenmemizi engellemiştir . Ayrıca şimdilik bilemediğimiz bir başka önemli konu da, Aşağı Anzaf Kalesi'nin ne zaman ve ne şekilde tahrip edildiğidir. Çünkü bugüne değin yapmış olduğumuz kazı çalışmalarında, bu önemli soruna yardımcı olabilecek herhangi bir kanıt bulunamamıştır. Herhangi bir kanıtın bulunamamasında, Ortaçağ yerleşmecilerinin yapmış olduğu aşırı tahribatın çok büyük bir etkisi olmuştur. Kalenin kapısı güney sur duvarları üzerinde yer almaktadır. Savunma yönünden en elverişli yere yapılan kapı, doğudan esen şiddetli rüzgarlardan da etkilenmemektedir. Ancak ne yazık ki 1980 yılında kalenin duvarları Van-Özalp-Saray-İran modern karayolunun yapımı sırasında, Van Karayolları Bölge Müdürlüğü'ne bağlı dozerler tarafından acımasızca yıkıma uğratılmıştır. Yapılan bu şiddetli tahribattan kapı, kapının batısındaki yapılar, sur duvarları ve kapının güneyindeki yol bağlantısı ile sivil yerleşim merkezine ait konut kalıntıları çok büyük ölçüde zarar görmüştür. Örneğin yol bağlantısının ve kapının 2.5-3 m. derinliğindeki güney duvarları ve taban döşemesi temelleriyle birlikte tahrip edilmiştir. Bu yüzden kapının her iki yanında kapıyı koruyan kulelerin yer alıp almadığını kesin olarak bilemiyoruz. Dozerler tarafından tahrip edilen taşlar arasında bulunan çivi yazılı iki büyük taş üzerindeki inşa yazıtının da, kapı girişi avlusunun duvarlarında yer aldığı sanılmaktadır. Her iki yazıtta da, kalenin Kral İşpuini tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Doğu ile batı duvarları iri kalker taşlardan yapılan dikdörtgen biçimli kapı odası, 5 m. genişliğinde ve kuzey yönüne doğru 7 m. derinliğindedir . Bu haliyle bile kapı, şimdilik bilinen Urartu hisar kapılarının en eski örneğini oluşturmaktadır. Oldukça sağlam bir şekilde yapılan kapı odasının duvarları ortalama 2.40 m. genişliğinde ve tabandan 1 m. kadar yüksektedir. Kapı odasının tabanının ise sıkıştırılmış kilden yapıldığı gözlemlenmiştir. Ayrıca 5 m. genişliğindeki kapının çift kanatlı olduğu sanılmaktadır. Bu kapının en yakın benzerini ise, Çavuştepe Yukarı Kale'de Tanrı Haldi tapınak alanına geçit veren Doğu Kapısı oluşturmaktadır.
YUKARI ANZAF KALESİ

Aşağı Anzaf Kalesi'nin 900 m. güneyinde yer alan Yukarı Anzaf Kalesi, Urartu Kralı İşpuini'nin oğlu Menua (M.Ö. 810-786) tarafından kurulmuştur. Kurulduğu tarihten yıkılışına kadar geçen 200 yıllık bir süre boyunca kalenin içinde yapılan çeşitli döneme ait yapılar, Urartu mimarisinin geçirdiği gelişim evrelerini tüm canlılığı ile yansıtmaktadır. Aşağı kaleden 10 kat daha büyük olan Yukarı Anzaf Kalesi, yaklaşık olarak 60.000 m2'lik bir alan üzerinde yer almaktadır. Yukarı Anzaf Kalesi, Aşağı Anzaf Kalesi'nden farklı olarak çevresindeki verimli topraklarda yapılan tarımdan elde edilen ürünlerin depolandığı çok önemli bir üretim merkezi olarak kurulmuştur. 1 km. doğuda bulunan ve Kral Menua tarafından yaptırılan küçük barajda biriktirilen sular, tarımın başarılı bir şekilde yapılmasında önemli bir rol oynamıştır. İlginçtir ki Yukarı Anzaf Barajı geçirmiş olduğu küçük onarımlar ile günümüzde bile çalışmaktadır. Çünkü bu barajda biriken sular olmaksızın, kuzey yönüne doğru uzanan verimli topraklarda tarım yapmak olanaksızdır. Kalenin hemen güneyinde bulunan ve çevresi kalın bir duvar ile çevrelenen Aşağı Kent ise, 141.000 m2'lik bir alana yayılmaktadır. Bugünkü Dereüstü (Anzaf) Köyü sınırları içinde kalan ve kale ile birlikte planlanarak yapılan Aşağı Kent, erken dönem Urartu yerleşim merkezlerinin en önemli örneklerinden birini oluşturmaktadır. Yukarı Anzaf Kalesi'ni çevreleyen sur duvarları, Aşağı Anzaf Kalesi'nin duvarlarında görmediğimiz bir şekilde, kurtin-bastiyon tekniğinde yapılmıştır. Yukarı Anzaf Kalesi Urartu Krallığı'nın en önemli kült merkezlerinden birini oluşturmaktadır. Krallığın ulusal Tanrısı Haldi adına yaptırılan en eski kare planlı tapınak, Yukarı Anzaf Kalesi'nde bulunmaktadır. Ayrıca kalenin doğusu ve kuzeybatısındaki kayalıkların düzeltilen kısımlarına, çeşitli biçimlere sahip anıtsal kaya işaretleri yapılmıştır. Kayalıklara büyük bir özenle oyularak yapılan 22 işaret, kalenin kutsallığını simgelemektedir. Kral Menua döneminde yaptırılan kalelerin hiç birinde, bu denli zengin ve anıtsal kaya işareti görülmemektedir. Urartu başkenti Tuşpa ve Meher Kapısı'nın yakınında bu kadar çok anıtsal kaya işaretinin bulunmadığını göz önüne alırsak, Yukarı Anzaf Kalesi'nin önemli bir dinsel merkez olduğu kolayca anlaşılır. Ayrıca tapınağın batısında Tanrı Haldi'ye adanan eşya ve silahların konulduğu küçük odada bulunan adak kalkanı üzerine betimlenen ve bugüne değin benzerine rastlanılmayan Urartu Tanrıları da, kalenin kült merkezi olduğu konusunda bilgi vermektedir.
Aşağı Kent Doğu Kapısı

Aşağı Kent'in üç tarafı 2 m. kalınlığında bir sur duvarı ile çevrelenmekte ve kuzeyde yükselen Anzaf Kalesi'nin güney duvarlarıyla birleşmektedir. Bu kadar geniş bir alana yayılan kentin birden çok kapısının olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapılardan birinin batıda, diğerinin kuzeyde, ötekinin de doğuda yer aldığı sanılmaktadır. Ortaya çıkardığımız 4.30 m. genişliğindeki Doğu Kapısı, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki kent kapılarının biçimi, büyüklüğü ve inşa tekniği konusunda önemli bilgiler vermiştir. Kapı girişi, Transkafkasya'da bulunan Karmir-Blur'daki kentin kuzey kapısı gibi, iki duvar arasındaki bir boşluktan oluşmaktadır. Çift kanatlı olduğu anlaşılan kapı, içeriye doğru açılmaktaydı. Doğu Kapısı'nın kent halkı tarafından kalenin doğu eteklerinde çok geniş bir alana yayılan tarım alanlarına ve Yukarı Anzaf Barajı'na gitmek için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kapı Kral Menua döneminde kale ve Aşağı Kent ile birlikte planlanarak yapılmıştır. Bu yüzden Doğu Anadolu, Transkafkasya ve Kuzeybatı İran Bölgeleri'nde yer alan yerleşim merkezlerindeki kent kapılarının şimdilik en erken örneğini yansıttığı için, çok büyük bir önem taşımaktadır.
Depo Yapıları

Kalenin batı sur duvarına bitişik olarak yan yana bir çok depo odası yapılmıştır. İki katlı olduğu anlaşılan odaların ilk katları gibi bodrumların batı duvarları da, doğuda yükselen birden çok katlı yapıların batı yönüne doğru şiddetli bir şekilde yıkıp akmasıyla, kalenin batı sur duvarlarıyla birlikte temellerine varıncaya değin yıkılmıştır. Kuzey Kapı Avlusu'nun hemen güneybatısından başlayan ve kuzeye doğru yan yana yapılan 4 bodrum odası farklı büyüklüklere sahiptir. Yan yana yapılan depo odalarının birbirinden ortalama 4 m. genişliğinde bir ara duvar ayırmaktadır. Toplam 5 bodrum odasında da herhangi bir kapı girişinin bulunmamış olması, bunlara ilk kattan merdiven ile girildiğini göstermektedir. Duvarları beyaz badanalı ve tabanları sıkıştırılmış kilden özenli bir şekilde yapılan bu odaların birinin mutfak, diğerlerinin de depo olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Güneybatı köşede kare planlı odada bulmuş olduğumuz bir ocak ve fırın, bu odanın mutfak olarak kullanıldığını göstermektedir.
Büyük Kule, Kuzey ve Güney Kapıları

Anıtsal bir görünüme sahip olan Kuzey ve Güney Kapıları ile bunları koruyan Büyük Kule, kalenin güneybatı sur duvarları üzerinde yer almaktadır. Oldukça korunaklı bir yere yapılan her iki kapı da, doğudan batı yönüne doğru esen sert rüzgarlardan etkilenmemektedir. Kapıların ikinci önemli özelliği, cepheden, yani batıdan bakıldığı zaman kesinlikle görülmemesidir. Böylece her iki kapıya da gizlilik özelliği kazandırılmıştır. Anıtsal bir kule ile güçlendirilen her iki kapıya da, savunma yönünden çok büyük önem verildiği görülmektedir. Dış görünüm ve tasarım yönünden bu tür hisar kapılarının benzerlerine şimdiye kadar Urartu Krallığı'nın yayılım alanında rastlanılmamıştır. Çok büyük bir kaya kütlesinin kuzeybatı yüzüne, 11x8 m. büyüklüğünde kareye yakın bir kule yapılmış ve kulenin doğusu, kayalık ile birleştirilmiştir. Özenle yontulmuş iri kalker taşlardan yapılan ve kayalığa yaslanan bu güçlü kuleyi, Büyük Kule olarak adlandırdık. Anıtsal ve etkileyici bir görünüme sahip olan Büyük Kule toprak seviyesinden ortalama 7 m. yüksekliğindeyse de, ilk yapıldığı sıradaki yüksekliğinin daha fazla olduğu anlaşılmaktadır. Özenle işlenmiş iri kalker taşlardan yapılan kulenin üzerinde kerpiçten yapılmış odaların olduğu ve buralarda nöbetçilerin kaldığı sanılmaktadır. Bu ilginç kule şimdilik Urartu hisar kapılarını koruyan en eski kule örneğini oluşturmaktadır. Büyük Kule'nin güneyinde, güney kapısına geçit veren üstü açık üçgen biçiminde bir ön avlu bulunmaktadır. Bu avludan Güney Kapısı'na merdivenlerle ulaşılmaktadır. Ancak güney kapısı büyük ölçüde tahrip olduğundan, kaç metre genişliğinde olduğunu bilemiyoruz. Aşağı Ketten gelen ve ters "U" şeklinde bir güzergahı izleyerek ulaşılan Güney Kapısı, arabaların ve hayvanların geçmesine elverişli değildir. Kapı avlusundan sonra güneydoğu yönüne doğru devam eden yol, tapınak ve çevresindeki yapılara gitmektedir. Güney Kapısı'na kıyasla daha anıtsal yapılan Kuzey Kapısı, Büyük Kule'nin hemen batı yüzünde yer almaktadır. Büyük Kule'nin batı yüzüne 2 m. genişliğinde ve 3.40 m. derinliğinde kapının doğu kanadının duvarı yapılmıştır. Doğu kanadı duvarının Büyük Kule ile birlikte tasarlanarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Kapı kanadı duvarının mevcut toprak seviyesinden yüksekliği 2.30 m.'dir. Dikdörtgen planlı kapı kanadı duvarı bu haliyle oldukça kütlesel bir görünüme sahiptir. Doğu kapı kanadının 3.80 m. batısında, kapının batı kanadı yer almaktadır. Batıdaki kapı kanadı duvarı 2 m. genişliğinde ve 3.40 m. derinliğinde dikdörtgen bir plan göstermektedir. Kapı kanadı bağımsız olarak yapılmamış, kalenin güneybatısından gelerek doğu yönüne doğru keskin bir dönüş yapan sur duvarlarıyla birleştirilmiştir. Böylece giriş, çıkış ve savunma yönünden çok elverişli özelliklere sahip olan 3.40 m. derinliğinde ve 3.80 m. genişliğinde bir kapı girişi elde edilmiştir. Kapı girişinin tabanı, fazla büyük olmayan taşlardan özenli bir şekilde döşenmiştir. Kuzey Kapı girişinden, kalenin içindeki depo, atölye ve diğer yapılara ulaşılmaktadır. M.Ö. 7. yüzyılda Kuzey Kapısı yapılan değişikliklerle 3.80 m. genişlikten 1.60 m.'ye küçültülmüştür. Bunun için doğu kapı kanadının önüne 60 cm., batı kapı kanadı duvarı önüne de 1.60 m. genişliğinde bir ek duvar yapılmıştır. Kapının ilk yapıldığı sırada 3.80 m. genişliğinde iken çift kanatlı olduğu, 1.60 m.'ye indirildikten sonra da tek kanatlı bir kapıya dönüştüğü anlaşılmaktadır. Savunma yönünden oldukça güçlü bir şekilde yapılan Kuzey Kapısı'nın hangi nedenlerden dolayı daraltıldığını bilemiyorsak da, M.Ö. 7. yüzyılda bölgede büyük bir depremin meydana geldiği ve bunun sonucunda kaledeki mimari yapılarda çok büyük değişikliklerin yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan mimari değişiklikler, birçok yapıda belirgin olarak görülmektedir. Kalenin ve kapının M.Ö. 7. yüzyılın sonunda İskit saldırıları sonucunda çıkan büyük yangından etkilenerek aşırı bir şekilde yandığını, kapının kuzeyinde yer alan iç avlu tabanındaki ortalama 70-80 cm. kalınlığındaki kül ve kömür tabakası da doğrulamaktadır. Ancak kaleye yapılan saldırı savunma yönünden çok iyi planlanan ve bir ölüm tuzağı niteliği durumunda olan kapılardan yapılmamıştır. Kalede ve kapılarda çıkan yangının şiddetinden kalker taşları patlamış ve taş duvarlar üzerinde bulunan kerpiç duvarlar da yanarak, kırmızı renkli bir tuğlaya dönüşmüştür. Kuzey Kapı avlusunda yapmış olduğumuz kazı çalışmalarında, kalenin tahribi sırasında içerden dışarıya çıkmak isterken dumandan boğularak ölen ve daha sonra çıkan yangında aşırı bir şekilde etkilenen yüzlerce hayvan iskeleti ortaya çıkarılmıştır. Kaleye yapılan İskit saldırısı sırasında, Aşağı Kent'te oturan halk özel eşyaları ve hayvanları ile birlikte kaleye sığınmışlardır. Ancak çıkan yangından ürken ve dışarı çıkmak için kuzey kapısına yönelen yüzlerce hayvan kapı kapalı olduğu için dumandan boğularak birbirinin üzerine gelecek şekilde üst üste yığılmışlardır. Ortaya çıkardığımız hayvan iskeletlerinin % 60'ı yanarak kömürleşmiş, daha sonra Büyük Kule'nin üzerinde yükselen kerpiç duvarların batı yönüne doğru yıkılmasıyla tonlarca ağırlıktaki taş ve toprağın altında kalarak ezilmiş ve geniş bir alana yayılmışlardır. Bu yüzden herhangi bir hayvan iskeleti tam olarak ortaya çıkarılamamıştır. Çok geniş bir alana yayılan hayvan iskeletlerinin 81'i büyükbaş, 452 tanesi de küçükbaş hayvanlara aittir. Büyükbaş hayvanların hemen hepsi sığır, küçükbaş hayvan iskeletleri ise koyun ve keçilere aittir. Ayrıca 1 adet köpek ve 1adet de tavşana ait iskelet bulunmuştur. İskeletler üzerinde yapılacak ayrıntılı çalışmalar sonucunda, M.Ö. 1. bin yılın ilk yarısında Van Bölgesi'ndeki hayvan faunası ortaya çıkarılacaktır.
Mutfak Yapıları

Depo ve mutfak yapıları olarak adlandırılan odalar, Haldi Tapınağı'nın kuzeybatısında ve 5 no'lu Depo Yapısının doğusunda yer almaktadır. Yan yana iki ayrı odadan oluşan bu odaların güneyde olanı, doğuda yükselen birden çok katlı yapıların batı yönüne doğru yıkılıp akmasıyla büyük ölçüde tahrip olmuştur. Kuzey ve güney mutfak odalarını, ortalama 2.5 m. genişliğinde ve 3.5 m. yüksekliğinde bir ara duvar ayırmaktadır. Fazla büyük olmayan taşlardan yapılan duvarın üzerinin sıvanarak kireç ile beyaz badana edildiği görülmektedir. Ara duvarın kuzeyinde bulunan mutfak odası 5x21 m. boyutlarında dikdörtgen bir plan göstermektedir. Bu odanın batı duvarı hariç, diğer duvarları sağlam olarak ortaya çıkarılmıştır. Doğu duvarının mevcut yüksekliği 3.60 m. ise de, bunun ilk yapıldığı sıradaki yüksekliğinin 4 m. olduğu anlaşılmaktadır. Bu odanın batı duvarı, doğuda yükselen birden çok katlı yapıların yıkılıp batı yönüne doğru akmasıyla şiddetli bir şekilde tahrip olmuştur. Mutfak odasının şimdilik tümüyle açık olan batı kısmı, bir teras ile son bulmaktadır. 2 m. yüksekliğindeki teras duvarının üst kısmında bulunan taşlar da, yine batı yönüne doğru yıkılmıştır. Bu yüzden batı kısmına veya güneydeki odaya geçit veren bir kapı girişinin olup olmadığını bilemiyoruz. Kuzey mutfak odasının çeşitli yerlerinde toplam 9 tandır ve 2 pitos (küp) ortaya çıkarılmıştır. Ne yazık ki pitos ve tandırlar doğuda yükselen yapıların batı yönüne doğru yıkılmasıyla, 2.5-3 m. kalınlığında bir taş ve toprak tabakasının altında kalarak tahrip olmuşlardır. Mutfağın taban kısmı yer yer sıkıştırılmış kilden yapılmışsa da, bazı yerlerinin yassı ve düzgün kum taşı bloklarıyla döşendiği görülmüştür. Mutfakta çok sayıda çanak ve çömleğin yanı sıra, ezgi taşları ve taş kaplar da bulunmuştur. Ayrıca mutfakta bulunan metal eşya ve silahlar arasında demirden yapılmış bıçaklar, olta ve demir bir külçe gelmektedir. Güney odasını ayıran ara duvarın önünde tabana açılan dikdörtgen biçimli küçük bir erzak çukurunda ise, kilolarca ağırlıkta karbonlaşmış tarım ürünleri ortaya çıkarılmıştır. Karbonlaşmış tarım ürünlerinin Botanistler tarafından yapılan analizleri, bunların az bir kısmının yabani nohut (Cicer Anatolicum) ve çok büyük bir kısmının da mercimek (Lens Culinaris) olduğunu göstermiştir. Ayrıca büyük miktarda küçük yumrular halinde beyaz, mavi, kırmızı (hematit) ve sarı (limonit) toz boya parçaları da bulunmuştur. Bilindiği gibi Urartu Kalelerindeki tapınak, saray, harem ve kabul salonlarıyla birçok odanın duvarları renkli boyalarla çeşitli resim, bitki ve geometrik motiflerle bezenmişti.
Pitoslu Yapılar

Pitoslu Yapılar, Mutfak Yapılarının 16 m. güneydoğusunda yer almaktadır. Pitoslu Yapıların bulunduğu alan, Haldi Tapınağı'nın kuzeybatısında uzanan geniş teras alanının hemen hemen uç kısmına yakın bir yerdedir. Deniz seviyesinden ortalama 1975 m. yüksekliğindeki bu alanın kuzey ve kuzeybatı yönlerine doğru gittikçe eğimli olduğu görülmektedir. Pitoslu Yapılar arazinin biçimine göre genellikle kuzey-güney doğrultusunda uzanmaktadır. Şimdiye kadar iki pitoslu oda ortaya çıkarılabilmiştir. Her iki oda da 4.5x10 m. büyüklüğünde dikdörtgen bir plan göstermektedir. Batıdaki odada, mevcut toprak seviyesinden 1.5 m. derinlikte yan yana gövdelerine kadar tabana gömülmüş 12 pitos bulunmuştur. Aslında bu odada üç sıradan ve her bir sırada yan yana yedi adet olmak üzeri toplam 21 adet pitosun olması gerekmektedir. Her birinin ağız çapı farklı olan pitosların oldukça büyük ve derin oldukları görülmektedir. Bu odayı doğusunda bulunan odadan 1.60 m. genişliğinde ve 2 m. yüksekliğinde kerpiçten yapılmış bir ara duvar ayırmaktadır. Kerpiç duvarın sıvalı, beyaz ve mavi boyayla badana edildiği görülmektedir. Bu odada da yine gövdelerine kadar tabana gömülmüş olan 13 pitos ortaya çıkarılmıştır. Buradaki pitos sayısının da 21 olması gerekmektedir. Her bir pitos ortalama 1000 litreden fazla şarap almaktaydı. Bu odanın kerpiçten yapılan doğu duvarına yan yana dört niş açılmıştır. Nişlerin üst kısımları üçgen biçimlidir. Benzerlerine diğer Urartu pitoslu yapılarında rastlanılmayan bu ilginç görünümlü nişlerin içine, çeşitli eşya, kap ve aydınlatma araçları konulmaktaydı. Gelecek yıllarda devam ettireceğimiz çalışmalarla, diğer pitoslu yapılar ortaya çıkarılacaktır.
Tapınak ve Kuzeybatı Yapıları

Urartu Krallığı'nın ulusal tanrısı Haldi'ye adanan tapınak, kalenin 1995 m. kodu ile en yüksek rakımını oluşturan güney kesiminde yer almaktadır. 13.40 m. büyüklüğündeki kare planlı tapınağın tabanı, ana kayanın düzeltilmesiyle elde edilmiştir. Diğer Urartu tapınakları gibi köşeleri rizalitli olan tapınağın duvar kalınlığı 2.5 m.'dir. Tapınağın kuzey yüzündeki kapısı, görkemli bir görünüme sahip olan Süphan Dağı'na (4050 m.) bakmaktadır. Ne yazık ki tapınağın içi ve avlusu büyük bir Ortaçağ yerleşmesine sahne olduğundan, aşırı bir şekilde tahrip olmuştur. Tapınağın kuzey ve batı duvarları, temellerine varıncaya kadar sökülmüştür. Tapınak tabanını oluşturan düzeltilmiş kayalığın çatlık kısmına dikey olarak çakılan demirden yapılmış mantar başlı küçük bir murç, Urartu tapınaklarının temellerine konulan metal eşya ve silahların şimdilik en eski örneğini oluşturmaktadır. Yalnızca tapınağın doğu duvarı sağlam olarak kalmıştır. Bu duvar da doğudan esen şiddetli rüzgarları engellediği için, Ortaçağ yerleşmecileri tarafından özellikle tahrip edilmemiştir. Tahrip edilmeyen doğu duvarının kuzeydoğu köşesinde, tapınak inşa yazıtı bulunmaktadır. Ayrıca parçalar halinde bulmuş olduğumuz taşlar üzerindeki çivi yazıları, Ortaçağ yerleşmecileri tarafından tahrip edilen tapınağın kuzeybatı köşesindeki inşa yazıtına aittir. Bu yazıtların aynı içeriğe sahip oldukları anlaşılmaktadır. Kuzeydoğu köşe duvarında bulunan inşa yazıtı, taşın her iki yüzüne yazılmıştır. 6 satırdan oluşan asıl metin yok edilmeye karşı bir önlem olmak üzere taşın doğu yüzüne 2 kez, kuzey yüzüne de 1 kez tekrar edilmiştir. Metinde şunlar okunmaktadır: Tanrı Haldi'nin gücü sayesinde İşpuini oğlu Menua,Tanrı Haldi'ye, efendiye, bu tapınağı ve bu kaleyi mükemmel bir şekilde inşa ettirdi. Bu yazıtın yine Kral Menua tarafından yaptırılan Patnos-Aznavurtepe ve Körzüt Kalelerindeki tapınak yazıtlarından ayrımlı olan en önemli özelliği, Menua'nın yapmış olduğu askeri eylemlerden hiç söz edilmemiş olmasıdır. Bu yüzden tapınağın Menua'nın henüz herhangi bir askeri eylem yapmadığı krallığının ilk yıllarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Böylece Yukarı Anzaf Kalesi tapınağı, şimdilik en eski Urartu tapınağını oluşturmaktadır. Haldi Tapınağı, tıpkı Çavuştepe (Sardurihinili) Yukarı Kale, Altıntepe ve Arin-berd'deki (Erebuni) tapınaklar gibi yalnızca bir celladan ibaret olmayıp, batısında yer alan avlu ve avluya açılan odalarla bir yapı bütünlüğü oluşturmaktadır. Tapınağın batısında yer alan avlu ve odalara, ana kayadan oyularak açılan uzun bir koridordan geçilmektedir. Kalkerden oluşan kayalığın büyük bir özenle oyulmasıyla yapılan koridorun mevcut uzunluğu 9.5 m.'dir. Kaya koridoru batıdan doğuda odaların bulunduğu yere doğru genişlemektedir. Kaya koridorundan doğuda tapınak alanına girişi sağlayan ilk kapı, koridorun her iki tarafına, yani kuzey ve güney duvarlarına karşılıklı örülen birer kapı kanadı duvarıyla oluşturulmuştur. Kaya koridorunun güney yüzüne bitişik olan kapı kanadı duvarı, 2 m. uzunluğunda, 1.70 m. yüksekliğinde ve 2 m. genişliğindedir. Kapı boşluğunun hemen kuzeydoğu köşesinde bulunan ahşap kapı direği, kapı ile birlikte şiddetli bir şekilde yanarak kömürleşmiştir. Yangının şiddetinden duvarlarda kullanılan kalker taşlar bile patlamıştır. Taş duvarlar üzerinde yükselen kerpiç duvarlar da kırmızı renkli bir tuğlaya dönüşmüştür. Kapı girişinin 1.10 m. genişliğinde olması, çok büyük bir olasılıkla bunun tek kanatlı bir kapı olabileceğini ve içeriye doğru açıldığını göstermektedir. Kapının bronz levhalarla kaplı olduğunu, ahşaba kabara başlı çivilerle perçinlenen bronz parçaları doğrulamaktadır. Bu küçük odaya, Tanrı Haldi'ye adanan bronz ve demirden yapılmış çeşitli eşya ve silahların konulduğu anlaşılmaktadır. Ancak ahşap direğin, kapının ve çatıyı taşıyan ahşap direklerin kalenin tahribi sırasında çıkan yangın yüzünden şiddetli bir şekilde yansımasıyla, özellikle bronz levhalar ile birlikte diğer bronz eşya ve silahlar da çok büyük zarar görmüş ve yer yer ergiyerek form değiştirmiştir. Son birkaç yıldan beri ergiyerek form değiştiren eşya ve silahlar üzerinde yapmış olduğumuz konservasyon çalışmaları sırasında, çok sayıda silah ve eşya kurtarılmış ve bilim dünyasına kazandırılmıştır. Tanrı Haldi'ye adanan eşya ve silahların konulduğu 8 m2. büyüklüğündeki bu küçük odada bulunan demirden yapılmış silahlar arasında bıçaklar, ok uçları ve çeşitli büyüklükteki kargı uçları yer almaktadır. Bronz eşya ve silahlar arasında ise fibula, miğfer, miğfer yanaklıkları, adak halkaları, kalkan ve kalkan tutamakları, disk, zırh pulları, at koşum takımına ait çeşitli eşyalar, boğumlu bilezik, ok uçları ile hangi tür eşya ve silaha ait oldukları kesin olarak belli olmayan yüzlerce parça bronz levha bulunmaktadır. Yine bu odada bulmuş olduğumuz iki omuzlu ve mahmuzlu bronz ok ucu ise, kalenin İskitler tarafından tahrip edildiğini belgeleyen ikinci önemli buluntuyu oluşturmaktadır.
SULAMA KANALLARI
Başkentliğini Van Ovası'nda Tuşpa (bugünkü Van Kalesi) ve Rusahinili'nin (bugünkü Toprakkale) yaptığı Urartu Krallığı, M.Ö.9.-6. yüzyıllar arasında başta Doğu Anadolu olmak üzere, Transkafkasya ve Kuzeybatı İran Bölgelerinde egemenliğini sürdürmüştür. Urartu Kralları tarafından Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaptırılan önemli imar faaliyetleri, Eskiçağ'da bu bölgeye altın çağını yaşatmıştır. Bunların başında baraj, gölet, ve sulama kanalları gelmektedir. Sulama tesislerinin varlığını saptamak amacıyla yapmış olduğumuz yüzey araştırması, 1987 yılından beri kesintisiz olarak devam etmektedir. 13 yıl boyunca saptamış olduğumuz ve şimdilik sayıları 63'ü geçen baraj, gölet ve sulama kanalları, Urartu Krallığı'nın çekirdeğini oluşturan Doğu Anadolu'yu bir "Barajlar Bölgesi" durumuna getirmiştir. Öyle ki Anadolu ve Dünya'nın öteki coğrafi bölgelerinde bu kadar çok barajın varlığına rastlanılmamaktadır. Bundan da önemlisi, yaklaşık olarak 2700-2800 yıldan beri kesintisiz olarak çalışan çok sayıdaki baraj, gölet ve sulama kanalının benzerine, şimdiye kadar ne Anadolu, ne de Dünya'nın öteki ülkelerinde rastlanılmaktadır. Bu yüzden Urartu Krallığı'nı Anadolu ve Eski Önasya Dünyası'nın en büyük "Hidrolik Uygarlığı" olarak adlandırmak yerinde olacaktır. Bölgedeki ilk sulama tesislerinin Urartu Krallığı döneminde yapılmış olması, Doğu Anadolu Bölgesi için bir dönüm noktası olmuştur. Bu zamana değin Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki toplulukların ekonomik yaşamında hayvan besiciliği ön plan da iken, bundan sonra artık tarımın ön plana geçtiğine tanık olmaktayız. Yani sulamaya dayanan modern tarımın temelleri, ilk kez Urartu Krallığı tarafından atılmıştır. Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaptırılan çok sayıdaki baraj, gölet ve sulama kanalları da, yapılan modern tarımın canlı kanıtını oluşturmaktadır. Günümüzde bile büyük bir hayranlıkla izlenen Urartu Krallığı'na ait baraj, gölet ve sulama kanalları, kendisinden sonra Doğu Anadolu Bölgesi'nde kurulan uygarlıkların söylencelerine ve türkülerine konu olmuştur. Çünkü ne Eskiçağ ve Ortaçağ'da, ne de Yeniçağ'da hiçbir uygarlık Doğu Anadolu Bölgesi'nde Urartu Krallığı'nın yapmış olduğu kadar baraj, gölet ve sulama kanalı inşa etmiştir. Bugüne değin saptadığımız çok sayıdaki Urartu barajı, Doğu Anadolu Bölgesi'nde ırmaklar üzerine yapılan modern barajların ilk örneklerini yansıtmasının yanı sıra, 2800 yıllık baraj inşa tekniğinin tarihsel gelişimini göstermesi açısından da, çok büyük bir önem taşımaktadır. Urartu Kralları'nın Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaptırdıkları çok sayıdaki baraj, gölet ve sulama kanalları, Eskiçağ'da Hitit ve Assur Krallıkları'nın baraj ve sulama kanalı yapma geleneğini Pers, Hellenistik, Bizans, Ortaçağ ve Osmanlı Devleti dönemine taşımıştır. Yani Anadolu'da sulamaya dayalı modern tarım kültürünün yaygınlaşmasında ve baraj yapma geleneğinin gelişmesinde, Urartu Uygarlığı çok önemli bir köprü görevini üstlenmiştir. Günümüzde Doğu Anadolu Bölgesi'nde Fırat ve Dicle ırmakları üzerine yaptırılan modern barajların ilk örneklerini, 2700 yıl önce Urartu Kralları tarafından küçük çay ve dereler üzerine kurulan barajlar oluşturmaktadır. Doğu Anadolu Bölgesi'nin en zengin su kaynaklarından birini de, Van Ovası'nın doğusunu yarım ay şeklinde çevreleyen 3200 m. yüksekliğindeki Erek Dağı oluşturmaktadır. Urartu Krallığı döneminde Erek Dağı ve eteklerindeki su kaynakları üzerinde toplam 14 adet gölet ve baraj yapılmıştır. Yapılan gölet ve barajların hemen hepsi, Erek Dağı'nın batısından Van Gölü'ne kadar eğimli bir şekilde uzanan yaklaşık 150 km² genişliğindeki Van Ovası'nda yapılan tarımın su gereksinmesini karşılamaktadır. Van Ovası oldukça verimli topraklara sahip olmasına karşın, su yönünden fakirdir. Yapılan barajların en eskisini, Urartu Krallığı'nın kurulmasından önceki döneme ait Bakraçlı ve Harabe Barajları oluşturmaktadır. Bakraçlı Barajı tahrip edilmesine karşın, Harabe Barajının 1.5-2 m. yüksekliğindeki duvarları yıkılmadan günümüze değin özgün biçimini korumuştur. 30x30 cm. büyüklüğündeki savağı, bugüne değin bulunan baraj savaklarının en küçük örneğini oluşturmaktadır. Yalnızca baraj alanının içi toprak ile dolduğu için, son 80 yıldan beri tarla olarak kullanılmaktadır. 1 km. güneyinde bulunan Yoncatepe Kalesi ve nekropolleriyle birlikte Erken Demir Çağı'na tarihlenen Harabe Barajı, Urartu Barajlarının ilk prototipini yansıttığı için çok büyük bir önem taşımaktadır. Zivistan Köyü yakınlarındaki Azab Göleti, Kral İşpuini (M.Ö.830-810) döneminde kurulmuştur ve Urartu göletlerinin bilinen ilk örneğini yansıtmaktadır. Kevenli ve Yukarı Ömer Gölü, Aşağı Ömer Gölü, Kilise Gölü ve Kadim Barajları, Urartu Kralı Menua (M.Ö.810-786) döneminde yapılmıştır. Rusa (Keşiş Göl) ve Köşebaşı Barajları ile Yakup, Kurubaş ve Sıhke Göletleri de, Kral II.Rusa (M.Ö.685-645) döneminde yapılmıştır. Hatta yapılan baraj ve göletler Van Ovası'nın güney bölümünün su gereksinmesini karşılayamadığı için, Gürpınar Ovası'ndan Van Ovası'nın güneyindeki topraklarda bulunan meyve ve sebze bahçelerinin su gereksinmesini karşılayabilmek için 51 km. uzunluğunda olan ünlü Menua (Semiramis/Şamram) Kanalı yapılmıştır. Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki diğer su kaynakları üzerinde birbiriyle bağıntılı olarak bu kadar çok sulama tesisinin yapılmadığı görülmektedir. Yani Doğu Anadolu Bölgesi'nde bu güne kadar bulunan Urartu sulama tesislerinin yaklaşık olarak beşte biri, Van Ovası'nın doğusunda yükselen Erek Dağı ve eteklerinde yer almaktadır. Öyle anlaşılmaktadır ki Urartu başkenti Tuşpa'nın (Van Kalesi) Van Ovası'nda kurulmasında, Erek Dağı ve eteklerindeki zengin su kaynakları da bir başka olumlu koşulu hazırlamıştır. Doğu Anadolu Bölgesi'ni diğer bölgelerden ayıran en önemli coğrafi özelliği, bölgenin deniz seviyesinden oldukça yüksek ve dağlık olmasıdır. Bu iki özellik bölgede yaşayan insanlar üzerinde hayvan besiciliğinin tarımdan daha yaygın bir ekonomik kaynak olmasını gerektirmişse de, Urartu Kralları'nın yaptırmış oldukları sulama tesisleri sayesinde tarım ön plana geçmiştir. Baraj, gölet ve sulama kanallarından alınan sular, küçük ova ve vadilerde yapılan tarıma hayat vermiştir . Ayrıca sulama kanallarının yardımıyla arazi cennete dönüştürülmüştür. Birçok Urartu kalesinde yapılan kazıda ortaya çıkarılan ve her biri 1000 litre yiyecek ve içecek alan yüzlerce büyük küp, yapılan tarımın ne denli modern ve geniş kapsamlı olduğunu göstermektedir. Urartular'ın elde ettikleri tarım ürünleri arasında arpa, buğday, kızılca (kılçıklı) buğday, darı, çavdar, bezelye, nohut, bakla, mercimek ve susam yağı bulunmaktadır. Ancak üzüm bağlarından elde edilen üzümlerden yapılar şaraplar, depolarda çok büyük bir yer tutmaktaydı. Urartu Krallığı'nın M.Ö.6. yüzyılın başlarında İskitler tarafından yıkılmasından sonra, baraj, gölet ve sulama kanalları Doğu Anadolu Bölgesi'ne gelip yerleşen Ermeniler tarafından olduğu gibi kullanılmaya başlanmıştır. Sulama kanallarının yardımıyla elde edilen tarım ürünlerinin türleri ve benzer yöntemlerle depolandığı konusunda Grek tarihçileri ilginç bilgiler vermektedir. Örneğin tarihin babası sayılan Herodotos, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki üzüm bağlarından elde edilen kaliteli şarabın güneyde Basil kenti pazarlarında satıldığını yazmaktadır. M.Ö. 400 yılında ise Xenophon'un Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki köy konutlarının depolarında biriktirilen şarap, susam yağı ve diğer tarım ürünlerinin türleri konusunda verdiği bilgi, Urartu kalelerinin depolarında ortaya çıkarılan tarım ürünlerinin benzerini oluşturmaktadır. Urartu Kralları tarafından Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaptırılan baraj, gölet ve sulama kanalları, tıpkı günümüzde olduğu gibi, Ortaçağ ve Osmanlı döneminde de aynı amaçla kullanılmıştır. Ortaçağ'da baraj, gölet ve sulama kanalları sayesinde yapılan başarılı tarım ve elde edilen tarım ürünlerinin bolluğu, Ermeni, Arap, İranlı tarihçi ve coğrafyacılar ile Avrupalı seyyah ve elçiler tarafından övgüyle anlatılmıştır. Hatta Anadolu'dan İlhanlılar'a her yıl vergi olarak ödenen para, kumaş, metal eşya ve hayvanın yanı sıra, tonlarca ağırlıkta meyvenin de ödenmesi, meyve bahçeleri ve üzüm bağlarından elde edilen meyvenin ne denli fazla olduğunu göstermektedir. Osmanlı Devleti döneminde ünlü Türk gezgini Evliya Çelebi ile birçok Avrupalı seyyah ve elçi, Doğu Anadolu Bölgesi'nde bir cennet görüntüsü veren üzüm bağları ve meyve bahçeleri konusunda ayrıntılı bilgiler vermektedir. Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki baraj, gölet ve sulama kanallarının % 85'i erozyondan büyük ölçüde etkilenmiştir. Baraj ve göletlerin erozyondan bu denli şiddetli bir şekilde etkilenmesinde, bölgedeki orman alanlarının ortadan kalkmasının da çok büyük bir etkisi olmalıdır. Ancak Ortaçağ, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde baraj, gölet ve sulama kanallarında yapılan küçük onarımlar sayesinde Urartu baraj ve gölet ve sulama kanallarının % 35'i günümüzde bile kullanılmaktadır. Doğu Anadolu Bölgesi'nde bugüne kadar yaptığımız araştırma sonuçlarına göre, Urartu sulama yapılarının kuzeydeki sınırını Çıldır Gölü yakınlarındaki Darboğaz Barajı, doğudaki sınırını Türk-İran sınırı yakınlarındaki Gelincik Barajı, batıdaki sınırını Erzincan'ın doğusundaki Ağındır ve Karaağaç Barajları, güneydeki sınırını da Arç ve Kırmızı Düzlük Barajları oluşturmaktadır. Son 13 yıldan beri saptadığımız baraj, gölet ve sulama kanallarının üçte ikisinden fazlası, Urartu Krallığı'nın çekirdeğini oluşturan Van Bölgesi'nde yer almaktadır. Urartu Krallığı'nın doğu sınırını oluşturan Kuzeybatı İran içlerinde, kuzeyde Transkafkasya'da ve batıda da Bingöl-Elazığ-Malatya Bölgesi'nde şimdilik Urartu sulama tesisinin varlığına rastlanılamamıştır. Devam ettireceğimiz yüzey araştırmaları sırasında, Urartu Krallığı'nın Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki yayılım alanında birçok sulama yapısının daha bulunacağını ümit etmekteyiz. Bugüne değin saptamış olduğumuz Urartu sulama tesislerinin 40'ı baraj, 16'sı gölet ve 7'si de sulama kanalıdır. Sulama tesislerinden vereceğimiz birer örnek, bunların niteliği ve işlevi konusunda daha iyi fikir verecektir.
MEMEDİK GÖLETİ

Memedik Göleti Van'ın 45, Erçek Gölünün ise 10 km. kuzeydoğusunda bulunmaktadır. Göletin, Erçek Gölü'nün hemen kuzeydoğu kıyısında yer alan Karagündüz Höyüğü'ne olan uzaklığı 8.5 km., Erken Demir Çağı'na ait nekropollere uzaklığı ise 7 km.'dir. Bu ilginç göletin M.Ö. 9. yüzyılın sonunda yapıldığı anlaşılmaktadır. Gölette biriktirilen sular, doğudan batı yönüne doğru akan ve Erçek Gölü'ne dökülen Memedik Çayı'ndan alınan bir kanal aracılığı ile getirilmektedir. Göletin duvarı, arazinin biçimine göre batı ve güney kısmını kapatmaktadır. Ancak yüzlerce yıldan beri kanal suyunun taşımış olduğu kalın toprak tabakası hem göletin içini, hem de duvarların üstünü kapatmıştır. Bu yüzden yaklaşık olarak yüz yıldan beri göletin içi tarla olarak kullanılmaktadır. Duvarın mevcut genişliği 5-9 m., yüksekliği de 1.5-2 m. arasında değişmektedir. Göletin savağı güneybatıda yer almaktadır. Toprak ile kapanan savaktan su akıtmak için halk tarafından sık sık kazının yapıldığı anlaşılmaktadır. Kazılan kısımlarda, duvarlarda iri kalker taşların kullanıldığı görülmektedir. Oysa yakın çevrede kalker yataklarının olmadığını göz önüne alacak olursak, duvarlarda kullanılan binlerce metreküp kalker taşın çok uzak yerlerden taşınarak getirildiği anlaşılmaktadır. Gölet duvarının en ilginç özelliği, 1 km. uzunluğunda olmasıdır. Gölet duvarı bu haliyle Doğu Anadolu Bölgesi'nde bugüne değin bulunan Urartu sulama tesislerinin en uzun duvarını oluşturmaktadır. Bundan sonra 342 metrelik duvar uzunluğuyla Sıhke Göleti gelmektedir. Bu kadar uzun ve sağlam duvarlar, Urartu su mühendisliğinin ne denli geliştiğini de göstermektedir. Memedik Göleti'nin yapılmasının en büyük amacı, arazide derin bir yatak açan Memedik Çayı'nın kuzeyde sulayamadığı verimli topraklarda yapılan tarım ve sebze bahçelerinin su gereksinmesini karşılamak içindir. Batı ve güneybatı yönüne doğru akıtılan sular, Erçek Gölü'ne değin uzanan yaklaşık 8 km. uzunluğundaki toprakları sulamaktadır. İlginçtir ki Memedik Göleti işlevini yitirdikten sonra, bu verimli topraklarda yapılan tarımsal etkinliklerin su gereksinmesini karşılamak için zorunlu olarak betondan yeni bir kanal yapılmıştır. Bu kanal da suyunu yine Memedik Çayı'ndan almaktadır. Duvarları bozulmadan olduğu gibi kalan Memedik Göleti, günümüzde bile hayranlıkla izlenmektedir.
MENUA (SEMİRAMİS-ŞAMRAM) KANALI

Anadolu ve Dünya su mühendisliğinin bir harikası olan 51 km. uzunluğundaki Menua Sulama Kanalı, aynı zamanda 2800 yıllık ölümsüz bir aşk efsanesini de simgelemektedir. Kanalın çevresinde Kral Menua (M.Ö. 810-786) tarafından eşi Tariria için bugünkü Kadem Bastı mevkiinde yapay teraslar halinde yaptırılan asma bahçeleri, Assur Kraliçesi Semiramis'in Dünya'nın 7 harikasından biri sayılan asma bahçeleriyle özdeşleştirilerek efsaneleştirilmiştir. Halk tarafından bir aşk öyküsüyle efsaneleştirilerek Semiramis/Şamram adını alan bu ünlü sulama kanalı, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze değin ulaşmıştır. Öyle ki Şamram Kanalı, günümüzde sevilerek söylenen halk türkülerinde bile "Edremit Van'a bakar, içinden Şamram akar" dizeleriyle yaşamaya devam etmektedir. Van'ın kuş uçumu 50 km. güneyinde yer alan Gürpınar (Havasor) Ovası'ndan Urartu Krallığı'nın başkentinin bulunduğu Van Ovasına tatlı su getiren Menua Kanalı, aynı zamanda geçtiği yerlerde yapılan tarıma hayat vermektedir. Ortalama 2.5 m3. su taşıyan Menua Kanalı'nın Van Ovası'na taşımış olduğu su kapasitesi 75 milyon metreküpten fazladır. Kanal boyunca yaklaşık 5000 hektardan fazla arazi sulanmaktadır. Yapıldığı tarihten günümüze kadar 2800 yıldan beri kesintisiz olarak çalışan böylesine ölümsüz bir sulama kanalının benzerine şimdiye kadar Anadolu ve Dünya'da rastlanılmamıştır. Gürpınar ilçesinin 6 km. güneybatısında ve Yukarı Kaymaz (Mecingir) köyünün 1 km. güneydoğusunda büyük bir su kaynağı bulunmaktadır. Halk tarafından Semiramis/Şamram Kaynağı olarak adlandırılan kaynak, taşıdığı su potansiyeli açısından Van Bölgesi'nin en büyük su kaynağını oluşturmaktadır. 37-38 m. çapındaki bir alandan fışkıran kaynak suyu, saniyede 6-10 m3. arasında değişmektedir. Kaynaktan çıkan su önce toprak bir kanalın içinde kuzey yönüne sevk edilerek, doğudan batı yönüne doğru akan Hoşap Çayı üzerinden bir aşırtma kemeri (aqudekt) ile geçirilmiştir. Daha sonra kalkerden oluşan bir araziden geçirilen kanal, ortalama 3.5-4 m. genişliğinde ve 1.5-2 m. derinliğindedir. Kanalın büyük bir kısmının kalkerden oluşan arazi içinden geçirildiği görülmektedir. Zaten kanalın 2800 yıl boyunca bozulmadan varlığını korumasında ve bölgede meydana gelen şiddetli depremlerden etkilenmemesinde, kalkerden oluşan ana kaya içinden geçirilmesinin büyük etkisi olmuştur. Kanal suyunu belirli seviyede akıtabilmek için, arazinin elverişli olmayan çukur ve derin vadilerine yüksek destek duvarları örülmüştür. İri kalker taşlardan örülen destek duvarlarının üst kısımları yıkılmasına karşın, duvarların Gülo Boğazı ve Kadem Bastı mevkilerindeki yüksekliği 7-11 m.'ye ulaşmaktadır. Bindirme tekniği ile yapılan duvarlardaki eğim oranı 4-9 m. arasında değişmektedir. Kadem Bastı mevkiinde yapay olarak yapılan teraslardaki meyve bahçeleri ve üzüm bağları, burayı gerçek anlamda bir cennete çevirmiştir. Buradaki meyve bahçeleri ve asma bahçelerinin güzelliği çağlar boyunca halkın dilinden düşmemiştir. Hatta günümüzde bile Van Bölgesi'nin en güzel mesire yerini ve dinlenme tesislerini, Kadem Bastı mevkii oluşturmaktadır. Kadem Bastı'daki destek duvarları üzerindeki taşın biri üzerinde bulunan çivi yazıtında şunlar okunmaktadır: Bu bağ Menua'nın eşi Tariria'nındır. Adı Tariria bağıdır Ayrıca Menua Kanalı'nın bir başka ilginç özelliği, destek duvarlarına ve kanalın yakın yerlerine toplam 15 adet çivi yazılı inşa yazıtının konulmuş olmasıdır. Şimdiye kadar hiçbir Urartu yapısında bu kadar çok inşa yazıtına rastlanılmamıştır. Konulan inşa yazıtları kanalı neredeyse bir "yazıt anıtı"na dönüştürmüştür. Yazıtların bir kısmı kısa, bir kısmı da uzundur. Kaybolmaya ve tahrip edilmeye karşı bir önlem olmak üzere yazıtlar aynı içeriğe sahiptir. Kısa olan yazıtlarda şunlar okunmaktadır : Tanrı Haldi'nin kudreti sayesinde, İşpuini oğlu Menua bu kanalı açtı. Adı Menua kanalıdır. Yazıttan da açıkça anlaşılacağı gibi, kanalın adının Menua Kanalı olduğu belirtilmiştir. İlginçtir ki daha uzun içerikli metne sahip diğer yazıtlarda da, kanalın adının Menua Kanalı olduğu vurgulanmıştır. Aynı içeriğe sahip 4 adet uzun içerikli metinde ise şunlar okunmaktadır. İşpuini'nin oğlu Menua, Tanrı Haldi'nin gücü sayesinde bu kanalı Açtı. Adı Menua Kanalı'dır. Tanrı Haldi'nin büyüklüğü sayesinde, Menua, güçlü kral, büyük kral, Bianili Ülkelerinin Kralı, Tuşpa kentinin efendisidir. Menua der ki, kim bu yazıyı silerse, kim onu tahrip ederse, kim bunu görürse, kim başkasına "Bu kanalı ben açtım" derse o, Tanrı Haldi, Tanrı Teişeba, Tanrı Şivini ve bütün tanrılar tarafından mahvedilsin; güneş ışığından yoksun edilsin. Geçtiği yerlerde tarla ve sebze bahçelerine hayat veren Menua Kanalı, 2800 yıldan beri sanki yeni yapılmış gibi çalışmaktadır.
RUSA BARAJI

Van Ovası'nın doğusunu yarım ay şeklinde çevreleyen Erek Dağı'nın üzerinde bulunan Rusa Barajın, Urartu Kralı II. Rusa (M.Ö. 685-645) tarafından yaptırılmıştır. Barajın kimin tarafından hangi amaçla yaptırıldığını ve nereleri sulaması gerektiği konusundaki önemli bilgileri içeren çivi yazılı stel, 100 sene önce Berlin'deki Pergamon Müzesi'ne kaçırılmıştır. Halk tarafından Keşişgöl Barajı olarak da isimlendirilen barajdan batı yönüne doğru akıtılan sular, Van Ovası'nın sulanamayan kuzeybatı ve güneydoğu kesimlerindeki tarım alanlarını sulamaktadır. Van Ovası'na kadar birbiriyle bağlantılı olarak yapılan 4 adet baraj ve gölet, geçirmiş olduğu küçük onarımlarla 2700 yıldan beri hala çalışmaktadır. Deniz seviyesinden 2544 m. yüksekliğindeki Rusa Barajı, 7 km.2'lik bir alana yayılmaktadır. Barajda biriken sular, 40 milyon m3'ten fazladır. Çok gelişmiş bir mühendislik ürünü olan Rusa Barajı'nın iki ayrı duvarı bulunmaktadır. Bu duvarlardan biri duvarın batı ucunda, diğeri de kuzeybatı ucundadır. Çok dar ve kayalık bir vadiye yapılan batı duvarı, 7 m. genişliğinde arka arkaya yapılan iki ayrı duvardan oluşmaktadır. İki duvarın arası ise 13.40 m. genişliğinde bir blokaj ile doldurulmuştur. Böylece toplam olarak 27.40 m. genişliğinde ve 62 m. uzunluğunda bir duvar ortaya çıkmıştır. Dışyüzleri kabaca düzeltilen ve oldukça iri kalker taşlardan yapılan bu anıtsal duvarın mevcut yüksekliği de, 4.5-5 m. arasında değişmektedir. Ne yazık ki bu duvarın su tarafına bakan ön kısmı, Van Ovası'nın kuzeydoğu kesimine daha çok su göndermek amacıyla, 1880'li yıllarda Osmanlı Hükümeti tarafından toprak yığdırılarak köreltilmiştir. Bu yüzden barajın bu duvarı yaklaşık 110 yıldan beri çalışmamaktadır. Duvarın doğu uç kısmına yakın bir yerde bulunan savak kısmı, bozulmadan özgün biçimini günümüze değin korumuştur. 70x1.10 m. büyüklüğündeki savak, bugüne değin bilinen Urartu baraj savaklarının en büyük olanını oluşturmaktadır. Savaktan batı yönüne doğru akıtılan sular, dar ve kayalıktan oluşan bir vadiden hızlı bir şekilde akarak, önce Doni Göleti'nde dinlendirilmektedir. Dar bir vadi içine yapılan Doni Göleti'nin duvarı, Osmanlı Devleti döneminde büyük ölçüde yeniden yapılmıştır. Toplam 69 m. uzunluğunda ve 2.5-3 m. genişliğinde olan duvarın yüksekliği de, 4-7 m. arasında değişmektedir. Doni Göleti'nden batıya akıtılan sular, Menua Kanalı'nın sulayamadığı Van Ovası'nın güneydoğu kesiminde yapılan tarım alanlarının su gereksinmesini karşılamaktadır. Barajın kuzeybatı ucundaki duvar 1892 yılında yıkılmışsa da, daha sonra yeniden onarılan baraj duvarı, günümüze değin çalışmasına devam etmektedir. Buradan batı yönüne doğru akıtılan sular, Van Ovası'nın kuzeydoğusundaki ikinci Urartu başkenti Rusahinili'nin (Toprakkale) kuzeydoğu eteğinde bulunan Sıhke Göleti'nde biriktirilmektedir. Dar ve çok dik bir vadi içinden geçen baraj suyu, oldukça hızlı bir şekilde akmaktadır. Rusa Barajı'nın yer aldığı 2544 m. kotundan 1750 m. kotundaki Van Ovası'na doğru % 4 gibi bir eğimle hızla akan baraj suyunu depo edip daha düzenli bir şekilde akmasını sağlamak ve Sıhke Göleti'nin toprakla dolmasını önlemek için, önce Köşebaşı Barajı yapılmıştır. Köşebaşı Barajı, Sıhke Göleti'nin 6-6.5 km. kadar doğusunda bulunmaktadır. Rusa Barajından Köşebaşı Barajına kadar suyun aktığı uzaklık 14-15 km. kadardır. Baraj duvarı, doğu-batı doğrultusunda uzanan dar bir vadi içine yapılmıştır. Ancak duvarın büyük bir kısmı, çok hızlı bir şekilde akan baraj suyu tarafından tahrip edilmiştir. Temellerine varıncaya kadar tahrip olan duvarın yalnızca kuzey ucundan çok az bir kısmı günümüze kadar varlığını koruyabilmiştir. Duvarın temellerine varıncaya değin aşırı bir şekilde tahrip olmasında,1892 yılında Rusa Barajı'nın kuzeybatı duvarının parçalanması sonucunda oluşan sel felaketinin de büyük etkisi olmuştur. Baraj suyunun vadinin kuzeyinde açmış olduğu derin kesitte, duvarın kalıntıları görülmektedir. Baraj duvarı tıpkı Rusa Barajı'nın batı duvarı gibi, arka arkaya inşa edilen iki ayrı duvardan oluşmaktadır. Temelleri ana kaya üzerine yapılan batı duvarı, 15 m. genişliğinde ve 3.5 m. yüksekliğindedir. İkinci duvar ise 11.5 m. genişliğindedir. İki duvar arasındaki dolgu tabakasının genişliği de, 5m.'dir. Böylece 31.5 m. genişliğindeki baraj duvarı, şu anda Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki Urartu baraj duvarlarının en genişini oluşturmaktadır. Buradan batı yönüne doğru akan sular, Van Ovası'nın kuzeydoğu kesimindeki Sıhke Göleti'ndeki birikmektedir. Urartu Krallığı'nın ikinci başkenti Rusahinili'nin (Toprakkale) kuzeydoğu eteğinde bulunan Sıhke (Bostaniçi) Göleti, Rusa Barajından gelen ve Köşebaşı Barajı'nda dinlendirilen suların en son biriktirme alanını oluşturmaktadır. Rusa Barajı'ndan Sıhke Göletine kadar suyun aktığı uzaklık 21 km. kadardır. Oldukça geniş bir alana yayılan göletin güney kesiminde yapılan duvar, kabaca yarım ay biçimindedir. Osmanlı Devleti döneminde büyük bir onarım geçiren duvarın uzunluğu 342 m., genişliği de 6-17 m. arasında değişmektedir. Gölet bu haliyle Memedik Göleti'nden sonra Doğu Anadolu Bölgesi'nde ikinci uzun duvara sahiptir. Günümüzden 35 sene Van Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü tarafından eski duvarın 300 m. güneyine yeni bir duvar daha yapılarak, göl alanı büyütülmüştür. Bu yüzden eski duvar göl alanının ortasında ve sular altında kalmıştır. Suların çok az olduğu Sonbahar mevsiminde, eski duvar tümüyle ortaya çıkmaktadır. Göletten batı yönüne doğru akıtılan ve Urartular döneminde Alaini, günümüzde ise Akköprü Deresi olarak isimlendirilen sular, tıpkı Urartu Krallığı döneminde olduğu gibi hala Van Ovası'nın sulanamayan kuzeydoğu bölümündeki tarım alanlarının su gereksinmesini karşılamaktadır.


Hiç yorum yok: